- 134 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
EVLİLİK OYUNU
EVLİLİK OYUNU
Tek perde.
Tek kişilik oyun.
Karakter: 40’lı yaşlarda Kadın, ya da Erkek için uyarlanabilir,
Kostüm: Oyuncunun bedeninden en az iki beden büyük herhangi bir kıyafet.
Sahne dekoru:
Seyirciye dönük iki koltuk.
Sahnenin bir köşesinde minik bir etajer ya da sehpa.
Etajer ya da sehpanın üstünde biri törpü, üstünde bir de sıradan 15-20 cm boyunda bir demir parçası.
Sahnenin başka bir yerinde ise, boy aynası.
Öngörülen oyun süresi: 40-45 dakika
İki alternatifli; Oyun Fuayede ve ya sahnede perde arkasında başlar!
Yazan: Efkan ÖTGÜN
(OYUN PERDE ARKASINDA Ve ya FUAYEDE BAŞLAR)
(FUAYEDE Yüksek bir kahkaha)
Hanımlar, beyler; hayat sahnesinin sergilediği zulmü seyretmeye hoş geldiniz.
Bu zulmü anlatan oyunda belki kendinizi bulacak, belki de içiniz burkularak keşke diyerek çıkarımlar yapacaksınız!
Beyefendi siz, hanımefendi siz ve siz genç kardeşlerim, kusura bakmayın sizleri böyle bir saçma oyuna dahil ettim!
Görüyorsunuz ya, daha oyun başlamadan azarladım sizleri.
Ama bitmedi; hepinizin canına okuyacağım.
Kim kırılır...
Kim üzülür...
Umurumda değil…
Ben egomu tatmin ettim ya, artık ölsem de gam yemem.
Hey size diyorum size; her biriniz kendi köşenize çekilmiş, öyle kasıla kasıla duruyorsunuz.
Görenler de Ağrı dağını sizin yarattığınızı sanır!
Nasılsa oyuna dahil oldunuz artık!
Ya oyun bitinceye kadar benim kahrımı çeker, ya da çekip gidersiniz!
Deli saçması öyle mi?
Hadi sıkıyorsa biri çıkıp da söylesin; hayatın, kendisine sunduğu mutluluktan payını alan var mı?
(Alaycı)
Yüzünüzdeki maskelerle ne kadar mutlu olduğunuzu görüyorum!
Tabi maskeyle mutluluğu oynamak çok kolay!
Güleyim bari!
(Alaycı kahkaha)
Hele yüzleriniz yok mu?
Mutluluk ölçer gibi maşallah!
(Kıvırtarak)
Ay şekerim çok mutluyum benimkiyle.
Eh işte birazcık mutluyum.
Ay şekerim çok mutsuzum bu herifle.
Sizleri gören de dünyada mutsuz insan yok sanır!
(Misafirlerden birinin yakasından tutarak silkeler)
Hadi öyleyse.
Birileri çıkıp da içindeki depremleri, kasırgaları anlatsın bize.
Anlatsın ki, biz de mutlulukta kimin ne kadar payı var görelim!
(Misafirin yakasını bırakır)
Ama nerdee,,,
Sizler apartman merdiveninde karşılaştığınız komşunuza bile selam vermeye çekinirsiniz.
Ama mesele değil, biz kimin mutluluğu oynadığını, kimin yalan konuştuğunu biliriz.
Hadi içeriye geçin de
Zülfü-yâre dokunalım! Herkes payına düşeni alsın!
SAHNE. PERDE AÇILIR: (Seyyar spot ışığı oyunun sonuna kadar, oyuncunun üstünde gezinir. Sahne ortasında düşünceli bir şekilde iki büklüm oturan oyuncu yavaşça ayağa kalkar, karşısında biri varmışçasına)
Bak hayatım... Bana fedakarlıktan bahsetme... Fedakarlık; insan doğasına aykırı bir yetenektir...
Keza aidiyat duygusu da öyle...
Ait olan insan, uygarlık merdiveninden onlarca basamak aşağı iner...
Bu yüzden, ben dahi olsam; telkin yoluyla düşünceni değistirmeye çalışıyorsam, iradeni de ele geçirmeye çalışıyorum demektir...
-Haydaaa, yine başladık...
-Yok canım bir başkasının sorunlarını irdelemek, dedikodusunu yapmak bize yakışır mı hiç?..
-Bunu benden nasıl beklersin?..
-Ayıptır yahu, el-alemin dedikodusunu değil, biz önce kendi ilişkimizi kurtaramaya bakalım!..
