- 181 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ŞİİRİN ÇİLE'SİNİ ÇEKEN MÜMTAZ BİR ŞAİR: NECİP FAZIL KISAKÜREK
M. NİHAT MALKOÇ
Çemberlitaş’taki bir konaktan kara zindanlara yürüyen meçhûl bir şair...
Cumhuriyet Dönemi Türk şiirinin doruklarında kendine yer bulan Necip Fazıl Kısakürek, 26 Mayıs 1904 tarihinde İstanbul’un Çemberlitaş semtindeki büyük bir konakta dünyaya gelmiştir. Dülkadiroğullarına bağlı "Kısakürekler" sülâlesindendir. Babası Mekteb-i Hukuk mezunu Abdülbâki Fazıl Bey, annesi Girit muhacirlerinden bir ailenin kızı olan Mediha Hanım’dır. Üstad’ın büyükbabası yine meşhur bir hukukçu olan Mehmet Hilmi Efendi’dir. İlk terbiyesini de ondan almıştır. Büyük şairin anneannesi Zaptiye Nazırı Salim Paşa’nın kızı olan Zafer Hanım’dır. Babaanne, torununu birçok romanla tanıştırmıştır.
Ele avuca sığmayan bir karaktere sahip olan Necip Fazıl, öncelikte Mahalle Mektebine gitti. Ardından sırasıyla Fransız Papaz ve Kumkapı’daki Amerikan Kolejine, Rehber-i İttihat Mektebine, Büyük Reşit Paşa Numûne Mektebine, Gebze Aydınlı Köyü Mektebine ve son olarak da Heybeliada Numûne Mektebine giderek nihayet ilkokulu bitirdi. Üstad, 1916’da Mekteb-ı Fünûn-u Bahriye-i Şahane’ye girmiştir. Mezuniyet beklerken bölüme bir yıl ilâve edilmesi üzerine söz konusu okuldan mezun olmadan ayrılmıştır. Henüz 17 yaşındayken İstanbul Darülfünûnu Edebiyat Medresesi Felsefe şubesine kaydolmuştur. 1924 senesinde Maarif Vekâleti’nin bursuyla Paris’teki Sorbon Üniversitesi Felsefe Bölümüne girmiştir.
Kısakürek, ilk olarak Felemenk Bahr-i Sefit Bankası’nda çalışmaya başladı. Daha sonra Osmanlı Bankası’nın Ceyhan, İstanbul ve Giresun şubelerinde çalışmayı sürdürdü. 1929 yılında Ankara’da İş Bankası Umum Muhasebe Şefi oldu. Dokuz sene boyunca burada çalışarak müfettişliğe kadar yükseldi. Taksim’deki meşhur Taşkışla’da 18 ay askerlik yaptı.
Necip Fazıl zamanın Maarif Vekili Hasan Âli Yücel tarafından Ankara Devlet Yüksek Konservatuarı’na hoca olarak atandı. Daha sonraki yıllarda İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Mimarî kısmında hoca olarak görevlendirildi. Robert Kolej’de hocalık yaptı.
Üstad Necip Fazıl, 1941 yılında köklü bir aile olan Bâbanzâdelerden Recai Bey’in kızı Fatma Neslihan Hanımefendi’yle evlendi. Bu evliliğinden Mehmed(1943), Ömer(1944), Ayşe(1948), Osman(1950), Zeynep(1953) adlarında beş çocuğu dünyaya geldi.
Hak bildiği yoldan asla dönmeyen Necip Fazıl, Tek Parti döneminde İslâmcı kimliği nedeniyle defalarca haksız yere mahkûm edilmiştir. O, kutlu inancı uğruna defalarca zindanlarda yatmıştır. 2 Mart 1960’ta Mustafa Kemal’e hakaret ettiği iddiasıyla 18 ay tutuklu kalmıştır. 12 Aralık 1952 - 30 Eylül 1953 tarihleri arasında ise yazdığı bir yazı sebebiyle 9 ay 12 gün hapishanede yatmıştır. 24 Haziran 1957 - 25 Şubat 1958 tarihleri arasında Fuat Köprülü’ye hakaret ettiği gerekçesiyle 8 ay 4 gün cezaevinde kalmıştır. 1960 darbesinden hemen sonra Ankara’dan İstanbul’a dönen Necip Fazıl, 6 Haziran 1960’ta tutuklanmış, 15 Ekim’e kadar, önce Davutpaşa’da, ardından da Balmumcu’da tutulmuştur. Buradan çıktığı gün ise kesinleşen diğer cezası sebebiyle yine cezaevine götürülmüştür. Onun daha bunun gibi nice mahkûmiyetleri ve cezaevi tutuklulukları olmuştur. Bunları yazsak sayfalar yetmez.
