- 191 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
ESRARENGİZ GÖZLER
Adapazarına tayin olmuş çiçeği burnunda bir öğretmendim. Yeni görev yerime, öğrencilerime kavuşmak için can atıyordum. Haydarpaşa tren garına giderek biletimi aldım. Harekete birkaç saat vardı. Zaman geçirmek için çay içebileceğim bir köşe bulup oturdum.Bir an, eşyanın sırrına ermiş ve zaman ötesine yolculuğa çıkmış izlenimi veren bakışlarını üzerimde sabitlemiş ak sakallının farkına vardım.
Seksen seksen beş yaşlarında beli bükülmüş sakalına kır düşmüş bir ihtiyardı. Alnındaki kırışıklıklar mazide kalan yaşanmışlıkların izdüşümüydü sanki. Bakışları hayata karşı bir meydan okuyuştu. Yıkılmadım ayaktayım, dercesine bir edası vardı.
Sukutu hayale uğramış insanlara mahsus bir endişeyle çevresine dikkatli nazarlar atıyordu. Bakışlarında, maziden arta kalan yalnızlık ve çaresizlik içinde kıvranan bir ruhun canhıraş feryatlarını duyar gibi oldum. Kim bilir, bir asra yakın ömrüne neler sığdırmıştı. Heyecanlı bekleyişler, hicranlı günler, keder ve sevincin yoğurduğu gökkuşağını andırır hayaller.
İhtiyar, kavruk teninin ortasında iki nazar boncuğu gibi taşıdığı gözleriyle geçmişe dair masallar, hikayeler ve efsaneler anlatıyordu. Mamafih anlattıklarını duyabilmek bakışların dilinden anlayanlara nasip olurdu ancak.
Masamdan kalkıp yanına doğru yaklaştım. Başımla selam verip karşısına oturdum. Hiç tepki vermiyordu. Varlığımın bile farkında değildi sanki. Mazinin derinliklerine doğru yolculuğa çıkmış hissi uyandıran ihtiyarın yaşadığına dair tek belirti, zamanla birlikte yorgun düşen kalbiyle uyum içinde alıp verdiği nefesin hasılı inip kalkan göğüs hareketleriydi. Kendini dış dünyadan tecrit etmiş, kutsal bir tefekkür içinde muhayyel alemleri seyran eden bu seyyahı, münzevi yalnızlığıyla baş başa bırakıp yanından ayrıldım. Onu içinde bulunduğu alemden alıkoymak ve düşsel yolculuğundan uyandırmak yapılabilecek en kötü şeydi zannımca.
Uzaktan dumanlarını göğe sala sala gelen trenin sesi duyuldu. Hesabı ödeyip valizlerimi elime alarak adını sanını bilmediğim bu esrarengiz ihtiyara veda ettim. Ve kendi serüvenimin peşinde dağlar tepeler aşaraktan demirden rayların üzerinde ufka doğru “ çuff çuff”seslerinin eşliğinde yol alıyorum.
Haydarpaşa’dan kalkan tren Adapazarı’na vardığında güneş gökyüzünde en tepe noktadaki yerini almıştı bile. Adı, kurtuluş mücadelesinde gösterdiği kahramanlıklarla özdeşleşen Sakarya’ya atanmış olmak, benim için büyük bir gurur kaynağıydı. İçinde bulunduğum duyguların mana iklimini yansıtabilecek sözcük yoktu hafızamda. Tren garı şehrin göbeğindeydi.Bir yerlere yetişme telaşıyla sağa sola koşturan insan kalabalıkları arasından gözüme kestirdiğim ilk kişiye, yeni görev yerim olan Sakarya Teknik ve Endüstri Meslek Lisesinin adresini sordum. Acemisi bulunduğum bu gizemli bir o kadar da yabancı şehrin insanlarının yüzündeki tebessüm ve misafirperver yaklaşımları içimde sıcak bir duygunun şekillenmesini sağladı. Elimde valizim, zihnimde cevap bekleyen meraklı sorularla tam da söylendiği gibi; Yeni Cami istikametini devam ederek Aziziye Karakolu’na komşuluk eden okuluma ulaştım. Teknolojinin imkanlarından faydalanmış ve internetten okulum hakkında ön bilgi edinmiştim. Kapıdan girişte sol tarafta iki katlı bir lojman ve lojmanın bitişiğinde alt katı idari bina üst katı kütüphane olarak kullanılan beton bir bina yer alıyordu. Hemen yanında, doksan dokuz depreminin bir emaresi olarak prefabrik yapıdan oluşan derslikler vardı. Müdür odasına giderek arzıhal eyledikten sonra gerekli giriş işlemlerini tamamlayıp çarşıya yöneldim. Bir otel odası ayarladım. Böylece sergüzeştimin Sakarya safhası da başlamış oldu.
