- 190 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Kedi Mırnav Çocuk Sınav!
KEDİ MİYAV DEDİ ÇOCUK SINAV...
Kedi miyav diyor, çocuk sınav. Kedi av arıyor, çocuğun kendi av! Kedinin karnını doyurmak gerek, çocuk moral istiyor. Sokakta oynayan çocuklara özlemle bakıyor, yutkunuyor. Yanıma çağırıyorum. Korkarak bakıyor yüzüme, “Niye çağırıyorsunuz beni, yoksa siz de mi sınav yapacaksınız?” diye soruyor. “Yok canım, onu da nereden çıkardın?” diye soruyorum. “Annem büyüklere beni sınava çektirir de ondan” diye başını sallıyor.
Saatine bakıyor, “Çabuk sorun sorularınızı, diyor. Üç dakika, yirmi saniye, otuz salise sonra test kitaplarımın başında olmalıyım.”
“Bravo! Bu ne dakiklik?” diye takdirlerimi belirtiyorum. Bana kendini tanıtmasını söylüyorum. Kurulmuş saat gibi, “Adım İsmet Yetenek, diyor. Genel yeteneğe Ali İtenek beyle çalışıyoruz. Matematik öğretmenim Hediye Pergel. Sözel bölüm hocam Hami Özel. Ayrıca annem, babam, amcam, dayım, tüm akrabalarım yardımcı olmaya çalışıyorlar.”
“Tam bir seferberlik ilan edilmiş desene. Başka yardım eden yok mu?”
“Olmaz olur mu? Annem her şeyi düşündü, garantiye aldı. Psikolog ve kondüsyoner tuttu. Cami hocası bile var.”
“Hadi psikologu anladık da, kondüsyoner ne yapıveriyor?”
“Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur diye bana teneffüs aralarında kültürfizik yaptırıyor. Bu maçı alacağız, başka yolu yok diye bağırtıyor. Vur, kır, parçala, bu maçı kazan diyerek beni motive ediyor. Sınavlara maça hazırlanan bir futbolcu gibi hazırlanıyorum. Sınavsporu yeneceğime and içiyorum.”
“Ya cami hocasının ne gibi bir yararı dokunuyor?”
“Akşam yatarken birlikte dua ediyoruz. Ayrıca namazlardan sonra dua ediveriyor. Boş zamanlarımızda camileri, türbeleri ziyaret ediyoruz. Bak, muskam bile var.”
Tam bu sırada bir kadın koşarak geldi. Öfkeyle çocuğa bağırdı, çıkıştı:
“Bomboş ne yapıyorsun burada?” diye bağırdı. “Şu anda dersinin başında olmalıydın. Biliyorsun, kaybedecek bir saniyen bile yok.”
Çocuk saatine baktı: “Daha iki dakika, yirmi saniyem var anne. Merak etme. Zamanı gelince dersimin başına geçeceğim” dedi.
Kadına, “Siz bu çocuğun annesi misiniz?” diye sordum.
Kadın üzüntüyle başını salladı:
“Evet, annesiyim, dedi. Ah keşke olmaz olsaydım! Bu çocuk beni öldürecek. Sanki o değil de ben gireceğim sınava. Sitires sitires! Sınav sonuçlana kadar bana bir şey olmasa bari. Eğer öyle bir şey olursa gözüm açık giderim vallahi!”
“Kendinize yazık etmeyin. Kazanamazsa kıyamet kopmaz ya? Sağlık olsun!”
“Ne sağlığıymış bu? Emeklerimiz boşa giderse kimsenin yüzüne bakamam. Hele benimki kazanamaz da, lafçı ayselin çocuğu kazanırsa ölürüm.”
“Aman efendim, ne yapıyorsunuz? Gençliğinize yazık!”
“Bu çocuk yüzünden bende gençlik falan kalmadı.”
“Çok iddialısınız galiba.”
“Yok canım! Aslında hiç iddialı değilim. Ele güne mahçup olmayalım, yapılan masraflar boşa gitmesin, çocuk sınav heyecanını tatsın. Tek isteğim bu.”
“Bu kadar çok çalıştırdığınıza göre çocuğunuz kaç sınava girecek acaba?”
