- 171 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
Sevimli insan
Sevimli insan Allah’ın en büyük armağanı. Yüzü gülen dili tatlı kalbi temiz birine yakınsanız o sizin cennetinizdir. Kim ki yanına yaklaşır yaklaşmaz eften püften bir sebepten sesini yükseltiyor her yaptığınızı eleştiriyorsa o da cehenneminiz...
Kibarlık yapmacık değil kendiliğinden içten akıp geliveren kibarlık nezaket ne büyük hediyeler. lakin kabalık sesini yükseltmek küçümsemek daima kendi fikrini haklı görmek popüler...
Biliyorum, herkesin birbirine karşı nazik hoşgörülü olduğu veya olacağı bir dünya yok. Olsaydı ne güzel olurdu değil mi?
Düşünün, herkes birbirine karşı son derece özenli düşünceli ve ilgili, insanların içleri dışları bir, yalan nedir bilmiyorlar, daima doğruyu söylüyorlar doğruluktan dürüstlükten yanalar, gizleyecek saklayacak kötü duygu ve düşünceler beslemiyorlar kalplerinde, herkes saf temiz sevgi şefkat dolu, saygılı sevgili birbirine karşı...
Sevimli sevgili sevecen hepsi de aynı kökten geliyor sev sözcüğünden, Yaradan kainatı sevgisinden yarattı, sonra dönüp baktı eserlerini görmek istedi, insanları konuşmayan ancak öten miyavlayan havlayan möleyen gıdaklayan vak vak ses çıkartan, bazen de hiç bir sesi olmayan canlıları ve aslında gizli bir melodisi olan otları çayırları çimenleri ağaçları denizleri gölleri akarsuları, dağları ovaları yarattı. Saymaya nefesimizin yetmeyeceği güzelliklerle bezedi, gökyüzünü maviye, yeryüzünü yeşile boyadı, gökten yağmur indirdi, kayaların içinden şelaleler fışkırttı, rengarenk mis kokulu çiçeklerle yeryüzünü süsledi adeta cennetin birer tasviri şekline getirdi...
Kedi köpek sincap kuş civciv ne kadar sevimli, aslan kaplan leopar ne güçlü, kartal şahin ne heybetli, tavus kuşunun renkleri ne güzel, horozun ötüşü kuzuların keçilerin meleyişi, arıların hatta sineklerin vızıltısı ne hoş. Tabiata bakıyorum, hiçbir zıtlık uyumsuzluk göremiyorum, her şey birbiriyle ahenkli bir biçimde cereyan ediyor. bütün canlılar hatta cansızlar üzerlerine düşen vazifeleri harfiyen yerine getiriyorlar. En ufacık bir şikayet dahi etmiyorlar.
Kiraz ağacı vişne ağacına senin meyvelerin niye bu kadar ekşi demiyor. Hamsi balinaya sen niçin bu kadar irisin demiyor, ne bileyim, öyle çok örnek var ki verebileceğim saymakla bitmez, karanfil güle benim kokum niye farklı seninki benden güzel ya da ben daha güzel kokuyorum rengim de senden daha güzel demiyor, kelebek kaplumbağaya benim ömrüm çok kısa senin ise uzun demiyor, hepsi kaderine razı, olanı yaşıyor başka bir hale dönüştürmeye daha doğrusu değiştirmeye çalışmıyor...
Bir tek insan hoşnut değil, kendisini bile beğenmiyor ki başkalarını beğensin. Burnum niye büyük diyor dert ediyor, kırışıklıklar düzelsin diye çektiriyor maske takmış gibi bir yüzle dolaşıyor, birileri para kazanmak için, aynı Nasrettin hocanın leylekli fıkrasındaki gibi, şimdi çok güzel oldun bir şeye benzedin nihayet, Allah seni kusurlu yaratmıştı zaten biz senin o kusurunu düzelttik diyerek kandırıyor...halbuki bazen insanın kusurlarıdır onu sevdiren sevimli gösteren...
Uzun lafın hülasası insan bu koskoca dünyaya sığamıyor, paylaşamıyor, gözü de doymuyor gönlü de doymuyor, yüz dönüm bahçesi olsa komşunun kıytırık armudu ona daha cazip görünüyor, insan en vahşi hayvandan daha vahşi, para için mal için neler neler yapıyor, ben naçizane şöyle düşünüyorum, eğer insan et yemeseydi bu denli acımasız gaddar olmayabilir miydi diye soruyorum kendi kendime. Uçak kazasından kurtulan kazazedeleri anlatan bir film izlemiştim, Tibet Nepal olabilir çok uzak karlı bir yerde uçak dağa çarpıyor, hayatta kalabilenler o kadar uzun süre aç kalıyorlar ki ölmüş arkadaşlarının etlerini yemek durumunda kalıyorlar...
