- 215 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
KUR’AN KURSLARI VE EĞİTİMDE ŞİDDET
KUR’AN KURSLARI VE EĞİTİMDE ŞİDDET
Kur’an Kursları’nda eğitim ne yazık ki hala medreselerin bozulduğu, beşik ulemalarının çoğaldığı yıllardan kalma, hiçbir pedagojik dayanağı olmayan, salt kaba kuvvete dayalı sistemde devam etmektedir.
Özellikle yatılı kurslarda en sık başvurulan yöntem olarak hala bu ilkel metot sürmekte, Kutsal Kitab’ımızın öğretilmesi için gönderdiğimiz çocuklara Kur’an öğreten bu müesseseler evlatlarımızı Kutsal Kitap’tan soğutmaktadırlar.
Öğretmenliğe ilk başladığım yıllarda okullarda dayak hüküm- ferma idi. Hele bizim öğrenciliğimizde hocalarımızın tek bildiği yöntem buydu. Hala hayattadır bu hocalarımız. Dayaktan başka terbiye metodu bilmeyen zavallı eğitimciler, kendilerini hiçbir zaman sorgulamıyorlar, başka bir yöntem arama zahmetine katlanmıyorlardı.
İlkokul birinci sınıftaydım; öğretmenimiz Bedia Çelik öğrencisini çok severdi. Ben onunla okumayı sevdim. Eğitim benim için güzel bir dünya oldu. Ona minnettarım. 2. sınıfta başka bir öğretmen girdi dersimize. Adı Mehmet Tombuloğlu idi. Otoriter kişiliğinin bir parçası dayaktı. Şiir ezberletirdi bize. Okuyamayınca ellerimizi o kuvvetli sopayla kızartırdı. Olanca gücüyle nazik ellerimize vurur; bunu eğiticilik addederdi. Ben her gün ezberimi yapar, tahtaya kalkınca dayak korkusuyla şaşırır ve dayağı yerdim.
Bu öğretmenimi hiçbir zaman hayırla yad etmedim. O Samsun’a tayin olunca pek sevindim. İlk öğretmenim İstanbul’a tayin olmuş, buna ben pek üzülmüştüm. Son iki yıl Salih Kulaç isimli oldukça demokrat bir öğretmenimiz oldu. Kişiliğimin gelişiminde onun katkısı çoktur eminim. Arkadaşlarımın kiracısıydı. Rahmetli olmuş. Onu hep hayırla yad ederim.
Orta okul ve liseyi bir İHL. de okudum. Dayak hüküm-ferma idi. ‘Sopa cennetten çıkma’ derlerdi öğretmenler. Dayakçı bir müdür vardı. Odasında döverdi. müdür yardımcıları hakeza. Sınıf içinde dayak atan öğretmenler en popüler öğretmenlerdi kendilerine göre.
Eğitimin tek genel geçer aracı dayak yahut not tehdidi idi. Öğretmen sınıfa hakim olmak için not defterini çıkarır, baskın sözlü yapardı. Zor sorularla öğrenciye sıfır vermek marifetti
.
Ben de bu dayaklardan nasibimi aldım. Ailemde hep uslu çocuktum. Bu yüzden dayak yemedim. Babam en küçük ile en büyüğümüzü döverdi. Beni annem korur, zayıf olduğum için savunur, onun tabiriyle kayışları kendi yerdi. Babam bel kemeriyle döverdi. İlk okulu bitirdikten sonra laftan etkilendiğimi gören Babam biz iki ortancaya dayak atmadı.
Yıllar geçti, öğretmen olduk. Sınıflara derse girmeye başladım; dayaktan nefret ediyor, öğrencilerimi seviyordum. Mezun olduğum okulda derslere girmeye başladım. Öğrenciler başıma üşüştü. Sevgimi belli ediyor, sınıflara hakim olamıyordum.
Ankara Elmadağ’da bir okula atandım. Orada da dayak hazretleri hüküm-ferma idi. Öğretmenler sopa ile derse girerlerdi. Soran olursa tahtada yazılanları gösteriyoruz öğrenciye, diye söyleriz’ derlerdi. Ama kimse buna inanmazdı.
Ben yine zor durumda kaldım. Sınıflarım gürültü içindeydi. Derslerimde öğretmen yok diye içeriye girerdi idareci ve öğretmenler. Sonra basit bir yöntem buldum. Ben de kaba kuvvete başvurdum. İtiraf ediyorum.
Yaramaz öğrenciyi çağırıyor, suratına hafif darbelerle şamar vuruyor, öğrenciyi sever gibi tokatlıyordum. 10, bilemedin yirmi hafif vuruşla vuruyor,öğrencinin suratı kıpkırmızı oluyor, yerine geçen öğrenci bir daha şımarmıyor, uslu uslu oturuyordu.
Sordum ‘niye artık şımarmıyorsunuz, ben sizi dövmüyorum ki ,seviyorum, biliyorsunuz; bu vurduğum sevgi tokadı’. "Olsun Hocam" diyorlardı "biliyoruz, ama suratımız çok yanıyor’’.