-Başkaları gibi ülkeyi kurtaran veya dünyayı kurtarmaya çalışan kahramanlar gibi olmayalım lütfen!..
(Bıkkınlık)
-Bize ne yahu, başkalarının derdinden bize ne? Yapma Allahaşkına!..
-Gel şimdi her şeyi bir tarafa bırakıp, biz kendimizi oynayalım!..
-Kim olacak canım?..
-Yok yok, başkası yok. Dedim ya, kendimizi oynayalım diye.
- Oyuncu biz, yani sadece biz ikimiz, yani sen ve ben!..
(Etrafına bakınır)
-Etrafta üçüncü bir kişiyi mi var?..
-El alemi niye sokalım aramıza canım?..
-Kol kırılır don içinde kalır!
(Yanılgı ifadesi gülerek)
-Ne donu yahu, biz erkek milleti yok mu? Beynimiz hep donun içinde geziniriz!..
-Kol diyecektim don dedim özür dilerim...
(Kasılarak)
-Eee haklıyım tabi...
-Olmasında zaten değil mi?..
-Biz bizi nasıl kırar, nasıl kırılırız, nasıl yaşar, nasıl yaşatırız, ona bakalım?..
(Alaycı)
-Adına senin gibi biriyle yaşamak denirse tabi!..
-Bak hayatım dil sürçmesi, ben öyle demek istemedim...
(Soluklanır)
-Evet evet senin gibi tatlı demek istedim.
-Hadi bir tebessüm ette gamzelerine gömüleyim.
(Yılışık)
-Bak ne diyeceğim aşkım; şimdi toplantıya gideceğiz ya, lütfen öyle davran ki, bırak dışarıdan görenler, bizi hep mutlu sansın olur mu?..
-Yalnız kalınca yine hırlaşır, kavga ederiz!..
(Hadi ordan der gibi elini sallar)
-Neyse canım biz işimize bakalım...
-Tabi sorunlarımızı konuşabilirsek, oturup konuşalım...
(Geçip koltuğa oturur daha söze girmeden öfkelenerek kalkar)
-Yaa a, ben konuşamıyoruz demedim...
-Ooff n’olursun yapma!..
-Konuşmak ayrı şey, iletişim kurarak anlaşmak ayrı şey!..
-Düzgün iletişim kurup, hayatımızı yaşayalım...
(Eliyle bacağına vurarak)
-Bir de sözcükleri doğru kullansan var ya, sadaka vereceğim...
-İleti değil hayatım, iletişim iletişim. İleti tek taraflıdır! İletide tek taraf car car car car konuşur...
(İki eliyle kafasını tırmalar)
-Dinleyenin sadece beynini tırmalar!..
Öf ya, vallahi seni kasdetmedim...
(Yüzünü dönüp eliyle söyleyeceğini gizler sessizce)
-Tabii ki seni kasdediyorum aptal!..
(Sesinin tonunu yükseltir)
-Bak canım sana kırk kere dedim ki, ben konuşurken sözümü kesme. İnsicamım bozuluyor...
-Tam da yeri gelmişken söyleyeyim...
-İletişim diyoruz ya, iletişimde; biri konuşurken diğeri dinler kapito...
Konuşanın sözü bittiğinde susar, karşıdaki konuşmaya başlar!..
(Şaşırmışçasına)
-Sahi oyunun konusunu biliyor musun sen?..
-Anladım anladım...
Doğrusunu istersen, ben de unuttum...
-Acaba trajedi mi? Dram mı? Komedi miydi?..
-Farkında mısın? Bunca zamandır birlikteyiz daha rolümüzü ezberleyip de, bir türlü mutlu olamadık!..
(Tepki verircesine)
-Ne demek taktığı şeye bak? Elbette takacağım. Hayat bizim, oyun bizim kimi ne ilgilendirsin?
(Bir anda keyiflenir)
-Keşke epik aşk öyküsünü anlatan bir oyun olsaydı da, sevgi yoksunu insanları, sen-ben kavgası yapanları, çift kişilik taşıyanları uykudan uyandırsaydık!..
(Birilerine sarılırcasına)
-Dünyadaki bütün çiftler birbirlerine sıkı sıkıya sarılsa ve mutlu olsa dyorum! Ne güzel olurdu değil mi?..
(DIŞ SES) [Bir şarkısın sen.]
(Şaşkın bir ifadeyle üstündeki kostümüne bakar ve hemen aynaya koşar)
-Bu da ne? Kim giydirdi bize? Ne zaman giydik bu kostümleri biz?..
