- 205 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
-MUHAKEMEDE ANAHTAR KAVRAMLAR-(5)
Bizde günyüzü görmemiş tabirine inat öyle gün ışığının süzgecinden, filtresinden geçmiş berrak duruş gösteren sözler vardır ki, aklı havsalası durur insanın.
“Elifi görse mertek sanmak” söz gelimi. Çok cahil olmak bağlamında kullanılır. “Sapla samanı karıştırmak” yahut. Gözlem yeteneğine dönük bir vurgudur şüphesiz. İyiyi kötüyü karıştırmak, teorik pratik ayrıntıları kaçırmak bağlamında düşünülür. “Kantarın topuzunu kaçırmak” veya. Ölçüyü, ayarı, dengeyi kaçırmak manasındadır. “Vur deyince öldürmek” de bu değil midir gerçekte?
Panzehir nedir bu zaafların giderilmesinde peki? “Herhangi bir konuda, ileriyi düşünerek ölçülü davranma, sakınma.” Anlamında ihtiyat, “Aşırı olmama durumu, ölçülülük.” Manasında itidal geleneğin dumanı tüten yol gösterici ögeler değil midir? Tersi “Temelsiz kaygılar, kuruntular, kuşkular.” Anlamında evhamlılık halidir elbette. Bu ise öyle müşkülatlı bir haldir ki, yol göstermek bir yana ayak bağı olur bizlere. Ve tüm bu hususlar menfi çizgide yürüdüğünde bireysel, toplumsal yaşamda, tarihsel süreçlerin işlemesinde ifrat tefrit, etki tepki hallerini doğurmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de de yüce Allah “Size karşı savaşanlarla siz de Allah yolunda savaşın, fakat aşırılığa sapmayın; Allah aşırılığa sapanları sevmez.” Buyurmaktadır nihayet.
Tüm bunların ışığında millet olarak kendimizi süzgeçten geçirebiliriz de. Kavramlar, fikirler, hisler, değerler planında olan ne, olması gereken ne sorgulanabilir. Buna mukabil taşlar yerli yerine oturabilir de.
Kişi bir şey diyor, ne manada diyor? Genel düşünce yapısı nedir? Hatta ruhi yapısı nasıldır? Hayatı, dünyayı, içindekileri karşılarken ekseriyetle müspet menfi, pozitif negatif vaziyet alan, tutum ve davranışlarını ona göre sergileyen insanlar anlık söz ve söylemlerinde nasıl bir kanı uyandırır, uyandırmalı dahası?
Şöyle ki, siyasi ideolojik etmenler insanımızı zaman zaman bu gerçekliğin dışına çıkartmakta. Cımbızlamak tabir edilen bir yaklaşım biçiminin dayanılmaz cazibesiyle dolup taşmaktayız böyle anlarda. Kendimize yapılmasını istemediğimiz, hoş karşılamadığımız davranışları başkalarına karşı tatbik etmekte beis görmüyoruz kimi. Bunda hiç şüphesiz kısas-a kısas, misilleme parantezini de gözden uzak tutmamalı. Öyle ya, hiçbir şey sebepsiz değildir. Ne ki, bumerang etkisi de yapmaktadır bu haller içten içe.
Çözüm elbette aklı selim, sağduyu kavramları etrafında şekillenecektir. Ülkemiz coğrafi, jeopolitik konum itibarıyla yeryüzünün neresinde vücut bulmakta? Tarihsel çizgide hangi süreçlerden geçtik? Tarihi dönemlerin iç ve dış dinamikleri nelerdir?
Bir beyaz eşya firmasından buzdolabı, televizyon alıyoruz, eve getirirken çıplak halde mi bagaja atıyoruz? Bilakis etrafı köpüklerle çevrelenmek suretiyle koliye yerleştirmiyor muyuz? Ya da, bir antika eşyayı kazılarda gün ışığına kavuştururken arkeolojik metotlar izlendiği kuşkusuzdur. Aksi halde zedelenecek olan eser özelliğinden kaybedecektir değil mi?
