- 602 Okunma
- 5 Yorum
- 8 Beğeni
BAHÇELİ'nin BAĞLARI
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
(ÖYKÜ YAZARIM ÖYKÜ)
…🐞
Bahçeli’nin BAĞLARI
Çocuktuk, gündüzlerin yetmediği gibi geceleri o kadar çok coşturuyorduk ki, her gecemiz hor hor gecesi gibiydi. Ay doğmasa, bahçelerde dut ağaçlarının altında uyuyup kalabilirdik.
O yaz bahçelerde daha kalabalıktık: Bilal, Ben, Göksel, Tansel Ayşe, Rıza, Rızvan, Nuray, Cihangir, Gıyasettin, Murat Tolu, Murat Sincer. Annelerimizin yanında kalmış, onlara yardım ediyorduk. Bağlarımız iki dağın arasında, Demirkazık ve Bolkar dağlarının düzlüğünde, Karatepe’nin eteğindedir. Güneye bakan kısımlarda çıplak kayalarla Bolkar Dağları bulunuyor, kuzeye bakan yamaçlardaysa sık değil, ama yine de bir kısmı orman, büyük meşe ve ardıç ağaçları, yanında küçük çalılıklar vardı. Bu iki dağ arasına dere boyunca uzayıp giden küçük küçük bağlar, bahçeler, dereyi caminin yanında dikine kesen, adına o zamanlar "susa" dediğimiz şose yol…
Dereden akan su bizim için değerliydi ve oyun mekânımızdı aynı zamanda. Annelerimizi atlattığımız gibi kendimizi suyun içinde buluyorduk. Bağların yanından akan suyun kenarı şoseydi. İşlek ve stabilize bir yoldu; taksiler, büyük yük kamyonları, tırlar ve çeşitli araçlar geçip gittiği için yola çıkmamızdan korkarlardı büyüklerimiz.
Sabah erkenden kalkar, şosenin kenarında ceviz ve söğüt dallarından kurduğumuz gölgeliklerde bahçelerden, bağlardan erkenden topladığımız kayısı, kiraz, dut, salata, domates, darı ve mevsimine göre meyve sebze satardık. Meyvelerin satışından sonra tek tek bir araya toplanır, kendi bahçelerimize tekrar dalar, sanki hiç yememişiz gibi yeniden ağaçlara tırmanır, meyve çalardık.
Topladığımız bu kaçak meyvelerle dere kenarındaki taş duvarın üzerine oturup onları yerken şoseden geçen arabaları sayardık. Yollar virajlı olduğu için arabalardan önce sesi gelir, biz de sırayla gelen arabanın sesinden ne marka olduğunu tanımaya çalışırdık. Rıza hemen atlardı: “Bu gelen kamyon BMC.” Ayşe: “Kamyonları sevmiyorum, inşallah gelen taksidir.” “Hayır bilemediniz Magirus veya Mercedes.” Hepimiz sırayla kafamıza göre aklımıza geleni sallıyorduk. Gelen araçları, küçük-büyük oluşuna ve renklerine göre tasnifleyip, aklımızdan çetele tutardık. Biz tahmin yürütürken, kamyon köşeden ara gazı vererek dereyi yırtarcasına bir gürültüyle karşımızdan geçiriyor, bizi toz bulutunun içinde bırakıyordu. Göksel öğünerek: “Ben demedim mi BMC.” Rıza,Göksel’in’nin havasını bozmak için; “İlk gelen araba benim! Hepimiz sıraya girerdik, senden sonrası benim, benden sonra onun gibi…” Ne kadar mutluyduk, sanki gelen kamyon, tır gerçekten bizim olacakmış gibi sevinir, yollarını beklerdik.
Bizim küçük dünyamız… Arabaları, çok sınıflandırmazdık; bildiğimiz bütün araçlar ya kamyon veya taksiydi.
Sıcak bastırınca derede kendimize göre yapmış olduğumuz, adına "coplak" dediğimiz küçük göletlerde elbisemizi çıkarır, iç çamaşırlarımızla suya girerdik. En renkli anılarımızdan biri bizden birkaç yaş büyük ağabeylerimizin köşk altındaki terazide , bizi el ve ayaklarımızdan sallayıp suya atmalarıydı. Kızlar bizim o çıplak halimizden utandıkları için suya girmezler, gidip dut ve ceviz dallarına asmış oldukları salıncakta sallanırlardı.
Canımız sıkıldıkça kendimize yeni oyunlar arardık, dereye yukarı suyun içinde yürüyerek bağların içindeki değirmene gidip bendinde elle balık tutmaya çalışırdık. Değirmenci Kötü Kemal ‘bendi bozuyorsunuz’ diye bizi kovalardı. Bir gün sonra yine hiçbir şey olmamış gibi yine giderdik bende. Günün nasıl akşam olduğunun farkına varamazdık. Gün batana kadar oyundan kendimizi alamadığımız için açlığımızın farkına bile varmazdık. Hava kararınca yine bahçelerin içinde toplanıp, ağaç masaların yanına atılan kilimlere, salıncaklara uzanıp gökyüzündeki aya bakar, kayan yıldızlardan fal tutardık. Bir çember oluşturur, hikâyeler anlatırdık; bir taraftan da cırcır böceklerinin sesleri dinlerdik.
