- 207 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
RESSAM TESADÜF
Mevsim bahardı. On ya da on beş gün geçti geçmedi. Her yer şenlendi. Çiçekler, böcekler, ağaçlar, cıvıl cıvıl kuşlar şenlikteydi.
Manzara muhteşem, sanat harikaydı. Ölümü hatırlatan kıştan sonra hayat, haşir meydanı gibi yeniden kuruluyordu.
Bilinmeyen bir el, bilinmek, görünmek, göstermek ve kendisini sevdirmek istiyordu. Adeta cennetin vitrinini dizayn ediyordu. Her bir varlığın numunelerini vitrine özenle diziyor, asıl hazinenin geride olduğuna işaret ediyordu.
Bir ressam tuvalini açmış, manzaranın resmini yapıyordu. “Manzara nasıl?” dedim. “Çok harika! Bayıldım. Bu fırsat kaçmaz. Yakalamışken resmedeyim” dedi. “Yaratan ne güzel yaratılmış değil mi?” dedim. “Ben ortada yaratan filan göremiyorum. Nasıl oluyorlar onu da bilemiyorum. Belki tesadüfen, belki kendi kendilerine oluyorlar, belki de tabiat ana yaratıyor” dedi.
Hayret edip sustum ve onu izlemeye koyuldum.
Ressam, fırçasını boyalara bandıra bandıra tuvalin bir o yanına, bir bu yanına gezdirdi, bir süre sonra resmi bitirdi ve dönüp heyecanla bana baktı ve: “Nasıl? Resmimi beğendin mi? Güzel yapmış mıyım?” Dedi. Ben de: “Evet resim çok güzel oldu, ama kendi kendine oldu. Sen bu kendi ‘kendine oluşu’ görmedin mi?” diye sordum. Sustu. “Nereden biliyorsun belki de tabiat ana yaptı?” Bozuldu. “Belki de bir tesadüf rüzgârı esti; tuvalini, boyalarını ve manzarayı bir araya getirdi, boyaları hassas ölçülerle döküp karıştırıp bu güzel resmi, milyarlar ihtimal arasından seçip yaptı.” Dedim. Yüzü kıpkırmızı oldu, cevap veremedi.
“Resim benim diyorsan, asıl resmini çizdiğin hayat dolu manzaranın da elbette bir çizicisi var ve olmak zorunda. Sebepler de tabiat da birer yaratık. Ayrıca hiçbir şeyin kendi kendisine olması veya oluşması mümkün değildir. Onların ne ilimleri, ne kudretleri, ne de iradeleri var. Bu kör, sağır, dilsiz ve akılsız mahlûkâttan ne bekleyebilirsin ki?.. Kaldı ki, akıllı, bilgili ve iradeli olsalar bile, bütün atomların bir araya gelip, anlaşıp, her biri, biri birine, hem hâkim, hem de mahkûm olup bütün varlıkları kendi kendilerine oluşturmaları imkânsız bir şey. Sen hiç ustası olmayan iğne, kâtibi olmayan harf, muhtarı olmayan köy gördün mü?” “Görmedim.” “O zaman ya yaratanı kabul edeceksin ya da kendini bile inkâr etmek zorunda kalacaksın. Kararını sen ver. Hem sen nasıl sanatını, maharetini görmeyi, başkalarına da göstermeyi istiyorsan ve takdir edilmeyi bekliyorsan, bu âlemin yaratıcısı da aynı şeyleri seneden bekliyor. Üstelik her sanatın yanında sanatkârının da bulunması gerekmez. Senin maharetini resminde, Mimar Sinan’ın maharetini eserlerinde, bu âlemin sahibinin maharetini de tabiatta görüyoruz. Sanat kendini bir anlatırsa, sanatkârını binler anlatır. Yani manen sanatının yanında bulunur. Akıl ve şuur sahipleri olarak, sana da bana da sanattan sanatkârı bulmak ve anlamak düşmez mi?”
“Haklısın” dedi. Sustu.
YORUMLAR
Güzel, güzel olduğu kadar değerli tespitler, Kaleminize ve yüreğinize sağlık.