Demem şu ki, siyasi ideolojik halleri, değişimleri okurken de günlük, haftalık zeminde, hani düşen bir takvim yaprağına bağlı değil de süreçler, nesiller, asırlar çizgisinde okumalı, okuyabilmeliyiz. Hani derim ki, olgular birincil, olaylar ve kişiler ikincil değer taşımalı kanımca. Kuşkusuz tarihe yön veren kişilikler ve hadiseler de yok değildir.
Tarihte bireyin rolünün derecesi etkinlik bazında değerlendirilir. Burada kriter iyi kötü, güzel çirkin, doğru yanlışa motamot bağlı da değildir. Neticeye etkisi esas teşkil edecektir. Yakınlık duyduğumuz tarihsel karakterler sorgulandığında, eleştirildiğinde huylanmamız ise bu durumu kavramamamızdan kaynaklanmaktadır daha ziyade. Bu da duygusal hassasiyetlerimize bağlı olsa da dezavantaj getirmektedir bizlere.
Öte yandan olgular birincildir diyorum da; söz gelimi uygarlık tarihinin yanı sıra siyasi, iktisadi tarihin dinamiklerine ışık tutacak, nirengi noktası, ağırlık merkezi teşkil edecek bir bölge, coğrafya, havza vardır yaşlı dünyamızda. Akdeniz, evet Akdeniz. Gerçekten de hinterlandıyla, besleyen damarlarıyla birlikte aldığımızda binlerce yıl boyunca medeniyetlerin yeşerdiği bir coğrafi birimden söz ediyoruz. Annales okulu tarihçileri keyifli keyifli tarihi ekonomi, antropoloji, sosyoloji, genel coğrafya verileri ışığında okurlar söz gelimi. Fernand birader (Braudel) bir Fransız tarihçi olarak anlı şanlı Akdeniz’in canlılığı ve dinamizmiyle resmeder analizini.
Peki ne olur? On altıncı asırda Osmanlının da büyük bir başarıyla hakim olduğu, dokuduğu havza okyanus aşırı bambaşka güzergahların kanatlandığı bir zamana açılım yapacaktır. Öyle ki, tam Türk gölü halini almışken bu barajı aşmak, aşabilmek Avrupa için kaçınılmaz bir hal de almaktadır. Nasıl ki, Belçikalı tarihçi Henri Pirenne’nin de vurguladığı üzere sekizinci asırda aynı havzada Müslüman Arapların hakimiyeti Roma çağını tümden sonlandırır ve Avrupa’yı orta çağ feodalizmine sevk ederse bu kez Merkantilist kıtalararası seferberliği doğuracaktır. Bunda çiçek bozuğu altın gümüş humması kadar Osmanlı’nın Akdeniz üzerinde kurduğu blokaj etkili olsa gerek.
Başlarda buna direniriz de. Kanuni Sultan Süleyman döneminin büyük hamlelerinden biri de malum olduğu üzere Hint Seferleri olmaktadır. Bunda Kızıldeniz’in Hint okyanusuna açılım noktalarındaki Müslüman topluluklara ve ülkelere yardım düşüncesi kadar stratejik yaklaşımlar da tayin edici olmaktadır. Preveze zaferini müteakip dört Hint seferi düzenleriz de nihai noktada bir muvaffakiyetsizliğe dönüşecektir ne yazık ki. İç denizlere uygun donanma yapımız Portekizliler karşısında bekleneni vermekten uzaktır açıkçası. Bu durum Piri Reis gibi bir büyük denizci ve alimin yaşamına da mal olacaktır. Cihan imparatorluğunun başarısızlığa tahammülü elbette bulunmamaktadır. Halbuki hadise salt Piri Reis’in kişiselliğine bağlı olmasa gerek. Dahası başlarda Aden körfezi çevresinde Portekizliye karşı bazı başarılarda elde edilir. Civardaki Müslüman ülkelerden yeterli desteğin alınamamasının da etkili olduğu hususu mevzu bahis edilmektedir söz gelimi.