Necip Fazıl’ın, CHP’nin iktidar olduğu Tek Parti dönemi yöneticileriyle yıldızı hiçbir zaman barışmamıştır. Çünkü onun gür sesini ne parayla ne de korkuyla susturabilmişlerdir. Büyük Doğu dergisi sırf bu yüzden defalarca kapatılmış, sonra tekrar açılmıştır.
Necip Fazıl, 1947 yılında "Sabır Taşı" piyesiyle CHP Sanat Mükâfatı’nı kazansa da jürinin verdiği karar Parti Genel İdare Kurulu tarafından iptal edilmiştir. Bu ve bunun gibi aleni haksızlıklar CHP’nin ve dolayısıyla Tek Parti döneminin Üstad’a nefretini gösterir.
Üstad Kısakürek, 1949 yılının Ramazan ayında, davasının daha organize yürümesi ve büyümesi için, Büyük Doğu Cemiyeti’ni kurmuştur. 1950’de de Büyük Doğu Cemiyeti Kayseri şubesi açılmıştır. Üstad’ın teşkilatlandığını gören sol cenahlar onun hareket kabiliyetini ortadan kaldırmak için sudan sebeplerle onu mahkum etmiş, kara zindanlarda tutmuşlardır. Bu haksız tutuklamalar Üstad’ın davasına bağlılığını daha da artırmıştır.
Necip Fazıl bir dönem Yeni İstiklâl, bir dönem de Çetin Emeç’in sahibi olduğu Son Posta gazetelerinde başmakaleler ve fıkralar(köşe yazıları) yazmıştır.
Üstad’ın en önemli özelliklerinden biri de Türkçeyi doğru kullanması ve iyi bir hatip olmasıdır. O, hatipliğini kullanarak düşüncelerini geniş kitlelerle paylaşmak istiyordu. Bu gayeyle 1965’te Büyük Doğu Fikir Kulübü’nü kurdu. Bu kulüp vasıtasıyla, engin birikimini ve hatipliğini de kullanarak yurdun dört bir yanında konferanslar vermeye başladı. Konferans verdiği şehirler arasında İzmir, Erzurum, Van, Bursa, İzmit, Konya, Adana, Kayseri, Ankara, Kırıkkale, Eskişehir, Adıyaman, Burdur, Antalya, Gaziantep ve Maraş başı çekmiştir.
Kelime harcıyla söz abideleri inşa etmek yahut Necip Fazıl’ın şairliği
Türk şiirinin köşe taşlarından biri olan Necip Fazıl’ın şiire başlayış hikâyesi hayli enteresandır. Onun şair olmasında annesi Mediha Hanım’ın etkisi çok büyüktür. Necip Fazıl bununla ilgili şöyle der: “Şairliğim on iki yaşında başladı. Bahanesi tuhaftır: Annem hastanedeydi. Ziyaretine gitmiştim... Beyaz yatak örtüsünde, siyah kaplı, küçük ve eski bir defter... Bitişikte yatan veremli genç kızın şiirleri varmış defterde... Haberi veren annem, bir an gözlerimin içini tarayıp: ‘Senin, dedi; şair olmanı ne çok isterdim!’ Annemin dileği bana, içimde besleyip de on iki yaşıma kadar farkında olmadığım bir şey gibi göründü. Varlık hikmetimin ta kendisi... Gözlerim hastane odasının penceresinde, savrulan kar ve uluyan rüzgâra karşı, içimden kararımı verdim; ‘Şair olacağım!’ Ve oldum.”