(Başını sağa sola hayır dercesine sallar)
-Çok yazık. Üstümüze biçilen kostümlerde biz yokuz sanki. İçi boş, gördüğüm sadece bir kıyafetten ibaret.
(Müzik susar. Seyirciye döner)
-Biz kimiz? Biz neyiz? Sahi biz neredeyiz?..
(El hareketi yapar)
-Eeeeh boşveeer...
-Kim isen kim, ne isen ne sana ne oğlum. Geldin, gideceksin işte! Dolu dolu hayatını yaşa, mutluluğu oyna! Varsın herkes, kostümün içinde insan var sansın. Yeter ki yaşadıklarımız bizde saklı kalsın! Hayat bizim, mahrem bizim. Dahil etmeyelim kimseleri!..
(Şaşkınlık)
-Yine ne oldu, yanlış bir şey mi dedim?..
-Lütfen bağırma konu komşu duyacak şimdi!
-El ağzı çuval ağzı; sen bir dersin, dönüp dolaşır, sana bin bir olarak geri gelir!..
-Nasıl yani ne demek?..
-Nasılı şu; demem o ki, ne sen kendini oyna, ne de ben! Deşifre etmeyelim kendimizi. Herkes bizi mutlu sansın!..
-Bırak seni prenses, beni de prens bilsinler!..
-Nihayeti iki farklı dünyanın insanıyız!..
-Bekarlıkta koca dünyaya tek başına sığmazken biz, şimdi 80 M2 bir eve sığmaya çalışıyoruz!..
-Sahi ne garip değil mi?..
-Farklı cins, farklı kişilik, farklı kültür, farklı karakterler...
-Madem ki hiç beklenmedik bir anda birbirimizin hayatına girdik, dışarıda elele tutuşalım. Görenler; Allah nazardan korusun. Kumrular gibi bir çifttir, diye iç geçirip, kıskansınlar...
(Elini protokol koltuğuna uzatarak)
-Ama mutsuzsak kabahat bizim değil ki, Kabahat bizi oynatan bu yönetmendedir!..
-Yönetmen alıp da fırlattı bizi bu koca sahneye ve adına evlilik oyunu dedi. Biz de oynamak zorunda kaldık!..
(Yan döner, omuzunu silkerek)
-Bilmem, tercih senin hayatım. Nasıl oynamak istersen, öyle oyna. İster üç maymunu oyna, istersen aşka asi bir cadı, istersen insan!
DIŞ SES: [Ney müziği]
-Belki de bazen, insan olmayı öğrenmeli insan!
Yaşarken hiçliğe karışmak, insan olabilmek için yaşamak.
Musallada bile, ölümle koyun koyuna sevişmek gerek bazen!
Kim bilir bekli külünden doğarken insan, kulağına fısıldar Tanrı; "ey fani çok oldu göç edeli kuşlar.
Geride kaldıysan kabahatim ne benim?
Yol alamadıysan aşka, ya kanadın kırık senin, ya da aklın kıt!
(Müzik susar)
(Kollarını iki yana açarak kanat çırpar gibi)
-Amaaa sen sadece uçmayı öğrenemedin! Oysa aşk, sadece uçamayı bilenlerindir!
(Kollarını indirir etrafa bakınır)
-Neresinde durmalıyız sahnenin!..
-Sahi biz kimiz, biz neyiz...
-Hangi rolü oynayacağımızı dahi bilmiyoruz...
-Haklısın bu oyuna ayak uydurmak çok da kolay değil! Çünkü ikimiz de ayrı kültürlerin zoraki bileşenleriyiz!..
(Protokol koltuğunda oturan yönetmene dönerek elini uzatır)
-Üstelik de ortada oyunun metni yok! Dahası, mizanseni bile oluşturulmamış!..
-Her şeyi doğaçlama oynamak zorundayız...
-Tabi sen istersen, beni çekimtirmek için konu komşuyu toplar, beş çayında interaktif, oynarsın keyfin bilir!..
Nasıl olsa benim mesaim beş buçukta bitiyor! Ben eve gelmeden bitirin lütfen!..
DIŞ SES: [Tango müziği]
-Sen tango istesen, ben halay dedim... (Müzik susar)
DIŞ SES: [Zeybek müziği]
-Ben vals istesem sen Zeybek gibi efelendin!... (Müzik susar)
-Şimdi doğruyu söyle; hayatın ritmini kaçırıyoruz değil mi?..
-Hayır mı?..
