- 110 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
EKONOMİ.
EKONOMİDE KÖTÜ DURUM.
Türkiye’de yaşanan derin iktisadi krizin çok belirgin bir şekilde önemli yapısal nedenleri vardır. Fakat bunun aynı zamanda ciddi bir makro istikrar problemine dönüşmesinde izlenen faiz politikasının çok etkisi olmuştur. Acaba neden ekonominin bu kadar etkinsiz ve eşitsiz hale gelmesinde bir iktisadi değişken (faiz oranı) bu kadar etkili bir rol oynadı? Bu yazımda bu konuya değineceğim.
Mevcut iktidarın faizle kurduğu ilişki çok katmanlı bir ilişkidir. Bu ilişkide izlenen düşük faiz politikasını meşrulaştıran unsurlar olduğu gibi, iktisadi ilişkilere dönük beklentiler ve hedefler de söz konusudur. İktidarın düşük faiz politikasında dinsel argümanları kullanması bir tür meşruiyet arayışından kaynaklanıyor. Faiz insanlık tarihi boyunca da önemli bir dinsel tartışma ve gerginlik alanı olagelmiştir. Faiz kazançlarının adil olmadığı düşüncesi genel olarak dinlerin faize olumsuz bakmasına neden olmuştur. Fakat buna rağmen fiili olarak da faizle işlemler devam etmiştir. Gerçi, faiz sadece dini alanda değil, seküler alanda da sorun olarak algılanır. Faiz, finans kapitale ödenen bir bedeldir. Borç ilişkisine giren çoğu insan faizden yakınır. Bu anlamda, aslında dinsel gerekçeler (haksız kazanç argümanı) ve seküler gerekçeler (borç maliyeti) kolayca politik alıcısı olan geniş bir kesim için kamusal bir retorik olmaya müsaittir.
Ünlü iktisatçı M. Keynes de düşük faiz düzeyini desteklemiştir. Düşük faizin sermayenin ötenazisi olduğunu ve finansın sermaye kıtlığından faydalanarak baskıcı gücünün bitmesi gerektiğini belirtir. Buna göre, faizin sıfıra yaklaşması sermaye bolluğu ve dolayısıyla daha yüksek bir istihdam anlamına gelir. Böylece, yatırım düzeyini faiz oranı değil, efektif talep belirlemiş olacaktır. Fakat Keynes finansın bu kadar kolay teslim olmayacağını öngöremedi. T. Pikkety de ortalamada sermaye kazançlarının (faiz, kar ve kira) büyüme oranından fazla olması durumunda kapitalistin lehine gelir artışı yaratacağını belirtir. Bu da emeğin payının azalması ve sermayenin payının artması anlamına gelir, yani bu anlamda Pikkety de finansal getirinin veya faiz oranının yüksek olmasına karşıdır. M.Kalecki ise faiz düzeyinin özellikle yatırım kararlarında belirleyici olmadığını düşünür, yatırımın kendisini finanse edeceğini belirtir.
Faiz oranı iktisat teorisi yazınının da temel değişkenlerinden biridir. Burada faiz her şeyden önce bir bağlantı fiyatıdır. Bağlantıdan kastım, örneğin yatırım kararlarında finansman maliyeti ile yatırımın gelecek getirisi arasında bir karşılaştırmaya imkân veren bir değişken olmasıdır. Yani iktisatçıların dönemler-arası optimizasyon dediği süreçte dikkate alınması gereken bir değişkendir. Bu yanıyla, faiz bir iskonto parametresidir, geleceği bugüne indirgeyerek bugünle karşılaştırma yapmamıza imkân verir. Burada faiz oranı, dinamik bir iktisadi ilişkinin kurucu ögesi gibi çalışır.
