“En kötü demokrasi en iyi darbeden evladır” sözü geçmişten bugüne pek meşhur ve tasvip gören bir söyleyiştir ülkemizde. Günümüz
Türkiye’sinde de bu anlamda artık askeri darbenin, müdahalenin telaffuzu, terennümü yok denebilir. Kimi dinlesek darbeden yana olan mı var,
kardeşim darbeyi kimse müdafaa etmez, geçmişte olanlarda en iyimser halde bile, hani bir takım gerekler dairesinde yapılsa dahi olumsuz neticeler doğurmuştur ülkemiz adına denilmektedir devamlı surette.
Oysa gerçek bunun tam tersi kanımca. Telaffuz olarak ortalıkta gezdirilmese de militarizmin farklı dönemlerdeki tatbikatlarının kodladığı, genlerimize sirayet ettiği muhakkak bir darbe ruhundan söz edilebilir. Geçmiş darbeleri bile genel olarak koşullu eleştirdiğimiz her halde bu psikoloji kendini gösterir. Bir kesim yirmi yedi Mayıs ve yirmi sekiz Şubata, b
aşka bir kesim on iki Mart ve on iki Eylüle gereklilik tanır vesselam. Hiçbir darbe iyi değildir ama o
vakit şu hususlar vardı demelerimizde bile askeri vesayet sisteminin edilgen çizgide terminolojisini, iliğimize kemiğimize işlemiş ruhaniyetini g
özlemek en azından sezmek imkansız olmasa gerek. Çocuksu bir edayla “Portakalı soydum başucuma koydum ben bir
yalan uydurdum duma duma dum” misali format atmıyor muyuz acaba? Öyle ki
çocukluk tekerlemelerimiz alttan alttan ele vermektedir bizi.
Şu kadar ki günümüz
Türkiye’sinde seçimle iktidara gelen hükumet modelinin eli güçlü. Sistemi domine edebilme imkanı daha geniş. Buna karşın muhalif siyasi yapıların eli daha zayıf görünüyor. Bu da kimin dominant kiminse resesif pozisyonda olduğunu ortaya koymakta. Söylemlerde buna göre şekillenmekte haliyle. Futbolun defansif, ofansif tabirleri toplumsal, siyasal alanlarda da aynen işlemekte. Bakıyorsunuz eski sosyalist yapılar Kemalist ulusalcılığa vuruyor. Bir b
ölümü de hükumete yakın, yanlış anlaşılmasın. Kemalizm’e yaslanan sosyalistler iki bin ikiden öncede böyle miydiler? Şöyle ki eski Kemalist yapılanmadan, devletçi seçkinciliğin sultasından yılan sosyalistler Er
doğanizm ile dirsek teması yaparak ofansif oynarken, AKP hükumetinin otoriter söylemlerinden bunalan eski sosyalistler de soluğu
Atatürkçü/Ulusalcı damarı işletmekte bulmakta, defansı geride kurmaktalar.
Kendi hesabıma öteden beri Mustafa Kemal ile Kemalizm’i
Atatürk ile
Atatürkçülüğü ayırmak gerektiği kanısındayım. Bir kere izmler hiçbir
zaman kavramların motamot kendisi değildir. Her kavramın bir kapladığı alan vardır. İzm bunu alır mutlak değer kılar. İkincisi lider etrafında düşündüğümüzde de izmler yandaşların siyasi ideolojik bir kişiliği algılama biçimine bağlıdır. Orta boy insanın büyük adamı tarif ediş biçimi körün fili tanımlaması misalidir. Elleriyle kulağını yoklasa fil bir yelpazedir der, hortumunu yoklasa fil bir borudur, bacaklarına dokunsa fil bir sütundur demez mi?
Öte yandan Kemalizm soğuk
savaş dönemi koşullarında sömürgeciliğe karşı bağımsızlık
savaşlarının ideolojisi olarak biçimlenir. Bin dokuz yüz ellilerin, altmışların Üçüncü Dünyacı söylemleriyle benzeşir hani. Milli mücadelenin Mustafa Kemal’ine yükseklik tanırken, Cumhuriyet döneminin burjuva inkılapçılığını ihtiyatlı karşılar.
Atatürkçülük ise İslam
dünyasının son asırlarda batı karşısında gerileme, zayıflama süreçlerine yakından bağlı olarak batılılaşmacı, modernist çizgide yükselmektedir.