Yöntemi bulmuştum. Sonra Liseye atandım. Orada buna da gerek kalmamıştı. Laftan anlıyorlardı. Onları seviyordum. Onlara baba şefkatiyle yaklaşıyordum. Beni hiç mahcup etmediler. Evlendim , baba oldum. Çocuklarımı hiç dövmedim. Şımardılar. Kaba etlerini hafif darbelerle kızarttım. Bu onlara yetti. Kızım için buna da gerek duymadım hiç. O hep laftan anladı. Anneleri terlik attı, benim haberim olmadı. Onunla bu yüzden çok tartıştık. O annesinden böyle görmüştü.
Öğretmenliğimin 10. yıllarında dayak yasaklandı, şimdi kimse dövmüyor. Disipline veriyor. Kaba kuvvete nadiren baş vuruluyor, ama maalesef Kur’an kurslarında buna devam ediliyor. Çocuklar Kur’an’dan soğutuluyor. Namazdan soğutuluyor, dinden uzaklaştırılıyor.
Bence Milli eğitim bakanlığının yaptığını Diyanet işleri başkanlığının da yapması gerek acilen. Bu gün Milli Eğitim bakanlığı şikayet hattı anında olaya müdahale ediyor, Diyanet’in de aynı yapılanmaya gitmesi şart. Kur’an öğreticilerinin kendilerini rehabilite etmesi için bu gerekli.
Milli Eğitimin dayakçı hocaları bile soruşturma korkusuyla kendilerine çeki düzen verdiler. Eğitim bu yüzden aksamadı, daha da ileriye gitti bence. En azından öğrenci kişilik sahibi oldu. Sözden anlar oldu. Her ne kadar bir çok yerde sözlü mobbing devam ediyorsa bile iyi bir aşamaya gelindi Milli Eğitim’de. Ama Kur’an Kursları için aynı şeyi söylemek mümkün değil ne yazık ki. Ben kendi çocuğumun başına gelenlerden biliyorum.
Bu konuda acil önlem alınmalı ki, nesiller Kuran bilen ama okumayı sevmeyen nesiller yetişmektedir. Bu dine de Kur’an’a da ihanettir.
Ahmet Kemal
Kayıt Tarihi : 22.9.2014
YORUMLAR
Yazınızı beğeniyle ve üzülerek okudum. Ben de sizin gibi öğrencilere iyi davranırım ama bazıları şımarır, gürültü yaparlardı. Bir gün bir öğrenci sınıfa sopa getirip bana verdi. Samimiyetle, hocam bunlar laftan anlamaz, dayaktan anlar, dedi. Kuran kurslarına gelince çocuklara dinin amacı ve özellikleri yerine eski yazı öğretmeye çalışılıyor ve anlamadan ezberci dayatmacı ders veriliyor. Orta ve liselerdeki din dersinde de aynı metot uygulanıyor ne yazık ki...
ismail karaosmanoğlu
Anılarınızla anlattığınız bu olay gerçekten ders alınması gereken bir konu değerli hocam. Ancak Eğitim bir devlet politikası olmalı; diyanete ve tarikat gibi ucube kurumlara çocuklarımızı asla vermemeliyiz. Merdiven altı diyebileceğimiz ne idüğü belirsiz sakallı-cübbeli sapkın hocalara çocuklarımız emanet edilmemeli. Değerli hocam size bir anımı paylaşmak isterim müsaadenizle: Çay bahçesinde yalnız başıma çay içiyordum. 12-13 yaşlarında bir çocuk bisikletiyle yanıma geldi. Başını bana uzatarak, "biliyor musun amca, ben nereden geliyorum?" Çocuğa dedim ki; "yeğenim, ben nereden bileyim? Söyle öğreneyim" dedim. Çocuk sevinçle; "ben Kuran kursuna gidiyorum, kuran okuyorum, Kuran öğreniyorum" dedi. Dedim ki; "çok iyi ediyorsun yeğenim. Besmele çeker misin?" dedim. Çocuk donuk bakışlarıyla suratıma baktı, yutkundu ve "amca, o ne ki?" dedi. Çok şaşırmıştım. Dedim ki; "yeğenim, Kuran'da sureler, ayetler besmeleyle başlar. Hocanız bunları size neden öğretmedi?" dedim. Çocuk; "öğretmiyor amca dedi." Dedim ki; "git hocana söyle, hem besmeleyi, hem de anlamını size öğretsin. Yoksa bu kursun hiç bir anlamı olmaz." dedim. Çocuk; "arkadaşlarım bunu teklif etti ama hocamız kızdı. Kuran, Türkçe okunmaz. Anlamanız gerekmiyor. Siz sadece okuyacaksınız." dedi. Sonra çocuk mahçup bir halde ayrıldı. Demem o ki; "ilim yayma ve Kuran kursu" etiketiyle çocuklar papağana döndürülüyor. Böyle ilim olur mu? saygılar hocam.