-Al işte. Yine bir tartışma konusu...
-N’olur bir kere doğruları kabul etsen?..
-Neyi mi?..
-Bugüne kadar biz bu oyunu layıkıyla oynayamadık!..
Üstelik de bu kadar basit bir oyun!..
-Belki de şair Efkan’n dediği gibi; “biz insan olamadık!..”
(Buruk bir şekilde tebessüm eder)
Şair ne mi demiş?..
-Şair ne demiş biliyor musun?
-Hayır mı?
-Öyleyse dinle bak ne demiş?
DIŞ SES: [Slov müziği]
-İnsan olmak; yaşamda en güzel şey; sevdiğin kişinin tüm kusurlarını biliyor olmana rağmen, ona hâlâ muhteşem olduğunu düşündüren bir yaklaşım sergilemektir.
-Bir de şiiri var. Sıkıcı olmaya akşam okumak isterim.
DIŞSES: (Müzik devam eder)
YAŞAMALI İNSAN
Belki de boş vermeli insan...
Hayatı oluruna bırakıp
tek düze yaşamalı,
umursamamalı kuralları.
Es geçmeli kanunları!
istikrar aramadan,
alabildiğine aşık olmalı insan...
Adam gibi, kadın gibi sevmeli!
Kuralsız, kaidesiz sevmeli,
sevişmeli insan...
Kim ne dedi, kim ne düşündü, umursamamalı bazen.
Töreleri bile yok saymalı insan!..
Sevildiği her yerde,
mutlu olduğu her yürekte, ebediyen kalmalı.
Kendini hayatın akışına bırakmalı.
Zamana başkaldırırcasına;
Akrebe aldırmadan.
Yelkovanı bile durdurmalı insan...
Şu günah mış, bu ayıp mış, o suç muş, duygusundan arınıp, hayatı alabildiğine, hoyratça, deli-dolu yaşamalı insan...
Kültür, toplum baskısı,
aşiret kanunları demeden,
sevdiğiyle oturtup içmeli bazen.
Çakırkeyf mi oldu?
Aşka ihanet edene,
ardına bakmadan gidene,
ananı, avradını, gelmişini,
geçmişini, yedi ceddini diye, fütursuzca küfretmeli insan!..
Küfür dediysem; öyle ağıza alınmayacak cinsinden değil
küfrün bile
küfredilene tebessüm ettirecek.
Kısaca, hayatı dolu dolu yaşamalı insan...
DIŞSES (Müzik susar)
-Şairin dediklerini okuyunca anladım.., -Hümanizm felsefesi ne kadar doğru bir felsefe değil mi?
-Şiirde ayrım yapmadan insanca sevebilmenin özünü anlıyor insan!..
-Bunda bizim rolümüz ne mi?..
-Kendimize haksızlık etmeyelim. Biz o kadar da kötü insan değiliz. Ki haksız da değiliz...
-Evet mutlu olamadık.
Ama sonuçta ne Çehov’un "bir evlenme teklifi’ydi" ne de Shakespeare’nin "Romeo ve Juliet’i’ (Duygusallaşır)
-Biz kimiz ki, aşkı layıkıyla hem yazıp, hem oynayalım? Biz kimiz ki, severek serpilip çoğalalım?..
Biz anca kırıp dökerek kendimizi oynarız!..
(Duygusallıktan çıkar)
İçine tüküreyim böyle birlikteliğin...
-Kavga, genlerimize kodlanmış bir kere. Mutsuzluğu kader diye nitelemişiz!..
-Bak hayatım yine üstüne alınacaksın ama yemin ederim seni kasdetmedim...
-N’olur bir kere de bana inansan?..
-Tamam tamam sen kavgacı değilsin!
N’olursun uzatma artık!..
(Yüzünü dönerek alaycı tebessüm eder. Ardından, seyircileri göstererek)
-Bak canım, misafirlere rezil oluyoruz! N’olur biraz sus. Sus da, dönelim artık kendimize...
(Saşkınlık ifadesi)
-Şe şe şey… Yani oyuna.
Bir türlü kendimiz olmayı başaramadık!..
-Sanırım bu yüzden oyunda mutluluğu kaçırdık hep!..
(Tek eliyle baldırına hayıflanırcasına vurarak)
-Kahretsin...
-Sadece prova etseydik diyorum. Birkaç defa okusaydık keşke...
-Birkaç kitap, birkaç dergi, birkaç defa sadece! Aşk romanı, iletişim, kişisel gelişim ya da felsefe mesela! Ama nerdeee…
Günlük gazete bile okumuyoruz!..