Necip Fazıl Kısakürek şiire dair görüşlerini Çile kitabının sonuna eklediği "Poetika"da tafsilatlı olarak açıklar. Bu aynı zamanda İdeolocya Örgüsü’nün Şiir ve Sanat Bölümü’dür. Şairler içerisinde onun kadar geniş poetika sahibi yoktur. Çile’nin sonuna eklenen Poetika tam 26 sayfadır. O, “Poetika”sını on dört başlık altında kaleme almıştır. Onun şiir ve şaire bakış açısını ortaya koyan bu başlıklar şöyle sıralanabilir: 1. Şair, 2. Şiir, 3. Şiirde Usul, 4. Şiirde Gaye, 5. Şiirin Unsurları, 6. Şiirde Kütük ve Nakış, 7. Şiirde Şekil ve Kalıp, 8. Şiirde İç Şekil, 9. Şiir ve Cemiyet, 10. Şiir ve Hayat, 11. Şiir ve Din, 12. Şiir ve Müspet İlimler, 13. Şiir ve Devlet, 14. Toplam. Bunlar ayrı ayrı başlıklar hâlinde ayrıntılı biçimde tek tek açıklanmıştır.
Necip Fazıl, şiire ulvî anlamlar yükler. Şairleri yüce bir konuma yerleştirir. Ona göre şair, Allah’la insan arasında “gaibi kurcalayan çilingir”dir. "Ben şairim, gâibi kurcalayan çilingir;/Canlı cenazelerin başında Münker- Nekir…" beyti bunun dayanağıdır.
Necip Fazıl’a göre "Şiir mutlak hakikati arama işidir... Mutlak hakikat Allah’tır. Şiir Allah’ı sır ve güzellik yolundan arama işidir. " "Anladım işi, sanat, Allah’ı aramakmış; Marifet bu, gerisi yalnız çelik- çomakmış…" mısrası Üstad’ın şiire bakışını özetlemektedir.
Necip Fazıl Kısakürek, ilk şiirlerini ‘Yeni Mecmua’ adlı edebiyat dergisinde yayımlamıştır. 1925’te ilk şiir kitabı olan Örümcek Ağı’nı çıkarmıştır. Ardından çok ses getiren 128 sayfalık "Kaldırımlar" şiir kitabı okurla buluşmuştur. Bu kitap aylarca konuşulmuştur. Üçüncü şiir kitabı olan "Ben ve Ötesi" çıktığında o, şöhretinin zirvesindeydi.
Saf(öz) şiir anlayışının en büyük temsilcilerinden biri olan Necip Fazıl modern dünya insanının metafizik kaygılarını, arayış ve bunalımlarını yansıtan şiirler kaleme almıştır. Onun şairliğini iki döneme ayırarak incelemek, onu doğu anlamak açısından daha mantıklı olur. İlk döneminde henüz İslâmî duyarlılığa sahip değildir. Hayata sosyalist bir pencereden bakmaktadır. Maddeciliğin etkisinde kaldığı bu dönemin ruh hâli şiirlerine de yansımıştır. Örümcek Ağı’ndaki “Gece Yarısı”, “Boş Odalar”, “Ayak Sesleri”, “Çan Sesi” şiirleri onun korku, yalnızlık ve ölüm endişesiyle bezenmiş ruh hâlini ele veren şiirlerdir. Metafizik endişenin ve korkunun izlerinin sürüldüğü "Kaldırımlar" şiiri bu dönemin en değerli edebî mahsulüdür. Onun içindir ki şair ömrü boyunca "Kaldırımlar Şairi" olarak anılmıştır.
Necip Fazıl şiirlerini milli ölçümüz olan heceyle yazmıştır. Aruza ve serbest şiire uzak durmuştur. Çünkü o, şiiri mânâyla ahengin uyumu olarak görmüştür. Onun kaleminden çıkan hece vezinli şiirler, derinlik ve sanat değeri bakımından gidebileceği son noktaya gitmiştir.
Üstad Necip Fazıl Kısakürek , Abdülhâkim Arvasî’yle tanışmasından sonra dünya görüşü değiştiği için bundan sonra kaleme aldığı şiirlerin de muhtevası tamamen değişmiştir.
Cumhuriyet dönemi şiirimizin şahikalarında dolaşan Necip Fazıl’ın şiirlerinin en önemli özelliği kurgu olmamasıdır. O, yaşadığını yazmıştır. Bu yönüyle Mehmet Akif Ersoy’a benzemektedir. Söz konusu iki şairin bu kadar çok sevilmelerinin sebebi de bu olsa gerek.
