- 379 Okunma
- 9 Yorum
- 9 Beğeni
TÜRK ANASI “TÜRKEN MUTTER”
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
TÜRK ANASI “TÜRKEN MUTTER”
Aylardır ev arıyorum. Bir türlü kendime uygun bir ev bulamadım. Reklam gazetelerindeki ev ilanlarının tutkunu oldum. Keseme uygun birisini bulunca; hemen telefona sarılıyorum: ne yazık ki, aldığım cevapların bir çoğu aynı. Ama bu sefer bulduğum kiralık ilanı telefon numaralı değil. Sadece adres var. Tek oda olduğu, temizliğinin de yapıldığı ve kaloriferinde kiraya dahil olduğu yazılıyor.
Bu ilanı okuyunca evin durumu hoşuma gitti. Tek oda bana yeter. Bir yatak, bir masa, bir kaç sandalye, bir dolap olsa benim için uygundur. Bir de kitaplarıma yer buldum mu, bu tek oda benim için saray demek olacaktır.
Kendime göre dekor ederek yeni bir dünya kurmanın düşünü görüyordum. Aslında fazla bir hayal kurmak istemiyorum. Bazen hayal kırıklığına uğruyorum ve o zaman büyük bir yıkıma uğrayıp canım çok sıkılıyor... hatta kurduğum bu hayallerin arzu ettiğim gibi bir sonuca ulaşmaması yüzünden karamsarlığa dahi kapıldığım oluyordu. Zaten felekten silleyi yeterince yemiştim.
Kendi kendimi teselli etmezsem yaşama direncimi ve sevincimi yitiriyordum. Yaşamak güzel birşey; hele bir gaye uğruna yaşarsa insan…
Köşedeki gazeteciden bir Türk gazetesi aldım. Dürdüm büktüm pardüsemin üst cebine koydum. Sonbaharın havası serindi. Önce sararıp, ardındanda kızaran yapraklar dallardan birer birer düşüyordu. Sanki grimtrak mavi gökyüzüne karşı altın sarısı yapraklar nisbet ediyordu.
Verilen ilandaki adres istasyona ve şehir merkezine yakın bir ara sokakta bulunuyordu. Temiz ve sakin bir sokaktı. Sokağın temizliğini ve sakinliğini görünce “Tam benim için” diye fısıldadım. Artık burada yarım kalmış eserlerimin yazılmasını ve hatta tercümelerini bitirirdim.
Yine hayal kuruyorsun diye kendi kendimi uyardım. Sonunda verilen numaraya geldim. Kapıda biri kadın diğeri erkek iki Alman genci vardı. Onlarında ellerinde aynı reklam gazetesi bulunuyordu. Bayan gülümseyen yüzü ile ikimize de sordu:
“Sizlerde bu ev için mi geldiniz?”
“Evet!”
“O halde hepimiz bir şansımızı deneyelim.” dedi. Narin ve zarif parmaklarıyla zile bastı. Bir süre sonra içeriden bir cevap geldi. Kapıyı açtık. Açılan kapıdan biz içeriye girerken, iki kişide dışarıya çıkıyordu. Alt katta oturan ev sahibi yaşlı bir Alman kadınıydı.
“Buyrun” diyerek bizleri içeriye aldı.
Her taraf tertemiz, pırıl pırıldı. Her haliyle yalnız oturduğu belliydi. Önce genç kız söze başladı. Üniversitede okuyormuş. Freiburg’tan gelmiş. Kalacak bir yer henüz bulamamış. Kadın bu konuşmaları dinledikten sonra kıza bir kaç soru sormaya başladı.
“Maddi ihtiyaçlarını kim karşılıyor?”
“Bir işte çalışıp kendim karşılayacağım.”
“Bir işiniz var mı?”
“Henüz yok. Ama yakında bulurum.”
“Ailen yardım etmiyor mu?”
“Onlardan yardım almak istemiyorum.”
“Pekii, kirayı nasıl karşılayacaksın?”
“Çalışacağım.”
“Izin verirseniz; bir de şu beye sorayım” dedi, yaşlı ev sahibi.
Sağı solu izlemekte olan genç Alman, kendisinden bahsedilince; ev sahibi olan kadını dikkatle dinlemeye başladı.
“Siz de mi ev için?”
“Evet. Başka ne için gelmiş olabilirim?”
“Siz ne iş ile meşgulsünüz?”
“Ben şu anda işsizim, hem de yalnız yaşıyorum.”
Genç Almanın verdiği cevapları yeterli bulan ev sahibi bana dönerek;
“Pekii, siz sayın bay?”
“Ben yazarım. Bir gazetede çalışıyorum. Sakin bir yer arıyorum. Burası tam benim için.”
“Ev kirasını ödeyebilecek misiniz?”