-Okusak, bu kadar mutsuz olur muyduk?..
-Şimdi sanal alemden, mutluluğun bile kopyasını çeker olduk!.,
-Biliyor musun genel prova dedikleri gösteri öncesi son provaya bile gerek kalmazdı! Çünkü o zaman öz bilinç oluşturur, ne istediğimizi bilir, kimi muhatap sayacağımızı, kime siktir çekeceğimizi bilirdik...
(Rahatlamış bir şekilde)
-Farkında mısın canım; ikimiz de hayatı en güzel yerinden kavrayan, aşkı dolu dolu bilen bireyleriz...
-Oyunu bu bilinçle ayağa kaldırsaydık ne güzel olurdu kim bilir?..
-Belki birilerinde farkındalık yaratırdık! Belki birilerine kimliğini, kişiliğini kazandırırdık!..
(Alaycı)
-Senin bana kazandırdığın gibi! Gör ki, ne İtalyan aldık, ne de ki prova yaptık. Biz kendi kültürümüzün kurbanı olduk! Kendi kültürümüze yabancı kaldık!
(Duraksar)Lafı çok dolandırdım değil mi?
(İşaret ve orta parmağını uzatır dişlerini sıkarak)
-Haklısın, sözü uzatmadan direk gözüne sokmalıyım!
Anla işte, biz birbirimizi tükettik!..
Oyuna dair hiçbir provamız olmadı. Bunu anlatmaya çalışıyorum (Alaycı) Ama mesele değil. Nasıl olsa biz hazır cevabız ya! (Yumruğunu sıkarak masaya vurur gibi)
Vallahi goduk mu oturturuz!..
-Ne zaman bir replik kaçırsak; düşünmeden, lafın sonu nereye gider demeden, öfkeyle cevaplar verdik Kırdık, döktük, kızılca kıyametler kopardık! Oysa doğaçlama oynanması gereken bir oyundu bizimkisi...
-Replik kaçırsak ne olurdu sanki. Varsın birileri sufle vermesin!..
-İlle de üçüncü kişileri hayatımıza dahil edeceğiz ya! Tabi öyle olunca; biz de ipin ucunu kaçırdık.
Rolün içine giremedik!
Üstelik de oyunun tam başında mutluluğu katlettik!..
DIŞ SES: [Ağıt müziği uzun hava]
Öyleyse hadi gelin taziye çadırları kuralım.
Ağıtlar yakalım arşı âlâya!
Ulaşsın eyvahlarımız gökyüzüne!
Dövelim dizlerimizi.
Utanmadan, onurluca dik tutalım başımızı!
Birilerini ayıplaylalım, bri diğerini suçlayalım.
Ne lanet bir Kufe ehliymişiz diye, başımızı taşlara vuralım.
Hele hele aşka yapılan ihanetleri az bulanlara, siparişler verelim küfürleri.
Hindistan’dan kınalar getirtelim.
İkili ilişkilerde, sevgide birlik olmak ne işe yarar ki?
Birlikte güç mü var?
Kazalım birbirimizin kuyusunu!
Sivrilip çıkmak isteyen varsa mutlu biri olursa, tutalım paçalarından. Hep birlikte aşağı çekelim!..
Ne haddine insanın aşkta zirveye oynaması?
Mutsuz etmekten gurur duyalım!
Kimin umurunda kimsin, nesin, nerelisin?
Sen insansın, sen yetimsin, sen öksüzsün, sen kendine düşmansın!
Âlemi yoktur şaşırmanın.
Biz sevgiyi, biz insanlığı tüketirken, dost görünüp düşman olanlar, zaten tüketecektir bizi!
Tükenen biri ise, insan, insan değildir!
Ölene ağıtlar gerek!
Ya ölümüne savaşmak gerek insanlık uğruna, ya de tez elden hicret dünyadan! (Müzik susar)
(Geçmişte yaşananları hatırlar üzülüp kederlenir)
-Öf ya, hicret dedim diye, hemen telaşlanma!..
-Çok yazık. Ne zaman aşka dair masumca bir düş kursak. Ormanlarımız talan edildi, kundaklandı yüreklerimiz!
(Düşen birinin kolundan tutar gibi hamle yapar)
-Dur canım dur. Yangın falan yok...
-Dikkat et! Bir adım ötesi, sahne gerisi. Maazallah düşeriz. Öne kaçsak uçurum. İsyanlar edip bağırsak, tutup da kaldıran olmaz!..