Tabii faizin burada bahsettiğim yönü daha çok reel üretimin, yani yatırım perspektifi ile ilgili kısmı ile ilgilidir. Finansal ilişkilerde ise faiz alternatif getirilerden biridir. Faizin belirlenimi anlamında iki tür faiz oranı olduğunu düşünebiliriz. Bunlardan biri, daha ekzojen olan merkez bankası politika faiz oranı iken, diğeri piyasada belirlenen ve daha endojen olan piyasa faiz oranıdır. Piyasa faiz oranı çok sayıda değişken tarafından belirlenir. Bunlar da finansal aktörlerin gücü, sermayenin getirisi (kar oranı) ve sermaye akımları gibi değişkenlerdir. Gerçekte, ne politika faiz oranının ekzojenliği tam olarak ekzojen ne de piyasa faiz oranının endojenliği tam olarak endojendir. Politika faiz oranı piyasa faiz oranını, piyasa faiz oranı da politika faiz oranını belli bir ölçüye kadar etkiler. Merkez bankalarını kritik yapan piyasa faizlerini (en azından kısa dönem) etkileme gücüdür. Bu da aslında kısa ve uzun dönem faizler arasındaki bağlantıyı kuran merkezi bir gücün varlığını ifade eder.
Faiz oranındaki değişimlerin konjonktürel değişimlerle ilişkisi oldukça yüksektir. Türkiye’de mevcut iktidarın düşük faiz politikasının ardında da bu ilişkinin yüksek olduğu varsayımı vardır, yani iktidar faiz ile büyümeyi yönlendirebileceğini düşünmektedir. Çok sayıda iktisatçı sermayenin marjinal maliyetine bilinçli müdahalenin, yani faizin bilinçli olarak merkez bankaları tarafından düşürülmesinin genişlemeye neden olacağını belirtir. Fakat bunun problemleri üzerinde de durulur. Merkezi müdahalelerin ekonomik aktörlerin optimizasyon kararlarını bozduğunu ve sürecin krizle sonuçlanabileceğini belirtirler. H. Minsky de faiz oranındaki düşmenin aktörlerin risk algısında azalmaya ve dolayısıyla daha fazla kötü yatırıma neden olacağını ifade eder. ABD’de faizin konjonktür el değişimine bakmak bu anlamda faydalı olabilir. 2001 krizi ile birlikte ekonomiyi canlandırmak için faiz oranı düşük tutuldu. Dışardan gelen fonlarla (özellikle Çin ve diğer Doğu Asya ülkelerinden) birlikte faizler daha da düştü. Fakat artan varlık enflasyonu ile birlikte faizler 2004’ten itibaren Fed tarafından tekrardan artırıldı. Hemen takip eden dönemde önlenemeyen global krizle birlikte Fed bu sefer faizleri yine düşürdü.
Bu gelişmeler aslında faizin piyasadaki eğilimi ve faize müdahalelerin ekonomi için oldukça kritik bir değişken olduğunu göstermektedir. Faiz iktisadi faaliyetleri hızlandıran bir değişkendir, bu da “finansal hızlandırıcı” dediğimiz bir yapıdan kaynaklanır. Faizle tetiklenen finansal piyasalar ciddi anlamda kaldıraç (aşırı borçlanma) süreçlerinin başlamasına neden olur. Bu yanıyla, finansallaşma, sermaye süreçlerinin reel unsurlardan çabukça kopmasına neden olur. Bu durum, merkez bankalarının kontrol ve yönlendirme gücünü de azaltan bir faktördür. Faiz oranlarındaki değişmeler amaçlananın çok ötesinde reel genişlemeye, balonlara, yanlış yatırımlara ve riskli finansal işlemlerde artışa kolayca everilebilmektedir. Bu da merkez bankalarının piyasaları düzeltmek amacı ile sürekli müdahalelerinin kaynağını oluşturur. Yani finansın bu kadar büyümesi merkez bankalarının etki alanını daralttığı gibi, sürekli müdahale etmeye de zorlar. Bu yüzden de, dünya genelinde merkez bankaları sürekli yangın çıkaran finansal sistemin “güçsüz itfaiyecisi” konumundadırlar.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.