Necip Fazıl, henüz Hakk ve hakikat yolunu bulmadan, onu o yola revan eyleyen Abdülhâkim Arvasî’yle tanışmadan evvel sol kesimler tarafından yere göğe sığdırılamayan bir şairdi. Varlık dergisinin kurucusu ve yazarı Yaşar Nabi Nayır onun için "Bir mısraı bir millete şeref vermeye yeter" sözünü söyleyerek onun birinci dönem şiirlerini ve hayatını övmüştür. Üstad bu söze karşılık şöyle demiştir: "Bu söz benim iman tarafım belli değilken, o hengâmede, bugünkü düşman cephesinin en kodaman kalemlerinden biri tarafından hakkımda kondurulmuş teşhistir.Yarabbi; nezdinde kendimi, en aşağı müminlik mertebesinin, ancak ayak tozlarını silmeye memur bir dereceye bile layık görmeyerek, böyle bir iddiadan kemiklerim ürpererek kaydediyorum; Sadece senin dininden, hak olan yolundan, tek olan kapından nefret ettikleri için nefret edilmek, bana ne muazzam payedir. Bu payeyi bana sen, hayatım ve bütün insanların hayatı gibi meccanen, yoktan, tek liyakat ve istihkakım olmadan verdin ve benim ağzımla değil, düşmanlarımın lisanıyla izhar ettin. Artık ben nasıl susabilirim.” Fakat Üstad, İslâm’la tanışınca "Necip Fazıl sanatına yazık etti" demişlerdir.
Hafakanlarla geçen bir ömrün inşirahla ve hidayetle taçlanması...
1904-1934 yılları arası merhum Necip Fazıl’ın arayış yıllarıdır. Bu süreç buhran ve hafakanlarla geçmiştir. Necip Fazıl, Abdülhâkim Arvasî’yle tanışınca dünyaya bakışı değişir. Onun için hayatını "Tanıyıncaya Kadar" ve "Tanıdıktan Sonra" diye iki ana bölüme ayırır. "Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum; /Gökyüzünden habersiz, uçurtma uçurmuşum" mısra-ı bercestesi bu kutlu tanışma sonrasında söylenmiş bir pişmanlık itirafıdır. Yine onun şu mısraları hocasına sevgisinin tezahürüdür:
"Benim efendim!
Ben sana bendim!
Bir üfledin de
Yıkıldı bendim
Ben ki, denizdim,
/ Dağ başı bendim
Şimdi sen oldun,
Âleme pendim
Benim efendim!
Benim efendim!
Feza levendim!
Ölmemek neymiş;
Senden öğrendim
Kayboldum sende,
Sende tükendim!
Sordum aynaya:
Hani ya kendim?
Benim efendim!
Benim efendim!
Emri yüklendim!
Dağlandım kalpten
Ve mühürlendim
Askerin oldum
Başta tülbendim;
Okum sadakta
Elde kemendim
Benim efendim!"
Necip Fazıl, hakikate uyanıştan önceki ömrüne dair pişmanlıklarını her fırsatta dile getirir. Fakat bunun sürekli yüzüne vurulmasından rahatsız olur. Bir ömrün acılarını dindiren ve gürültülerini sükûna erdiren Abdülhâkim Arvasî’yle tanışma hadisesi Necip Fazıl’ın otobiyografik eseri olan "O ve Ben" de tafsilatlı bir şekilde anlatılır. Üstad’ı hakkıyla ve lâyıkıyla tanıyıp anlayabilmek için bu eser öncelikle ve özellikle okunmalıdır. Necip Fazıl bu önemli eserini 1965’te "Büyük Kapı" adıyla yayımlamıştır. Üstad 264 sayfalık eserini okurlarına şu şekilde takdim etmiştir: "Bu eser, dünyaya gelişimden bugüne kadar en hususî renkleri, çizgileri ve sesleriyle hayatımın hikâyesi ve asıl O’nu tanıdıktan sonra mânâsını anlamaya başladığım vücut hikmetinin bende tecelli eden yakıcı ifadesidir. Bu bakımdan, kendilerini görünceye kadar malik olabildiğim bir buçuk esere nispetle bugün 60 cildi aşan ve hepsini birden o nura borçlu bildiğim eserler arasında, şimdikini, baş köşeye oturtulması lâzım ve en mahrem iç ve dış iklimlere doğru bir belirtiş olarak takdim ederim."
Necip Fazıl, şiirdeki metafizik duyarlılığı tiyatrolarına da yansıtmıştır.