“Evet. Kirayı ödeyemiyecek olsam neden geleyim buraya?”
“Kimseniz yok ya... Demek istediğim; gürültü filan yapacak.”
“Hayır. Sadece kitaplarım var. Onlarında gürültüsü olmaz zaten...”
Bu arada kadın cebimdeki gazetenin başlığını gördü.
“Çok güzel Almanca konuşuyorsunuz ama hangi ülkeden geliyorsunuz? Diye sordu.
“Ben Türküm. Türkiye’den geliyorum.”
“Ya öyle mi!” Dedikten sonra kadın durakladı. Tam bana evi kiraya verecekti, hiçbir anlaşmazlık olmamasına rağmen, yüzüme karşı;
“Üzgünüm sayın bay. Size evimi kiraya vermeyeceğim” diye açıkladı.
“Ama niçin?”
“Türksünüz!”
“Olsun. Biz de insanız.”
“Kızmayınız ama sizlerin hakkında birçok şeyler duydum; onun için veremiyeceğim.”
“Hiç Türk kiracınız oldu mu?”
“Hayır!”
“Sayın bayan, madem hiç Türk kiracınız olmadı da nasıl böyle bir yargıya varıyorsunuz?
“Lütfen darılmayınız. Hakkınızda çok şeyler işittim. Kiraladığınız evleri pek pis olarak kullanıyormuşsunuz. Sarımsak yiyip, çevreye koku saçıyormuşsunuz. Çok fazla misafiriniz gelip gidiyormuş. Haddinden fazla gürültü ediyormuşsunuz filan...”
“Her milletin iyisi de kötüsü de vardır hanımefendi. Sizler sarımsak yemiyor musunuz? Ama televizyonlarınız sarımsaklı ilaç reklamlarından geçilmiyor. Insanlar birbirlerine karşı önyargılı olurlarsa, kardeşçe yaşıyamazlar ki...”
“Kusura bakmayınız Bay Türk, size evimi kiraya veremiyeceğim. Lakin size bir adres vereceğim: Aşağı sokakta “Türken Mutter” diye bir ev sahibi var. O sadece Türklere evini kiraya veriyor. Belki onda bir oda bulabilirsiniz” dedikten sonra yan odaya gitti. Kağıt kalem getirdi. Telefon masasında bir şeyler çiziktirdi ardındanda kağıdı elime tutuşturdu.
“Kusura bakmayınız. Sizlere evimi kiraya veremeyeceğim. Sizlere bol şanslar dilerim” dedikten sonra hepimizi alel usul dışarı çıkarıp uğurladı: Yani sepetledi…
Tam biz kapıdan çıkarken, kravatlı, düzgün giyinmiş ve Alman olduğu her halinden belli olan birisi içeriye girdi. Ben en çok öğrenci olan kıza acıdım. Bir kaç adım gittikten sonra genç Alman ve öğrenci kız ile vedalaşıp ayrıldık.
Elimdeki adrese gitmek için yan sokağa saptım. Birden kendimi herhangi bir Anadolu şehrinde zannettim. Artık burası bizden bir parçaydı. Bana verilen adreste bu mahalledeydi. İçim ısındı. Fırını, berberi, bakkalı, seyahat acentası, lokantası ile tam bir Anadolu şehri.
Kapının zilini heyacanla çaldım. Yine yaşlı bir Alman kadını açtı kapıyı. Içeri girerken posta kutularına şöyle bir göz attım. Türkçe isimler gülümsüyordu. Alt katta oturan kadın beni kapıda karşıladı. Beni tepeden tırnağa süzdü. Düzgün bir şekilde görünce, ne istediğimi sordu. Güzel bir Almanca ile derdimi anlattım. Yazar olduğumu, bir gazetede çalıştığımı, sakin bir yer aradığımı bir çırpıda söyledim. Hayretle açılan gözleriyle beni tekrar baştan aşağıya gözden geçirdi.
“Bir odamız var ama, burası sizin için değil.”
“Niçin bana göre değil?”
“Anladığım kadarıyla siz sakin bir yer arıyorsunuz! Burası işçilerin kaldığı bir yerdir. Onlar erken işe gider, geç vakitlerde gelirler ve sizi rahatsız ederler...”
“Ben onlardan rahatsız olmam. Yeter ki onlar benden rahatsız olmasınlar.”
“Siz bilirsiniz o halde. Eğer vaktiniz varsa; anahtarı alıp geleyim ve odayı göstereyim.”
Kadının böyle cevap vermesine çok sevindim.
“Vaktim var. Odayı gösterirseniz sevinirim!” diye cevap verdim.
“İnşallah!” diyordum “tutarım bu odayı.”
