KAKÜLLÜ MUSTAFA GEÇTİ BU DÜNYADAN
...........Mustafa Şimşek emmimin aziz hatırasına
Köyümün ilk ülkücülerindendi
Gençliğinde kızların iç geçirdiği bir delikanlı.
Ona ’’Kaküllü Mustafa’’ lakabını takmıştı köylü kızları.
Yakışıklılığına diyecek yoktu. Kızlar etrafında fır dönerken köyümüzün en güzel kızı kapıvermişti Kaküllü Mustafa’yı.
Fakir dedemin üçüncü oğluydu.
Dedem Salih, ’’zanaat altın bileziktir’’ diyerek onu şehirde Arasta’da bir terzi ustasının yanına çırak olarak vermişti.
O da sevmişti terziliği
Her gün atlar bisikletine dokuz kilometre uzağımızdaki şehre mesleğini öğrenmeye gidip gelirdi.
İlk okuldan askerlik çağına kadar ustanın yanında çalışarak terzilik mesleğini kapmıştı.
Askere gidip geldikten sonra köye terzi işletmesini açtı.
Fiyakalı elbiseler diker, bayramlarda çocukları giydirir, onları mutlu ederken, kendisi de sanatına emeğini ve yüreğini koyarak huzur bulurdu.
Çalışkandı, şen sohbetli Oğuz soylu bir delikanlıydı.
Köyün at yarışlarına Doruk atımızla katılır, birincilikler aldığı olurdu.
Düğünlerde arkadaş grubu ile cumartesi kına gecesinde doğaçlama tiyatro eserini ortaya koyarak kız kaçırma oyununu sahnelerlerdi.
Neşe kaynağı bir candı O!
Terzihanesini küçük bir kütüphaneye çevirerek ülkücülerin dergilerini, kitaplarını arkadaşlarına, gençliğin eşiğine adım atmış bizlere de okuturdu,
Köyümüze ilk milli duyguları aşılayanların başında gelen emekçi bir ülkücüydü.
Hüseyin Nihat Atsızın, Alparslan Türkeş’in eserlerini mutlaka okumalarını tavsiye ederdi etrafındakilere.
Babam o zamanları Demokrat Partili, sonra Adalet Partili olmasına rağmen o inatla ülkücü kalmayı, sömürü düzenine karşı savaşan tek partinin MHP olduğunu, Ülkü Ocaklarının vakur duruşunu takdir eder, üniversite öğrencilerine her desteği vermeye uğraşırdı.
Fırtına gibi bir delikanlıydı köyümüzde.
Yakışıklılığı ona kızar arasında zorluklar yaşatsa da, yüreğinin ’’sev’’ dediği kızı sevmişti.
Görkemli bir düğünle evlenmişti.
Terzi dükkanı zamanla işlevini yitirmeye başlayınca Akşehir belediyesine kapağı atmış, orada çalışmaya başlamıştı.
Babamın verdiği arsaya bahçeli evini yaptırmıştı.
Yıllar yıllı kovaladı, nice mevsimler gelip geçti.
Fırtınalar, boranlara dayandı.
Güçlü iradesi, çelik yüreği ile zorlukları yenmeyi başarmıştı.
Çalıştığı Akşehir belediyesinden emekli olmuş, ömrünün geri kalan kısmını Yunus gönüllü meclis sohbetlerinde geçirmeyi yeğlemişti..
Manevi duyguları ağır basınca gece sohbetlerine katılıyor, kuran okuyarak, vaazlar dinleyerek sofilik havasına giriyordu.
Hiç kimseyi kırmaz, gönül elçisi erdemli bir kişiliğe bürünmüştü.
Yüzündeki sevgi gülücükleri hiç eksik olmazdı.
Konuşurken bile yüzünde güller açardı.
’’Canım sıkılmasın. boş durmayayım’’ diyerek kaleriför kazanlarını yakma işini almıştı dostlarından. Uzun zaman o işle iştigal etti kendini.
Fakat, oranın duman, kül ve isinden etkilenerek sağlığına zara vermeye başladı. Doktorların koyduğu teşhiste KANSER vakasını bulmuşlardı.
Tedavisi başladı.