(Duygusal)
-Gel de bırakmayalım birbirimizin elini...
-Yaşamak çok zor be gülüm!..
-Anamızdan emdiğimiz süt burnumuzdan geldi...
-Tabi kolay bir oyun değil.
Tarifi imkânsız bir oyun bizimkisi!..
-Farkında mısın canım?..
Salonda zamanın bilinçli, bir o kadar da hırçın seyircisi, protokolde acımasız yönetmen oturmakta!..
Gel de sıkı sıkıya sarılalım!
DIŞ SES: [Cızırtı sesi]
-Allah kahretsin. N’olursun Allahaşkına bir sus! Bu sistemlerle neden bu kadar oynarsınız? Bu cızırtı ne böyle? Bu ne kulak tırmalayan gürültü?.. (Cızırtı sesi susar)
(Öfkeli)
-Şimdi de teknolojik çağın illeti vuruyor bizi. Sanalda, kim kimdir? Kim kimin nesi? Zorladıkça cırtlak çıkıyor hoparlörün sesi.
Tam da zamanın aşiftesi Gerçek kim? Gerçek hangisi? Küfrettirmeyin alın başımızdan bu spot ışıklarını! Dost var düşman var! Deşifre etmeyin bizi. Bırakın da kendi karanlığımızda gömülüp kalalım!..
(Eliyle seyircileri davet edercesine)
-Hadi gelin aydınlığı terk edip, hep birlikte karanlığa saklanalım. Kim kimin gözünü oyarsa artık!..
-Sus be kadın bağırma.
Komşuları rahatsız ediyoruz!..
-Oyunun en güzel yerindeyiz şimdi Komşular, kadının libidosu mu yükseldi diye düşünecek!..
(Tebessüm eder)
-Aaah ah...
-Hatırlar mısın canım; bazen göz göze gelince susar, saatlerce bakışırdık.
Hah, şimdi yakaladık rolümüzü...
(Kısa bir dalgınlığın ardından)
-Demeye dilimiz varmadan; öyle bir tokatla uyanırdık ki; her sözün bir kurşun gibi içime işler, ağzıma sıçar atardın!
DIŞ SES: "Yuh size. Komşu, böyle mi oynanır bu oyun?"
(Öfkeli)
-Şimdi başlatmayın oyununuza.
Adab-ı muaşereret denilen bir kural var canım! Mahreminizi duymak zorunda mıyız kardeşim. Bırakın da bir gece rahat uyuyalım!”
(Telaş ve korku karışık bir ifade)
-N’olursun bağırma.
Biraz daha dikkatli olalım olur mu canım?..
(Etejere bakar. Şaşkınlık ifadesi)
-Allah kahretsin. Keşke uzun zaman önce fark etseydik bunu...
Ne olacak şuracıkta, etejerin üstünde duran iki demir parçasını!..
(Etejere doğru gider ve demir parcalarını alır. Şaşkınlık)
-Aa biri de törpü bunların Eminim biliyorsun bunun neye yaradığını?..
-Neyi mi? Neyi olacak canım. Demirin, demiri törpüleyerek şekillendirdiğini!..
(İşaret parmağını yanağına götürür)
Hala şaşkınlık içindeyim. Biz bunu nasıl fark etmedik bunca zaman?..
-Hadi gel zaman kaybetmeyelim. Hadi durma canım. Zaman su gibi akıp gidiyor. Gel de yeniden başlayalım! Belki törpüleyerek şekillendiririz birbirimizi!..
(Gider koltuğa oturur)
-Laf aramızda, yönetmene yutturabilirsek, belki seyirciler görmezden gelir!
Ne dersin?
(Törpüyü alarak karşısındakine uzatır)
Hadi canım, önce sen törpüle beni...
(Yüzünde acı ifadesi)
-Ah canımı acıtıyorsun ama! Lütfen biraz yavaş törpüler misin?..
Tamam ben dedim törpüle diye! Torpüleyip şekillendireceğiz dedim.
Yontarak tüketeceğiz demedim! Bak yüreğimi yonttun...
(Törpüyü bir hışımla alır ve sehpaya bırakır canı yanmışcasına)
-Şimdi hangi yürekle severim seni ben Kimliğimi, kişiliğimi yonttun! Hangi kimlik, hangi kişilikle dolaşırım sokakta? Sosyal yaşamımı yonttun! Sosyal statüme şimdi saygı duyulur mu toplumda? Yonta yonta geride benden sadece bir sen bıraktın!..