İlginçtir dördüncü seferde başarısızlığa uğrayıp İstanbul’a askerleriyle birlikte karadan dönen Seydi Ali Reis yolda başlarından geçen halleri ve gördükleri yerleri kaleme alarak eserini sultana sunmasıyla canını kurtaracaktır.
Sözün özü, Osmanlı Avrupa’nın yeni politika ve atılımlarını görmekte, kavramakta, hamle yapmakta ancak beklenen başarıyı gösterememekte. Akdeniz üzerinde de bazı savaşların olumsuz neticeleri dikkat çekmekte. Daha önce de arz ettiğim gibi Malta Kuşatmasının başarısızlıkla sonuçlanması ve İnebahtı bozgunu kritik eşik teşkil etmektedir zannımca. Rüzgarlar ters yönden esmektedir açıktır ki. Sokullu Mehmet Paşa’nın Don ve Volga arasında kanal açmak, beraberinde Süveyş kanalını açmak misali çağının ötesinde dev projeleri de içerideki sığ kafalara takılmaktadır.
Efendim! Netice-i kelam, bir bereketli coğrafya hinterlandıyla birlikte kurumakta ve devreden çıkmaktadır. Oysa tam tersi bir U dönüşüyle özellikle petrol ekseninde yeniden canlanacağı günleri bekleyecektir. Bir kış uykusu halidir bu, uzunca bir kış uykusu. Nitekim yirminci yüzyıl itibarıyla bu petrol zenginliği bölge ülkelerine hayat kaynağı sunacaktır. Ne ki, bilimsel düşüncenin ve buna kaynaklık eden rasyonel kafa yapısının ışığı düşmediğinde benzin motor ilişkisinin ötesine geçmemektedir açılan böylesi bir damar. Hani derim ki, emperyalizm, oryantalizm, Siyonizm gibi dışsal motiflerin tahribatları kadar zihni, ruhi dinamizm kaybı, içsel çölleşme şarkın şarkılara konu olmayan ana problemi olmalı.
-DEVAM EDECEK-
L.T.
YORUMLAR
Zihin fenerini yakıp bu deryanın derinliklerine daldığımda, sözlerin kıvrımlarında kaybolup gittim.
Düşünceler, masalın gizli bahçesinde dans eden kelebekler gibi özgürce kanat çırpıyordu. "Elifi görse mertek sanmak" gibi bir deyiş, bilgelik tapınağının giriş kapısını aralıyordu .Her kelime, bir başka anlamın kapısını aralıyor, her cümle bir başka düşünce diyarına kapı açıyordu.
Siyasi ideolojilerin gölgesinde yürüyen insanlık gemisinin rotası, tarih denizinin dalgaları arasında savruluyordu.Ancak, sağduyunun pusulasıyla donanmış bir gemi, bu fırtınalı denizde daima güvenli limanlara varabilirdi. Siyasi çekişmelerin gölgesinde kalan akıl, o muhteşem geminin direğiydi, sağduyu ise pusulasıydı.
Tarih, bir mozaik gibi, farklı renklerin ve desenlerin bir araya gelmesiyle oluşan büyüleyici bir tablo gibiydi. Her bir olay, bir başka hikayenin parçasıydı ve her bir karakter, o hikayenin kahramanıydı. İnsanlık, bu büyük tablonun bir parçasıydı ve her birimizin rolü, bu kocaman mozaikteki birer renk noktasıydı.
Akdeniz, tarih sahnesinin merkezi gibi parıldıyordu. İnci gibi parlayan bir kültürel mirasın beşiği, medeniyetlerin o muhteşem dansının sahnesi gibiydi. Her bir liman, binlerce yıl boyunca ticaretin, kültürün ve bilgeliğin akışının tanığıydı.
levent taner
Yazımın özlü bir ifadesini buldum değerli yorumunuzda
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket
Katılım ve katkınız dolayısıyla şükran duydum
Çalışmalarınızda başarılar dilerim
Selam ve saygılarımla.