Yaşamaya doyamadığımız arkadaşlarımızla çok güzel zamanlar geçirdiğimiz günlerdi, çocuktuk. Köyümüzdeydik, Bahçeli’deki bahçemizdeydik. Kardeşlerimin en büyüğü ve akranlarım içerisinde de baş tutandım. Elebaşıydım. Yıl 1973, gün 18’iydi haziranın. Nereden mi biliyorum? Doğum günümdü de oradan. İşte o gün pastalar, börekler yenmiş, doyasıya eğlenmiş ve yorgunluktan ve sıkça rastlanan elektirik kesintisinden dolayı erkenden, içinde doğduğum iki katlı evin ikinci katındaki, banyolu odasında uyuyakalmıştım. Uyurken gökyüzü şenliği vardı. Şimşekler ve gök gürültüleri ninni gibiydi. Aniden yukarı dağlara çöken kara bulutlar aşağılara kovadan boşalırcasına yağmur bıraktı. Aradan bir yarım saat geçmeden sel deresini bir gürültü kapladı, ses dağları inletti. Derenin dolusu bir sel geliyordu ki önüne ne kattıysa her şeyi sürükleyip götürüyordu, Karamahmutlu’dan Kemerhisar’a doğru.
Büyüklerimiiz, bahçemize dolan ve hızla yükselen sel sularını baraj seti misali tutan , annemle babamın benim oluşumuma ilk adımlarını attıkları bahçelerinin ortak duvarını yıkmaları suretiyle yukarıya çıkışını engellemeye çalışmışlardı. Sabah bir baktık ki şose, dere, bağlar, bahçeler dümdüzdü. Bizden yukarısı ve bizden rakım olarak aşağıları tam anlamıyla sel felaketini yaşıyordu. Kızılay adına köy bekçisi at arabasıyla ücretsiz francala ekmek dağıtıyordu. Köyümüz 1954’te belediye teşkilatı olan büyük bir köy olmasına rağmen, fırın yoktu. Ekmekler Niğde’den, Kayseri’den yardım amaçlı gönderilmişti. Mısırlıların Rıza namlı dedem arabadan ekmek alan ve aynı zamanda yeğeni de olan Nurten Yengem ile anneme fena halde kızıyordu arabadan ekmek aldıkları için. "Bizim yiyecek ekmeğimiz var. Olmayanlar alsın." diyordu. Evet bizim ekmek evimize sel suları dolmamıştı. Ancak sadece salı günleri Bor Pazarı’na gidişlerinde yiyebildiğimiz francala ekmekleri niçin geri verdiriyordu ki?
Dedemin evi nispeten diğer evlerden korunaklıydı. Bir kere iki katlıydı. Genişleyen dere yatağını yukarıdan izliyor, derenin yeni yaptırdığımız Oluk Sokağındaki evimize yönelişini izliyorduk. Evler genelde bahçeleri sulayan su kanalının üstünde yer alıyordu. Kardeşlerimle seli yukardan seyrediyorduk. Selle sürüklenen eşyalar, ağaçlar, ormandan sökülüp gelen odunlar, bağlardan kopan üzüm omucaları, bir bütün halinde, suyun akışına uyarak bir ceviz ağacından diğerine çarpıyor, sürüklenip gidiyorlardı. Akşamüzeri başlayan sel sabaha kadar devam etti. Ertesi gün sabah güneşli bir güne kalktık; ama artık hiçbir şey eskisi gibi değildi. Şosenin ve bahçelerin dereye yakın kısımlarını olduğu gibi sel götürmüştü. Bir tek Abeşin Mustafa Emmi’min değirmeninin taşları yerinde kalmıştı. Şoseden artık araçlar geçemiyordu. Zira, Adana’yı, Kayseri’ye bağlayan’ kara yolu köprümüz büyük hasar görmüştü. Her şey sakindi ve sessizliğe bürünmüştü bağlarımız, bahçelerimiz ve Bahçeli’miz. Destancı o gün, ’Ağlamayın Anneler Bahçeli’yi Sel Aldı/Bütün Köy Selin Yüzünde Kaldı’ diye destansı ağıt havası estiriyordu.
Çocuktuk. Merakla nerede, ne olduğunu babalarımızdan öğrenmeye çalıştık. Duyduğumuza göre Çağlak Mevkiinde üç, Diravun Köprüsünde iki kamyon –şoförleriyle- sele kapılmışlar. Selin, dere boyundaki köylere de büyük zarar verdiğini, Halaç, Kızılca, Pelit Ağacı ve Barönü tarafındaki köylerden hayvanlarının sele kapıldığını, bir çoğunun telef olduğunu, yonca çayırlıkarının, bahçelerinin, bostanların büyük zarar gördüğünü merakla öğrenmiştik.
Yaz bitene (bugüne) kadar, bütün sevdalarımız; o gün bozulan bahçelerimizde asılı kaldı. Cırcır böceklerinin sesleri, dut ağaçlarına saldıran kuşların ötüşü ve değirmenin “çakrak sesi” kulaklarımızda, minik kalplerimizdeydi, kendine has hüznü ve destancımızın ağlamaklı sesiyle. "Ağlamayın Anneler Bahçeli’yi Sel Aldı"
YORUMLAR
gursel.ozkan
gursel.ozkan
Çok teşekkür ediyorum
gursel.ozkan
Çok teşekkür ediyorum hocam.
"Geçmişle yaşanmaz, geleceğe bakmak lazım." derler. Geleceğe evet ama geçmişi de unutmamak lazım. Hele yok mu o çocukluk günleri! Hele ki, bilgisayarda değil de evde, yolda, belde, derede, gölde oynanan oyunlu günleri... Bahçeli deyince ben bildiğimiz Bahçeli sandım; hani ön adı D ile başlayan. Ama bir köy adıymış o. Laf aramızda bu günlerde ben de ön adı D ile başlayan Bahçeli bir yazı kaleme alıyorum; adı "Uzun(sırık) Adamın Kısa(köse) Ortağı"
Yazıyı ve yazanı tebrik ederim; sevgi ve selam ile...