Ağızda Oklava
Dünde kalanlar var. Bugün de peşine düşüp aradığın tortular var.
Anladıkların var ya da öyle sandıkların ki toplamı da olabilir aradıklarının.
Bir de anlayamadıkların ki, içi kapkara. Dışı kamuflaj.
Ve sesler, boğulan sesler, sansürlü sesler.
Ve ağızda oklava ile dolaşanlar var bu dünyada.
Nice anlatılmayan, anlatılmayı, anlaşılmayı bekleyen hikayeleri var onların, dahi gördüklerinin, grömediklerinin.
Ve yığınlar...
Yığınlar, diyorum; üstünden atlanmayan duvarları andırıyor o yığılanlar. Sence tasarlanmayan, mimarisi sana ait olmayan ve içinde yaşamanı zor kılan yasalar, sistemler, yapılar...
Onlar her yerde, hangi tarafa dönersen dön, hangi tarafa koşarsan koş, karşında onlar var.
Onlar kuşatmış dünyayı. Dünya ki ona, buna, sana, bana ait olmalı. Ah...
Ve nihayetinde su gibi akıp gidiyor zaman. Yaş alıyorsun. Günbegün dizlerinin sıvısı tükeniyor. Anlıyor musun? En güzel düşlerini erteleyen senden, senin dizlerinden söz ediyorum. Damlarında eriyen kıkırdakların süratli gıcırtısı beyni delen matkabı andırıyor. Yine de susuyorsun. Yaşanacak çok yılların varmış gibi, hala susuyorsun.
Sen, içinde sallandığın beşikten bu yana sus(turul)uyorsun. Ah, bu nasıl bir öğretidir ki sen hala itaat ediyorsun? Sus ki, dişlerinin arasında sıkışıp kalan ahlak mangası. (Yoksa adı, beyaz bir çarşafta kan damlası mı olmalıydı?) Deki bana, eskidendi o, çok eskiden ve tarihe karıştı...
İçin, diyorum; için, uçsuz bucaksız mayın tarlası.
Kendine dahi duyurmaktan sakındığın iç çığlıkların var, biliyorum. Ta kuzeyden duyuyorum içindekileri. Seher vakti korku tanımayan lacivert deniz dalgası gibi. Sakın unutma! Bakarsın yükselir, yükselir o dalgalar ve duvarlarını parçalar kalbinin...
Az ötede rasyonellikten uzak başıboş ve absürt bir zulüm. Sahi sana, bana, ona çok mu uzak? Zulüm ki içimizde son bulmayan bir kanama. - Öyle ağız burun bükme, kıvrılıp durma! Ben değil, deme n’olur. O zulüm senin de içinde, hatta senden de türeme...
Dilersen geç, aynanın karşısına geç ve gözlerinin içine bak.
İşte, işte o gözlerinde ışıldayan karanlık paradoks var ya; zulmün portresi.
Bütün bunlara rağmen yalvarıyorum sana! Bir zamanlar anneme yalvardığım gibi yalvarıyorum:
Bir şey yap!
Öyle uyuşuk, öyle mecalsiz, iki büklüm oturma.
Zerre kadar da olsa, yap yap yap; çünkü sitemle değişmez bu dünya.
Bir zerre, diyorum; eli kolu bağlı oturmaktan çok daha iyidir, inan bana.
Çıkar at o oklavayı ağzından. Susma susma!
Hem sloganları küstürmekle dipsiz bir kuyuya düşüyorsun
.
Yap, bir şeyler yap
Yap ki toprak çatlamasın
Su bulanmasın
Güneş köpürmesin
Orman çığlık çığlığa yanmasın senle beraber
Kuşların, ağaçların, kelebeklerin, çocukların hatırına
Yap yap yap
Bir şeyler yap
H. Korkmaz, Maj 2024 Sthlm
YORUMLAR
Tüya
Ben de unarım, dilerim öyledir, Şair.
Her daim saygı ve teşekkürlerimle,
esen kalın.
Çok haklısın. Şu ölü toprağını artık atmak gerek üzerimizden.
Ağızda oklava çok yaratıcı ve ironik. Anlatı bir isyanın sesi/sizi.
Zulüm insnaın kendi kadar yakın. Çünkü zulüm insanın kendi.
Che'nin dediği gibi; Özgürlüğün en büyük düşmanı, halinden memnun olan kölelerdir. Sanırım hepimiz en çok kendimize köleyiz...
Çok güzel ve farkındalık yaratan bir yazı. Keşke herkes bu farkındalıktan nasiplense.
Selam ve muhabbetle.
Tüya
Che'nin sözü çok isabetli ve geçerliliğini koruyor.
Meğer insanın değişmesi ne çok zahmetli...
Çok teşekkür ederim, kıymetli eşliğin için.
Saygı, selam ve dostlukla.