Uzun süre tedavi proğramından geçse de onu iyileştirecek bir merhale kaydedilmedi. Her geçen yıl daha da artan rahatsızlığı çekilmez oldu.
Ramazan bayramında bayramlaşmaya gittiğimde durumu çok daha ciddi duruma düşürmüştü hastalığı onu. Çok zayıflamıştı; güç kaybı çok fazlaydı. Konuşmakta zorlanıyordu. Acil şifalar dilesem de, umutsuzdum durumundan. Ona moral vermek için ’’Emmi, maşallah çok iyisin’^^ derken içimde fırtınalar kopuyordu.
Şu geçtiğimiz salı anacığımı Konya şehir hastahanesine felcini göstermek için göstermek için gittiğimizde Konya Selçuk hastahanesine babamla uğrayarak ziyaret etmiştik. Yanında oğlu Hakan ve eşi ona şırınga ile yemek verirlerken içim ’’çız’’ etmiş; babam ise suskun, ne konuşacağını unutmuş gibiydi. Emmimin karşısında anıt gibi duruyor, derin bakışları ile nasıl bir halde olduğunu gösteriyordum. Ben bakamadım doğru dürüst. Emmimin çaresiz bakışlarında ciğerlerim yerinden sökülecek gibi oluyor, dizlerimin bağı çözülüp dengemi kaybedecek duruma düşüyorum.
Hasta anamda otoparkta arabanın içinde bizi beklerken, ona da zor şartlar yaşatmamak için babama gitmemiz gerektiğini söyleyerek, hüzün dolu bakışlarımızla vedalaşarak hastahaneden ayrıldık ve biz şehre döndük.
Dün sabaha doğru korkulu rüya ile uyandım. kan ter içinde kalmışım. Derin nefes alarak yüzümü soğu su ile yıkayarak biraz olsun kendime geldim. Dünü gördüğüm korkulu rüyanın etkisi ile akşamı ettim. Bir kaç şiir ve kısa makaleler yazarak güne son noktayı koyup yatağıma uzandım. Tam uyumak üzereydim ki; telefonum çaldı. ’’Hayırdır inşallah? Anama bir şey mi oldu?’’ diye aklımdan geçirirken Muammer emmimin oğlu Muzaffer’di arayan. Şaşırdım.
’’ Hayırdır Muzaffer’’ diye ilk sözüm oldu ona.
Amcamın emmi oğlu olmamıza rağmen bana ’’Emmi’’ diye hitap. eder.
’’Emmi, Mustafa emmim vefat etti. Emmimi alıp şehirdeki Mustafa emmimin evine gelir misiniz?’’ deyince şimşekler çaktı beynimde. Daha dün görmüştük onu hastahanede. Aramızdan ayrılacağına ihtimal vermezdim.
Babamı zor teskin ederek Mustafa emmimin şehirdeki evine vardık. Kapıdan içeri girer girmez ağıtlar arşa yükseliyordu. Babam desen, kendini koyuverdi. Onunda kalp rahatsızlığı olduğu için çok korktum. Teskin etmeye çalışsam da o ağlamaya başladı emmimin naaşını kucaklayarak.
Emmim yatağında ebedi istirahatinde uyuyordu artık. Tanrı dağlarının eteklerinden, Ötüken obalarından, otağlarından uğultular geliyordu. Bir yiğide ’’Hoş geldin ey asil Türk!’’ diye sesleniyordu atalar, başbuğlar.
O artık uçmağa varmıştı
Bozkurtların uluğ sesleri gök kubbeyi çınlatıyordu.
Bu fani dünyadan bozkurt yürekli Kaküllü Mustafa göç etmişti.
Bir ömrün acı tatlı hatıralarını bize emanet ederek vedalaşmıştı
Ruhun şad, mekanın cennet olsun Mustafa emmimin.
O gençlik yıllarındaki delikanlılığın, yakışıklılığın gözlerimin önüne seriliverdi.
Bugün öğlen onu aile mezarlığımızda toprağın koynuna bırakırken gözlerimden Selenge ırmağının kutlu suları yanaklarımdan aşağı mezarına dökülüverdi.
Bu dünyadan ülkücü kaküllü Mustafa Şimşek gelip geçti...
Toprağı. mekanı cennet olsun...
Zafer Direniş
...