*******************
Okula başlayalı bir hafta olmuştu. Her şey gerektiği gibi olmakla birlikte yeni ortamın getirdiği yabancılık ve resmiyet ruhumu kemiriyordu. Tam bu sırada imdadıma yaşamımı şekillendiren edebiyat aşkının Sakarya’daki mecrası Yazarlar ve Şairler Derneği çıktı. Burası benim için, yıllardır susuzluğunu çekip de ulaşamadığım dünyaya açılan bir pencereydi. Okuldan arta kalan zamanlarda dernege gidiyor; edebiyat sanat şiir hakkında hararetli tartışmalara giriyorduk. Şiir heceyle mi yazılmalıydı, yoksa serbest mi? Şiirde kullanılan dil imgelerle bezenmiş sanatlı bir anlatım mı taşımalıydı yoksa; sade, açık, anlaşılır mı olmalıydı? Her biri kendi çapında şair olan dostlarım fikirlerini ortaya atıyor ve karşısındakini iknaya çalışıyordu. Bir nevi eski Küllük ve Aşiyan sohbetlerini andıran bir ortamdı
Yaşamımı okuma ve yazma üzerine kurmuştum. Bu nedenle Sakarya’da yer alan kütüphaneleri araştırmış ve Çark Caddesi’nin arkasında kalan İl Halk Kütüphanesi’ne kaydımı yaptırmıştım.Her şey yolundaydı. Ta ki bir hafta sonu zeytin, peynir ve sahanda yumurta üçlüsüne eşlik eden çaydan ibaret kahvaltımı yapıp kütüphaneye gidene kadar. İki katlı kocaman bir binaydı kütüphane. Raflarda gökkuşağını andıran çeşitlilikte birçok eser okuyucularını bekliyordu. Salonda, görevlinin haricinde dokuz on yaşlarında bir kız çocuğu vardı. Kim bilir o da memurun kızıydı. Bu durum fena halde canımı sıkmıştı. Görücüye çıkmış gelin gibi salınan cilveler yapan kitaplara, okurun bu denli duyarsız olmasını aklım almıyordu. Teker teker eserleri incelemeye koyuldum. İçimden Allah’a bana bu kadar kitabı okuyacak kadar uzun ömür vermesi için dua ediyordum. Aksini düşünmek bile canımı acıtıyordu. Raflarda henüz kapağı açılmamış kitaplar vardı. Bu durum karşısında dile gelen kitaplar sanki bana lisan-ı hal ile şöyle sesleniyordu:
“Sen, yıllarca şikayet ettin hayatından. Hep kolayı seçtin. Gayret göstermedin, ışığa ulaşmak için. Ya da maskeli bir yüzle; ışığa hasret , ışığa sevdalı bir resim çizdin boşluğa. Oysa, oysa ben sana nefesin kadar yakın, bir göz açıp kapama mesafesi kadar uzaktım.
Yıllarca bekledim seni. Bekledim, bekledim, bekledim. Hep beklemek oldu kaderim. Oysa, sana mutlu yarınlar vadediyordu, bir yanım. Bir yanım ise yıldızları. Hücrelerim sana açtı, sana susuz. Bir dünya kurmuştum kendi halinde kusursuz. İçinde aşk olan, içinde sevda kokan , içinde kin, nefret ve umut olan bir dünya. Hayatın sadece siyah ile beyazın çatışması olmadığını benden öğrenecektin. Benimle keşfedecektin sırlı diyarları. Benimle aşacaktın zaman perdesini. Kaldıracaktın aradan karanlıkları.
Yıllarca bekledim seni. Bekledim, bekledim, bekledim. Ama bir türlü gelmiyordun. Belki karlı dağlara sarmıştı yolun. Belki karışmıştı birbirine, sağın hem solun. Belki yakındır vuslat, biter belki bu oyun.
Ama sen yoktun.Ve gözükmüyordun ufuk çizgilerimde. Gölgen düşmüyordu topraklarıma. Ellerin dokunmuyordu avuçlarıma. Biliyorum, sen de beni düşlüyorsun. Benli yarınlar kuruyorsun gecelerinde. Yüreğinden yüreğime akan bir ah yankılanıyor boşlukta.
Bak, sana yeni taraflarımı anlatacağım. Yeniden aşık olacaksın bana, yeniden uykusuz gecelere düşecek yolun. Benimle üzülecek, benimle güleceksin. Benimle tadacaksın aşkı, benimle yaşayacaksın hicranı.
Bak, daha hayatımın baharındayım. Altı ay oldu doğalı. İki bin yedi Ağustos’uydu açtığımda dünyaya gözlerimi. Hem birinci hamurdandı sayfalarım. Evet, senin için var olan, sana sevdalı olan ben. Bekliyorum seni. Haydi, daha fazla bekletme beni. Adresi aşağıya yazdım. Çık evinden bana gel!
Adres :İL HALK KÜTÜPHANESİ”
****************
Çalan telefon sesiyle içinde bulunduğum manevi atmosferden uzaklaştım. Arayan nişanlımdı. Ve sözleştiğimiz üzere çay bahçesinde beni bekliyordu. Gözlerimde beliren bir kaç çiğ tanesi yere düşerken ben günlük meşgalelerin esiri olarak çoktan bu mukaddes ortamı terk etmiştim bile. Aklımın bir köşesinde İstanbul’da karşılaştığım ihtiyar, bir köşesinde ardımda bıraktığım kitaplar vardı.
******************
- Nerede kaldın aşkım?
- Geldim işte!
SON
Hüseyin KABA
YORUMLAR
çalışmanın türü ne olursa olsun okuyucuda merak uyandıran konu ya da karakterler her zaman yazının etkileyiciliğini artırır.
tren yolcuğundan sonra cami, karakol, okul civarı ve en son kütüphanede acaba o esrarengiz adamla bir karşılaşma daha yaşanacak mı ?beklentisi oluştu okurken.
okuma konusunda ise Türk tarihçisi Halil İnalcık hocamızın da dediği gibi ''ömrümüz istediğimiz tüm kitapları okumaya yetmeyecek''
maalesef bu bir gerçek.
17 ağustos 1999 da meydana gelen büyük Marmara depreminin izlerini silip yeniden doğan güzel şehrimiz Adapazarı'na selam olsun
emeğinize
kaleminize sağlık