Aylardır arkadaşlara yük olmuştum. Onlar bana gerçi bu durumu hissettirmediler: Lakin, ben de bu durumdan rahatsızlık duyuyorum. Kendime ait bir oda da olsa başımı sokacak bir yerimin olmasını çok arzu ediyorum. Kitaplarımı raflara sıralayacağım, oturup masamın başına geçeceğim ve yazacağım, yazacağım... günlerce yazacağım... O kadar özledim ki yazmasını.
Herkesin, Türklerin Anası dediği kadın bu idi herhalde. Anahtarları alıp geldi. Usul usul merdivenleri çıktık. Birinci katta arka tarafa bakan bir odanın kapısını açtı. Güzeldi, bana yeterliydi. Bir kaç küçük değişiklik yapılırsa, oda cennet bahçesi gibi olacaktı. Kirası ise sudan ucuzdu. Hemen anlaştık.
Türken Mutter’in kiracısından bir kaç talebi vardı: Merdiven ve odanın temizliği konusunda konuştuk. O ne istiyorsa; hemen kabul ettim. İkimizde memnunduk. Çok sevinçliydim. Anahtarları elime verdiği zaman, acaba doğru mu diye bir kaç defa avucumu yumdum. Madeni anahtar parçalar elimi acıtıncaya kadar yumup sıktım. Çok sevinçliydim.
Iki gün içinde taşındım. Duvarları arkadaşlar ile kağıtladık. Raflar yaptık. Kitaplarımı raflara yerleştirdik. Bekar odası bu, döşemesi kolay oluyordu. Evde oturan Türk kiracılar birer ikişer gelerek benimle tanıştılar. Ev sahibi ile de aramızda bir sorun yoktu.
Vaktim çok oluyordu... bu zamanımı da yazı yazarak geçirmek istiyordum. Fakat, Türken Mutter, konuşmaya bir başladımı onu susturmak mümkün değildi. Açık arazide makineli tüfek gibi durmadan sözleri sarf ediyordu.
Eve en son yerleşen ben oldum ama birinin bir sorunu mu var? Hemen bana gelirdi. O sorunu olan derdini döker ve çözüm için bir yardım beklerdi. Derinlere bakan çaresiz gözlerle bana bakar konuşmadan yardım etmemi ima ile rica ederdi.
Ayaklı gazete gibiyi bizim Türken Mutter. Sabahları beni merdivenlerde yakalayıp, başlardı haberleri anlatmaya: Ruslar, Afganistan’da kaç kişiyi öldürmüş, Amerika’da kaç yere atom silahı dikmiş, Fransa Pasifik Okyanusu’nda atom denemesi yaparken çevreyi nasıl koruyormuş, hangi bakan rüşvet alırken yakalanmış, İsrail Lübnan da iki kişiyi ararken kaç sivili öldürmüş, petrol fiyatları, devletin kasası, domates, biber, patlican v.s…
Aradan altı ay geçti. Bu binada ikamet edenler ile tam bir aile gibi kaynaştık. Alış verişlerimiz dahil birbirimize her konuda yardım ediyorduk. Kimse Türken Mutter’in hatırını kırmıyordu. O kaynaşmamızın çekim merkeziydi. Kimse ona kırıcı bir söz söylemiyordu, hatta söyletmiyordu. Yaptığımız yemeklerden ona da ikram ediyorduk. O da bizlere yaptığı keklerden sunardı.
Merdivenlerde iki gündür Türken Mutter’i göremedim. Haberleri alamadığım için birden kendimde bir boşluk hissettim. İşlerim çok yoğundu ama ona ayrılacak zamanım vardı. Onun, bazen pazardaki fiyatlara kızan yüzünü gördükçe, bazende sevinçli haberleri verirken, dedikoduları fısıldarken takındığı tavırları gördüğüm zaman bütün yorgunluğum gidiyordu. Hayret, iki gündür onu göremedim ve ben bu durumu işlerimin yoğunluğundan da farkedemedim. Hemen yukarı kata çıkıp Aydınlı Hüseyin’e sordum:
“Hastanede,” dedi.
“Hayrola! Nesi varmış?”
“Dün başı dönmüş. Düşüp bayılmış. Bizim Ankaralı Şevket hemen hastaneye kaldırmış.
“Hangi hastaneye?”
“Elizabeth hastanesine. 203 numarada yatıyor.”
“Ziyaretine giden oldu mu?”
“Dün hepimiz gittik. Bu günde elbiselerini götüreceğim.”
“Beraber gidelim o zaman.”
“Pekii abi. Giderken ben sizi çağırayım.”
Bir demet karanfil ve birkaç şişe meyve suyu aldım. 203 numaralı odanın önüne geldiğimizde Malatyalı Mustafa ile Karslı Hasan dışarı çıktılar. Doktor, kadının iyi olduğunu ama iki hafta hastanede yatması gerektiğini söylemiş.