Necip Fazıl, şairliğinin yanında iyi bir tiyatro yazarıdır. O, bu konuda da özgün eserler vermiştir. O,1935 yılında Muhsin Ertuğrul’un tavsiyesi ve ısrarıyla ilk piyesi olan ‘Tohum’u kaleme almıştır. "Ferhat" rolünü Muhsin Ertuğrul’un oynadığı bu oyun, sanat çevreleri tarafından çok büyük bir ilgi ve takdir görmüştür. Fakat seyirci, oyuna aynı ilgiyi göstermemiştir. 1937’de kaleme aldığı "Bir Adam Yaratmak" oyunu Üstad’ı tiyatro yazarlığının zirvesine taşımıştır. Üç perdelik bu oyun, yine Muhsin Ertuğrul tarafından sahnelenmiştir. Bu oyun sadece sanat çevreleri tarafından değil, seyirci tarafından da çok beğenilmiştir. İlk yazdığı oyunların ilgi görmesi onu şevklendirmiş, bu sefer de "Künye" adlı oyunu yazmıştır. Fakat bu oyun, sahnelenmeye değer bile bulunmamıştır. O, "Nam-ı Diğer Parmaksız Salih" oyununu 1949’da yazmıştır. Gazetede tefrika edilen "Sır" adlı oyunun bir zaman sonra yayından kaldırılması Üstad’ın canını sıkmış, 15 yıl gibi uzun bir süre tiyatro metni yazmamıştır. Oyunlarının bir dönem ilgi görmemesini şöyle yorumlamıştır: “Bu adamı (Muhsin Ertuğrul’u) seyrettikten sonra, tiyatroya temayül ettim. Eserlerimi kendisi oynamıştır; baş eserlerimi... Bir Adam Yaratmak gibi, Tohum gibi... Sonra anlaşamadık, ayrıldık. Tiyatro benim dindar tarafıma tahammül edemedi. Bir nevi boykot oldu.”
Necip Fazıl, 15 yıl bekledikten sonra tiyatro yazarlığına geri dönmüştür. Üstad, 1960 İhtilâli’nde hapse girmiş, burada ’Ahşap Konak, Kumandan ve Reis Bey’ piyeslerini yazmıştır. Necip Fazıl’ın 15 tiyatro eseri kitaplaştırılmıştır. Bunlar arasında(yukarıda bahsedilenlerin dışında) "Sabır Taşı, Yunus Emre, Kanlı Sarık, Para, Mukaddes Emanet, İbrahim Ethem, Püf Noktası, Siyah Pelerinli Adam, Abdülhamid Han" isimli oyunları sayabiliriz.
Ağaç’tan Büyük Doğu’ya bir büyük mücadelenin destanlaşan serencamı
Üstad Necip Fazıl, on parmağında on marifet olan mütefekkir şair ve yazarlarımızdan biridir. O, gönüllere nakşedilen kelimelerin sultanıdır. Onun bariz yönlerinden biri de gazeteciliği ve dergiciliğidir. Onun 14 Mart 1936’da Ankara’da haftalık olarak çıkardığı ilk dergi Ağaç’tır. Fakat Necip Fazıl deyince akla Büyük Doğu gelir. Çünkü onun adı Büyük Doğu’yla adeta özdeşleşmiştir. İlk sayısı 1 Eylül 1943’te çıkan Büyük Doğu dergisi fasılalı olsa da tam 35 yıl yayın hayatını sürdürmüştür. Söz konusu dergi haftalık, aylık ve günlük olarak toplam 512 sayı çıkmıştır. Bu süre zarfında dergi, tabir caizse, bir mektebe dönüşmüş, yüzlerce şair ve yazar bu mektepte hocalık yapmış, yeni kalemler yetiştirmiştir.
"Kaldırımlar Şairi" olarak tanınan Necip Fazıl’ın ikinci önemli vasfı Büyük Doğu dergisinin sahibi ve yazarı oluşudur. Büyük Doğu onun için bir millet kürsüsü vazifesi görmüştür. O, Tek Parti döneminin en despot zamanlarında bu derginin sayfalarında her konuya korkusuzca değinmiş, sözünü sakınmamıştır. Büyük Doğu’daki birçok yazısı nedeniyle adlî takibe uğramış, hakkında birçok beraat, tevkif ve mahkûmiyet kararları verilmiştir. Fakat hiçbir karar onun kararlılığını ve dik duruşunu engelleyememiştir.
Büyük Doğu dergisi İslâmcı hareketin öncülüğünü üstlenen bir dergi olsa da bu çizgideki kalemlerin yanı sıra, edebiyatla hemhâl olmuş şair ve yazarlara da kapısını açmıştır. Bir nesil, mektep hükmündeki bu dergide yetişmiş, ülkenin yarınlarına yön vermiştir.