Bu yönleriyle her iki vurgununda teoride kapladığı realist bir alan, izafi bir gerçekliği olsa da ülkemiz denkleminde ikisinin de pratiği fiyaskodur. İster Kemalizm diyelim isterse
Atatürkçülük, münferit haller haricinde belirli bir asker, bürokrat, aydın tabakanın statükocu, cuntacı, darbeci cartcurtlarını aşamaz. Kısa sürede İnönücülüğe dönüşüp
dünya karşısında çekingen, kaypak, elitist bir çizgide topak yapmaktadır. Bu şekilde yumru yaptığı ölçüde toplum kesimlerinin tepesinde demir bir yumruk misali durmakta, beraberinde ise ikide bir zartzurt etmenin ötesine geçmemektedir.
Ya peki son ayların teğmenler olayında böyle bir darbeci ruhaniyet var mı? Kesin var derim. Direkt darbe yapmayı hedeflemek değil illa ki. Hani derim ki pratikte kılıç şakırdatarak, slogan atarak müdahale edelim sisteme, rejimi koruyup kollama görevimizi yerine getirelim değil elbette. Ne var ki bir vücut dili oluşturduğu, ortamını bulsa daha öteye de geçebileceği şeklinde “aba altından sopa göstermiyor mu?” acaba.
Madalyonun diğer yüzünde ise hayır canım ne alaka
Atatürk’e bağlılıklarını iletmişler, biraz da yemin töreni sonrası hoşbeş etmişler diyenlerin anlamak istemediği nokta şu: Artık eski anti komünist, milliyetçi, Kemalist soslu darbeler döneminde değiliz. Teğmenlerin başında okullarını birincilikle bitirmiş üç genç kızın bulunmasından ilhamla,
Atatürk’ün kızları bunlar hayaliyle bir nevi voleybol devrimi bekleyenler feci şekilde yanılırlar. Bir bakıma on beş yıl kadar öncesinin Arap
dünyasındaki sosyal hareketlerin, sosyal medyada tweet atarak meydanlarda buluşan kalabalıkların Arap baharı, Yasemin devrimi hayallerinin nasıl Siyonist tandanslı darbelere dönüştüğünü hatırlayın.
Ülkemiz semalarında ise bu durum biraz daha farklı tezahür etmeye müsaittir. Son on yılda dinsel yapılanmanın ikiye ayrıldığı noktasında meseleyi alalım.. Demem şu ki AKP hükumetinin bütünlüğü içerisinden kopan bir FETÖ yapılanmasını yabana atmayın derim. Bu yapının kökleri 12 Mart muhtırası dönemine inmektedir. Soğuk
savaş döneminde anti komünist NATO Gladio oluşumlarına bağlı temellendiği ve boy verdiği muhakkaktır. Dolayısıyla salt mevcut hükumetin erken dönemlerine bağlı algılanması da anlamsızdır. 28 Şubat sürecinde olsun, öncesinde on iki Eylül ve sonrasında olsun işlemektedir bu mekanizma. Kimi
zaman mukaddesatçılık görüntüsü altında,
zaman zaman aydın kesimleri de etkileyen ılımlı İslam varyasyonları derken epey bir renkten renge bürünür, bukalemun misali şekilden şekle girer.
Ne çare ki AKP hükumeti çevreleri Gezi olaylarından itibaren bu yapılanmayı sıdkı sıyrılmak suretiyle deyim yerindeyse sıpıtıp atmış bulunmaktadır. Ne ki bu seferde bu yapı kimi gerilim filmlerinde görülen yeraltı kimyasallarından beslenerek mutasyona uğramak suretiyle devasa boyut kazanan canlılar misali b
aşkalaştıkça
vatana ihanetin türlü versiyon atmalarına, şablon kesmelerine namzettir.
Görünen o ki Mustafa Kemal’in askerleri, Atamızın kızları söylemlerinin arkası puslu, loş, karaltılı bir atmosfere bürünmektedir. Sonrası mı? “Bu dinciler o Müslümanlara benzemiyor” tabir edildiği biçimde ağla gözlerim ağladır. Nihayet bu sol gösterip sağ vurmanın geçmiş nesillerdeki örnekleri adına bkz. On iki Mart muhtırası öncesi sonrası süreçler demede dur şimdi. Çok kısa bir ifadeyle muhtırayı hayal ettiği Milli Demokratik Devrim z
annedenlerin günler haftalar ilerledikçe evlerinden alınıp götürülmesi süreçleri “dışı seni içi beni yakmakla emsal” irdelenmeye müsaittir hanımlar beyler!
-SON-
L.T.