Kapıyı çalıp, içeriye girdik. Üç yatak vardı. Ikisi doluydu. Bizim Türken Mutter’i pencere kenarına yatırmışlardı. Bizi özellikle de beni görünce gözleri parladı. Çok sevindi.
Başucundaki zilin düğmesine basarak hemşireye haber verdi. Odaya Koreli olduğu her haliyle gözlerinden belli olan hemşire gülümseyerek girdi. Türken Mutter’in işaret ettiği karanfilleri alıp giden hemşire, bir vazoya koyup geri getirdi. Renk renk çiçeklerle masası dolmuştu. Çok sevinen Türken Mutter, hemşireye bizleri göstererek;
“Bunlar benim oğullarım!” diye tanıttı. Ardındanda onbeş tane oğlu olduğunu söyledi. Devamlı gülümseyen hemşirenin kafası onbeş oğulu birden algılayamadı. Gülümsemesini kesmeden başını sallayıp onayladı. Bununla yetinmeyen Türken Mutter, yerinden doğrularak yan tarafa dönüp;
“Bayan Kohl, bunlar da benim oğlum’ dedi.
.
Bayan Kohl başını kaldırıp bize baktı. Bir de ne göreyim: Altı ay önce ev için gittiğim yaşlı Alman kadını... hemen yanına gidip, geçmiş olsun diyerek hal hatırını sordum. Çok sevindi. Üç aydır hastanede yatıyormuş. Akrabaları çok uzaklarda oturuyormuş. Kimsecikler ziyaretine gelmiyormuş. Sözü döndürüp dolaştırıp, bana evini kiraya vermediğine çok üzüldüğünü belirtti.
“Sizleri burada gördüm. Boş yere ön yargılara kapılmışım. Keşke ben de bir Türken Mutter olabilseydim.
Halil GÜLEL
(Rheindeki Dalgalar)
YORUMLAR
Bence o insan olmanın farkına varmış birisi. Çünkü İyiler her yerde ve her zaman iyidir, kötülerde her yerde ve her zaman kötüdür. Bunun dini diyaneti ırkı mezhebi rengi de olmaaaazzzzz nokta. Kaleminiz daim ilhamınız bol olsun. İnanın bir solukta haz alarak yani bir nefeste okudum. Harika bir paylaşımdı. Tebrikler.
Kendi kendimi teselli etmezsem yaşama direncimi ve sevincimi yitiriyordum. Yaşamak güzel birşey; hele bir gaye uğruna yaşarsa insan…
Bu yazınız çok etkileyici ve her insanın farkında olması gerektiğini düşünüyorum, yaşamak her türlü zorluğa rağmen dik durmaya gayret göstermektedir bir anlamda. Dünyanın neresinde olursa olsun insan ,ortak bir noktamız var o da İnsanlık denilen kavram makam mevki etiket vs herşeyin üzerinde gelir o yüzden önce insan olabilmek gayemiz olmalı, yüreğinize sağlık dikkatle okudum kaleminiz daim olsun
Gurbetçiler altmışlı yıllarda Almanya'ya gitmeye başladılar çalışmak için. Şimdi orada doğan ikinci üçüncü nesiller bile var. Genellikle Türklerin iyi iz bıraktıkları söylenir ama münferit bazı olaylarda olmuştur, köyden şehre gitmeden direk Almanya gidenler tarafından, oraya uyum sağlayamayan. Tabi bunlar bazı Almanların kafasında olumsuzluk yaratacaktır ama çoğunluğa bakmak ön yargılı olmamak da lazım. Güzel ibretlik bir hikaye olmuş sonu da iyi bağlanmış kutlarım yürekten...
Değerli Yazar Halil Bey, bu güzel anınızı paylaştığınız için yürekten kutlarım. Böyle güzel yaşanmışlıkları okumak ve dersler çıkarmak gerekir. Şahsınızda ; yaşıyorsa şayet Türken Mutter hanımı da selamlıyorum.
Halil GÜLEL
Halil GÜLEL
"Kırk yıl komşu olduk, birbirimizi iyi bilirdik. Kırk gün dünür olduk, ince barsağımızı öğrendik. Meğer ki hiç de iyi değilmişiz." Diye bir söz duymuştum çocukluğumda. Ömür boyu da insanları bu söz terazisinde tarttım. Önyargıya kapılmadım. İyi bildiğin kötü, kötü bildiğin iyi çıkabiliyor. Önce tanımak, sonra kanaat belirtmek en iyisi.
Halil Beyciğim,
Mükemmel bir öykü kaleme almışsınız.
Tebrik ediyor, esenlik dileklerimle selâmlıyorum.