Yazma konusunda bitmez tükenmez bir enerjiye ve bilgiye sahip olan Necip Fazıl, Büyük Doğu’da kendi imzası dışında Ne-Fe-Ka, Büyük Doğu, Be-De, Ahmet Abdülbaki, Adıdeğmez, Ozan, Ha-A-Ka, Ozanbaşı, Hi-Ab-Kö, Bankacı, Prof. Ş. Ü., Neslihan Kısakürek takma adlarını da kullanmıştır. Birçok yazısı kitaplaşmadan evvel bu dergide yayımlanmıştır.
Merhum Necip Fazıl’ın, Ağaç ve Büyük Doğu dergileri haricinde, "Borazan" adıyla sadece üç sayı çıkarabildiği bir mizah gazetesi daha vardır. Borazan, Büyük Doğu’nun yayınının durdurulması üzerine çıkarılan bir ara yayın organıdır. Çok büyük rağbet gören Borazan, Büyük Doğu’nun tekrar yayımlanmaya başlamasıyla yayın hayatından çekilmiştir.
Necip Fazıl’ın kültürel mirası bir nesli beslemiştir.
Necip Fazıl bir ilim, sanat, edebiyat ve aksiyon adamıdır. O, ömrünü İslâm davasına adamış, bu davanın doğru bir şekilde anlaşılması için gecesini gündüzüne katarak şiir, hikâye, roman, hatıra, deneme, makale, fıkra ve tiyatro türlerinde onlarca eser kaleme almıştır. Kafamızda şüphe oluşturacak her konuyu aydınlatmıştır. Onun bize bıraktığı bu kültürel miras bir nesli doyurmaya yetmektedir. Düşünüyorum da, Necip Fazıl olmasaydı bu ihtiyacı nasıl giderirdik? Onun külliyatını oluşturan eserleri türlerine göre şöyle sıralayabiliriz:
Şiir türü: Örümcek Ağı (1925), Kaldırımlar (1928), Ben ve Ötesi (1932), 101 Hadis (1951), Sonsuzluk Kervanı ( 1955), Çile (1962), Şiirlerim (1969), Esselâm -Mukaddes Hayattan Levhalar- (1973), Öfke ve Hiciv (1988). Tiyatro ve Senaryo Romanı: Tohum (1935), Bir Adam Yaratmak (1938), Künye (1938), Sabır Taşı (1940), Para (1942), Vatan Şairi Namık Kemal (1944), Nâm-ı Diğer Parmaksız Salih (1949), Reis Bey (1964), Ahşap Konak (1964), Siyah Pelerinli Adam (1964), Ulu Hakan Abdülhamid Han (1969), Yunus Emre (1969), Mukaddes Emanet (1971), Senaryo Romanları (1972), İbrahim Edhem (1978). Hikâye ve Roman: Meşum Yakut (1928), Birkaç Hikâye Birkaç Tahlil (1933), Ruh Burkuntularından Hikâyeler (1965), Hikâyelerim (1970), Aynadaki Yalan (roman-1980), Kafa Kâğıdı (1984). Hatıra türü: Cinnet Mustatili (1955), Büyük Kapı (1965), Yılanlı Kuyudan (1970), Hac’dan Çizgiler, Renkler ve Sesler ve Nur Mahyaları (1973), O ve Ben (1974), Bâbıâli (1975). Din-Tasavvuf: Halkadan Pırıltılar (1948), O ki O Yüzden Varız (1961), İman ve Aksiyon (1964), Hazret-i Ali (1964), Peygamber Halkası (1968), Çöle İnen Nur (1969), Son Devrin Din Mazlumları (1969), Nur Harmanı (1970), Doğru Yolun Sapık Kolları (1978), İman ve İslâm Atlası (1981), Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu (1982). Deneme, Fıkra, Siyasî-Tarihî İnceleme: Abdülhak Hamid ve Dolayısiyle (1937), Namık Kemal-Şahsı-Eseri-Tesiri (1940), Çerçeve (1940), Müdafaa (1946), Maskenizi Yırtıyorum (1953), At’a Senfoni (1958), Büyük Doğu’ya Doğru (1959), Türkiye’de Komünizma ve Köy Enstitüleri (1962), Ulu Hakan Abdülhamid Han (1965), Büyük Mazlumlar (1966), Türkiye’nin Manzarası (1968), Tanrıkulu’ndan Dinlediklerim (I-II, 1968), Bin Bir Çerçeve (I-V, 1968-1969), Vahîdüddin (1968), İdeolocya Örgüsü (1968), Benim Gözümle Menderes (1970), Tarihimizde Moskof (1973), Rapor (I-XIII, 1976-1980), Yolumuz, Hâlimiz, Çaremiz (1977), İhtilâl (1977), Yeniçeri (1977), Sahte Kahramanlar (1984).