-Keşke anam doğururken beni, kimliğim, kişiliğim, karakterim, fiziki görünümle bire bir sana benzer doğursaydı da, törpüleyip de acıtmasaydık birbirimizi!..
-Bakar mısın ne kadar da sana benziyorum şimdi?..
(Fısıldayarak)
-Bu arada kimseler duymasın. Galiba yonta yonta Azrail’in de yanına geldik.
(Anlık bir gerilme)
-Ne yalan söyleyecem be kadın? İster ağzımdan yel alsın, isterse sel alsın. Her şeyin sonuna geldik işte!
DIŞ SES: [Duygusal fon müziği]
-Gözümüz aydın canım.
İnsanlar ilk defa rolünü sindire sindire, dolu dolu yaşayamadan oynayan bir çift gördü! Ama biz farkedemedik! Farkında olmadan tükettik. Her şeyi tükettiğimiz gibi! Geçip giden zamanı, günü, ayı, yılları! Dilde sözcükleri, dostlukları, paylaşımları, mutlulukları, yürekte sevdaları tükettik!
Eksik yanlarımızı görmeden, hatalarımızı kabullenmeden, ilkel benliklerimizin esareti altında inim, inim inleyerek bütünlüğümüzü tükettik!..
-İnsan olma vasfının kutsallığından bihaber, şehvani duygulara boyun eğerek kirlenip, kirleterek, adamlığımızı, kadınlığımızı tükettik!..
-Her şeyi çıkarcılığa peşkeş çekip, Milli ve Manevi duygularımızı teslim ederek tükettik!..
-Sevmenin, âşkın Tanrı kelamı olduğunu unutup, kine, öfkeye teslim ederek tükettik!..
Ruhumuzu sıradanlıklara ve sıradan kişilerin iltifatına kurban ederek tükettik!..
Çevremizdeki güzel insanları, dostça elini uzatanları, kötü anlarda yanımızda olanları sevgi uğruna yananları tükettik!..
-İlkel benliğimize yenik düşerek, tükettik!..
-Hikmeti kendinde görüp, inançta imanda zayıf olanların, sevgide, aşkta nankör olanların, ben varsam dünya var diyenlerin peşinden koşarak tükettik!..
(Soluklanır, derin bir nefes alır)
-İlkel benliklerimizden sıyrılalım! Sevelim, sevilelim âşık olalım! Birlikte kazanalım! Güçlü olalım, haksızlığa meydan okuyalım! Hak edene hak ettiği değeri vererek yüceltelim! Hak etmeyeni tenkit edelim! Elinde kazık olana değil, kalem olana gidelim! Sevgide, aşkta gereğini birlikte yapalım. Mutlu olalım diyenlerin yanında olamadık tükettik!..
(Ah çeker)
-Ama karşıdakini tüketirsek, biz de tükeniriz diye düşünemedik! Bu bilinçsizlikle farkında olmadan tükendik ve tükettik!
(Müzik susar)
(Duygusallıktan çıkar sert bir tavır koltuktan kalkar sahne önüne gelir)
-Bak kaç kere dedim sana, ben konuşurken araya girme diye.
Sonra söyleyeceklerimi unutuyor, bütün dertlerimi içime gömüyorum. diye...
(Düşünceli)
-Sahi bir düş kurduğumu anlatıyordum. Sen araya girince unuttum. Nerede kalmıştım?
(Duraksar)
Tamam hatırladım hatırladım...
Şey diyordum. Şey senli yaralarım diyordum sanırım. Şiirlerden alıntıladığın sözcüklerle, alt alta nokta koyuyorsun ya, ne zaman sana sorsam; cevabın hazır.
(Alaycı bir tavırla ağzını büzerek)
"Şiirden bir kesit!" diyorsun.
(Ciddileşir)
Hadi canım. Aklımla alay mı ediyorsun? Ben bir şairim. Bu yazdıkların şiirden kesit değil.
Adeta kesip kesip ona...
(Yutkunur)
Yani eski sevgiline yaptığın göndermelerdir!..
(Gevşer oralı değilmiş gibi)
-Neyse canım özür dilerim. Öyle bile olsa, o senin geçmişindir. Bana da, senin geçmişine saygı duymak düşer. Yeter ki her vesilede gözüme sokma benim! Çünkü bu bende onanmaz yaralar açıyor! desem de dinlemedin bir türlü!
Haklısın. Senin yaran yok demedim ki, tabi senin de var benli yaraların! Kabul ediyorum. Benim de var hatalarım.