“Ne kadar sınav varsa sokacağım. Anadolu Lisesi, özel okul, vakıf, askeri okul, parasız yatılı sınavları...”
“İyi ama pasız yatılı sınavları yoksul çocuklar için değil mi?”
“Olsun varsın. Sınav tecrübesi kazanmasını, yabancılık çekmemesini istiyorum.”
Çocuğa döndüm, “Annen çok iddialı, sen de iddialı mısın?” diye sordum.
Çocuk hazırol durumuna geçti. Robot gibi konuşmaya başladı:
“İddia Arapça bir sözcük olup daha çok hukukta, sosyal hayatta geçer. Sav, öne sürmek anlamlarına gelir. İddialıyım, iddialısın, iddialı...”
Çocuğu dürttüm:
“Kendine gel çocuğum. Sınavda değilsin” dedim.
Annesi beni engelledi:
“Dokunmayın çocuğa, dedi. Havaya girdi. Havası bozulmadan derslerinin başına geçsin. Siz de kafasını karıştıracak şeyler söylemeyi bırakın.”
“İzin verin de biraz nefes alsın, teneffüs yapsın” dedim.
“Olmaz, diye itiraz etti. “Gevşer sonra. Sınava konsantre olmalı bir an önce.”
“Bu gidişle konserve olacak ama...”
“Ne konservesiymiş bu?”
“Bunalım soslu beyin konservesi.”
“Konserve yemeyiz biz. Ailecek rejimdeyiz.”
“Sıkıyönetim rejimi mi?”
“Çocuk çok yerse şişmanlar, sınavlarda terler, sıkılır, başarılı olamaz.”
“Çocuğunuz başarılı olursa e yapacaksınız?”
Annenin gözleri parladı:
“Göbek atacağım” diye bağırdı. Sonra mahçup bir sesle, “Kendime hakim olamadım, kusura bakmayın, dedi. Düşmanlarımı çatır çatır çatlatacağım. Adadığım adağı kestireceğim.”
“Peki çocuğuna bir şey almayacak mısınız?”
“Almaz olur muyum hiç? Üniversiteye hazırlık kitaplarından alıvereceğim.”
“Durun bakalım, acelenin ne? Çocuk liseye gitsin önce.”
“Ne diyorsunuz siz? Geç bile kaldım. Herkes çocuğunu sınavlara hazırlamaya anaokulundan başlıyor.”
Anneyi yatıştırmak için lafı değiştirdim:
“Sınavlara hazırlanırken ilginç bir olay oldu mu?” diye sordum.
“Olmaz olur mu? Diye güldü. Çocuk test sorularını kaybetmiş. Telaşla testim nerede, testimi bulun bana diye aramaya başladı. O sırada babaannesi bizdeydi. Çocuğun testi aradığını sandı, gidip çarşıdan testi alıverip geldi.”
Çocuğa döndüm:
“Son sorumu sana soracağım, dedim. Sınavlar bitince ne yapmayı düşünüyorsun?”
Çocuğun yüzü aydınlandı:
“A- Anneme güzel bir oyuncak aldıracağım.
B- Sokağa çıkıp doya doya oynayacağım.
C-Bütün test kitaplarımı yakacağım.”
Annesi bu sözleri duyunca çileden çıktı:
“Böyle şeyleri nasıl düşünürsün? Seni haylaz seni! Çabuk dersinin başına geç bakayım, yoksa kırarım kemiklerini!” diyerek çocuğu kovaladı.
“Anne katı, baba katı, çocuk olmuş yarış atı” diye söylendim.
Erhan TIĞLI
YORUMLAR
Adeta bir deney canlısına deneme tahtasına çevirdik çocukları değerli Hocam. Bir eğitimci olarak konuya gayet güzel dikkat çekmişsiniz yazınızla... Örnek olarak okullarda okutulmalı bu yazı en başta da eğitimcilere... Çocuk yeteneğine göre gitmeli hayatta, matematiğe kafası çalışmıyorsa keman ya da gitar çalıyorsa o yönde okutulmalı herkes tıp okuyacak ya da mühendis olacak diye bir zorunluluk yok, olmamalı... Duyarlı ana babalar lazım... Kutlarım yürekten...