O; söylemden eyleme koşan, kökü mâzide, gövdesi âtîde bir gençlik peşindeydi.
Necip Fazıl şairliği, yazarlığı ve eylem adamlığıyla bir çağa mührünü vurmuş mümtaz bir edibimizdir. Bu ülkenin yetiştirdiği en büyük münevverlerden biri olan Necip Fazıl, gelecek nesillerin yürümesi için nurlu bir yol açmıştır. Bugün Türkiye’yi yönetenler ve geleceğimize yön verenler onun düşüncelerinden beslenmiş, onun rahle-i tedrisinden geçmiş insanlardır. Bu yönüyle bakarsak Necip Fazıl yaşıyor, yaşamaya da devam edecektir.
Necip Fazıl resmî devlet düşüncesine alternatif olabilecek İslâmcı bir nesil yetiştirmenin gayreti içerisindeydi. Başta İdeolocya Örgüsü olmak üzere, hemen her eserinde bu ideal gençliği düşünceleriyle beslemiş, onların hayata hayat katmasını arzulamıştır.
Yirminci yüzyılda dünyaya egemen olmaya başlayan seküler, pozitivist, kapitalist ve sosyalist fikirlerden beslenen mevcut düşünceyi inançlarımıza ters gören Necip Fazıl, yeni ve bizden izler taşıyan İslâmcı bir düşünceyi tesis etmek için uğraşmıştır. Bu yeni düşüncenin hayata geçirilmesinin gençlerle mümkün olacağını bilen Üstad; onlara ayrı bir önem vermiş, her fırsatta böyle bir gençliği inşa etmek için çalışmıştır. İktidardaki düşüncenin aksini savunmak ve ona alternatif bir düşünce getirmeye çalışmak onun birçok kere başının sıkıntılara girmesine neden olmuştur. Fakat bedeli ne olursa olsun, doğru bildiği yoldan ayrılmamış, ısrarla bu yolda yürümüştür. Onun samimiyetini ve düşüncesinin sağlamlığını gören kitleler, izini kendilerine iz etmişlerdir. Kartopu zamanla çığa dönüşmüştür.
Necip Fazıl’ın hayalini kurduğu gençlik Büyük Doğu Gençliği’ydi. Bu gençlik dünyayı doğru anlayan, pozitif bilimlerle donanmış, İslâmî ve insanî değerleri hayatının merkezine koyan, kökü mâzide, gövdesi âtîde olan bir gençlikti. Maddenin cenderesinde bunalan insanların huzura ve inşiraha kavuşması ve iki cihan saadeti için böyle bir gençliğe ihtiyaç vardı. O bu gençliği "Gençliğe Hitabe" adlı yazısında şöyle tarif ediyordu: "Kim var?" diye seslenilince, sağına ve soluna bakmadan fert fert ’ben varım!’ cevabını verici, her ferdi ’benim olmadığım yerde kimse yoktur!’ fikrini besleyici bir dava ahlakına kaynak bir gençlik..."
Velut bir kalem olan merhum Necip Fazıl Kısakürek, 1980’de Türk Edebiyatı dergisi tarafından büyük bir törenle "Sultanü’ş-Şuara"(Şairler Sultanı) ilân edilmiştir. 1982’de de "Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu" adlı eseriyle "Yılın Fikir ve Sanat Adamı" seçilmiştir.
Necip Fazıl; ömrünün son yıllarını Erenköyü’nde, kesinleşmiş, infaz aşamasına gelmiş mahkûmiyetinin gölgesinde geçirmiştir. 25 Mayıs 1983 tarihinde, 79 yaşında iken bir gece yarısında ruhunu teslim etmiş, çok sevdiği ve davası uğruna bir ömür geçirdiği Rabbine kavuşmuştur. Ertesi gün Eyüp sırtlarında toprağa verilmiştir. Allah rahmet eylesin.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.