(Parmaklarıyla saymaya başlar) Mesela satır aralarını okumam. Mesela öfkem, mesela sanal âlemde yaptığım yorumlar ve tabii ki şiirlerim!..
(Uzunca susar ve sonra bir konuyu daha hatırlar)
-Ha bir de bazı kadın şairlerin şiirlerine yaptığım nazirelerim var! Farkında değilim sanma. Ben kendimin de farkındayım.
Bu yüzden, bazen kendi kendime kızıyorum! Bütün kitaplarımı, bütün şiirlerimi yaksam, geçmişimle ilgili seni üzecek ne varsa, her şeyi yok etsem diyorum!..
-Ne bileyim olmuyor işte. Ah be canım, bak yine başladın. Yine o şair kadın diye tutturdun! İşte senin bu takıntıların geriyor beni!..
(Gergin bir şekilde)
Aaaa ama yeter lütfen anla beni. Allah belamı versin ki, senin dışında ben kimseyle yazışmıyorum!..
-Unutma! Senin, seviyorum dediğin bu adam; sensizliğe uyandığı anlarda bile sana uyanan adamdır! Bir gün görmese seni; aşkım ne yaptı?
Nerede, kiminle ve nasıldır? Sağlığı yerinde mi? Yemeğini yedi mi Yine hangi filmin, hangi dizinin, setindedir? Havalar soğuk acaba üşüyor mu?İlaçlarını aldı mı? diye düşünen bir adam!..
(İç geçirerek)
-Aaaah bir de yokluğun var ki, sorma gitsin. Yeminler olsun ki, bazen mahşeri yaşatıyor bana! İçten içe kaynayan bir volkan gibi oluyorum!..
(Spot ışıkları giderek cılızlaşır. Tam sönme noktasına geldiğinde, başını kaldırıp sert bir şekilde ışıkçıya bağırır)
-Durun söndürmeyin spot ışıklarını! Oyun bitmedi henüz. Size kim dedi söndürün diye? Epik bir aşk öyküsü anlatılmayla biter mi hiç?..
(Eliyle ışıkçıyı sakinleştirir gibi)
-Peki peki anladım.
Son cümleyi söyleyip bitiriyorum! Rica ediyorum spotlar söndürme...
(Biriyle konuşuyormuş gibi yan döner)
-İnan canım, spot ışıklarının sönmesi umurumda değil. Asıl sen gidersen dünyam kararır gitme!..
(Salon ışıkları yanar)
-Ben, sevmeyi de, sevilmeyi de, paylaşmayı da, sende, sizde, onlarda öğrendim!..
(Protokolde oturan yönetmeni göstererek)
-Yönetmen mi? Ne yalan söyleyim; O beni değil, asıl ben onu yarattım! Ben kendimi onda değil, asıl o kendini bende buldu, o bende anlam kazandı Sizlerin de bir arayışa girmesine gerek yoktur Çünkü “Kendi içinizden geçmiyorsanız, varmak istediğiniz hedef zor ve meşakatli olur!..”
DIŞ SES: fon müziği
(Salonu göstererek)
-Tam da bir tiyatro sahnesi bu dünya. Dekorlar, mizansen, koreografi, replikler yerli yerinde.
Her şey muhteşem!..
(Protokolde yönetmene eğilerek)
-İkircikli bakışlarla oyunu seyreden yönetmen, bizden sonraki perdeyi tasarlamakta belli Ötelemeden gelecek zamanı, hınca hınç tıkıştırarak öngörmüş ihaneti oynatacak!..
(Salondaki seyircileri gösterir)
-Ola ki, replik kaçırdı oyuncu, ola ki, müptezel bir aşk yaşadı! Ya da panik hali perdeler kapandı Ormanlar yakmayı düstur edinmiş öfkeli seyirci! İkinci perde; kalıtsal monarşik!..
(Bağırarak)
-Yönetmen kükrer. Mübarek sahnede doğmuş sanki...
(Öfkeli bir şekilde gülerek)
-İktidarına tükürdüğümün herifi! Senarist benmişim Sanat yönetmeni ben Koreograf benimdir sanki!..
(Bıkmışcasına)
-Öööf of, tahammülüm kalmadı! Final tiradını okuyorum artık! Riyalı alkışlar eşliğinde
oyuncu baş eğsin! Oyunun içeriğini anlamayan seyirciyi ve boş bir salonu selamlasın! Yeter artık perde kapansın!
PERDE YAVAŞ YAVAŞ KAPANIR!
Efkan ÖTGÜN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.