Bir ineğin gözlerine baktınız mı hiç? Yeni doğan danamızın titreyen ayaklarını o sevimli yüzünü hala bu gün gibi hatırlıyorum, tavuklarımızı yoncayla beslerdim kıpır kıpır koparışları ne tatlıydı, ya o kuzular, daha fazla anlatmayayım. Ya televizyonda ineklerin boyunlarını birer esir gibi bulundukları demirli bölgeden uzatarak ot yiyişlerini gösteriyorlardı, aa herhalde çiftlikteki hayvanlarla ilgili bir belgesel dedim dememe kalmadı, bir de ne göreyim bir kasapla röportaj yapıyorlarmış meğer, yazıklar olsun dedim, bu kadarı da fazla tamam Allah hayvanların etinden faydalanmamızı helal kıldı bunu biliyorum, fakat önce yem yiyen inekleri gösterip ardından kasapla konuşursan bu insanca bir davranış mıdır, yorumlarınıza sunuyorum...
Neyse bu konuyu daha fazla uzatmayacağım, çünkü dipsiz bir kuyuya düşmekten korkuyorum açıkçası. Demem şu ki, Allah’ın yarattığı her canlı çok güzel kusursuz, iyi davranmadığı için çirkinleşiyor, başkalarının hakkına el uzattığı için çirkinleşiyor, tabiatı kirlettiği için ağaçları hatır hatır kestiği için çirkinleştiriyor, bloklar siteler, kuş kanatlarının çırpınışları arasında diyerek insanları kandırıp fahiş fiyatlara satılmak üzere lüks villalar yapmak için ağaç katliamı yaptıklarından bet bereket olmuyor, iklimler değişiyor, katkı maddeleriyle dolu ürünleri yediği için herkes hasta, tarım ilaçlı meyve sebze yediği için herkes mutsuz yorgun bitkin...
Bademin kilosu şu kadar cevizin kilosu şu kadar kirazın kilosu...bu uzar gider, eskiden diye başlayacağım söze, bahçeler bağlar vardı, badem ağaçları çiçek açardı bahar gelince kiraz ağaçları erik ağaçları gelin gibi donanırdı, hani Amasya elması dedikleri elma var ya Tokat Ve Niğde’de de yetişiyordu, çıtır çıtır, mis kokuyordu, İncecik kabuklu çavuş üzümlerinin, uzun sarı bekiroğlu iri yeşil boduroğlu üzümlerinin, misket elmanın, boynu eğri armudunun bıldırcın budu armudunun, ve daha sayamayacağım çeşit çeşit kirazların hele sarı kiraz, can eriği, dutların sulu sulu taptatlı şeftalilerin arasında geçti ve bu kadarı yeter dediğinizi duyar gibiyim,
Büyükannemin Sivas Suşehri’nden getirdiği tereyağlı su börekleri eliyle yaptığı baklavalar,küpe basıp kuma gömdüğü yağlı peynirler, pestiller mis gibi köy unu kokan kurabiyeler dut kurusu biz çemiç derdik, kömeler yiyerek geçti, şimdiki çocuklar kirazı eriği sütü yumurtayı markette görüyor, tavuk öyle zorlanıyor ki yumurtlarken canı acıyor muhtemelen, her bir yumurta ne çok değerli aslında...tavuklara ışık yakıyorlarmış, normalde günde bir kere yumurtlayabilen bu zavallı canlıların bio ritmini bozarak gece mi gündüz mü şaşırtarak daha fazla yumurtlamalarını sağlıyorlarmış, aman Allahım başımıza taş yağacak derlerdi ya eskiden, şimdi kaya yağsa az derim...
Manavdan yeşil biber alıyor kadının biri,avuçluyor üç dört tanesini yere döküyor eğilip almıyor, gelen geçen basıyor, saydım altı tane biber yerde ayaklar altındaydı, ne zor yetişiyor o biber ne çok emek veriliyor bilmiyor o kadın...
İnsanlar doymuyor, ambalajlı ürünler raflarda, hepimiz alıyoruz, kırsaldakiler şanslı, onlar da şikayet ediyorlar...onlar da mutlu değiller...
Et yiyoruz kalbimiz katılaşıyor, kasaplara kuzu heykeli koyarlardı hatırlar mısınız, kes desem kesebilir misiniz canlısını getirsem kıyabilir misiniz? Lakin alışmışız bir kere, vampir gibi et yemeye alıştırılmışız, doğal olağan bir hadise gibi, her gün sayısız kere bizler yiyelim beslenelim semirelim diye hayvancıklar kesiliyor doğranıyor, kanları akıtılıyor...şimdi diyeceksiniz ki et alacak paramız mı var, bayramdan bayrama çocuklarımız et yiyebiliyor, haklısınız sonuna kadar hak veriyorum, bu yaman çelişki de ayrı bir mesele, ben farklı açıdan bakıyorum olaya, siz boş verin benim sözlerimi kaale almayın, et yemek iyidir kansızlıktan korur, köfte iyidir, yemekteyiz master şef iyidir, her söz başka bir yere çekilir, laf uzar yorum başlar, ben hiçbir şeye karşı değilim, yanlış anlaşılmasın, sadece düşünen bir insanım hepsi bu, ne bir kimseye ne bir uygulamaya muhalif değilim, bunlar sadece içimden gelip kağıda dökülenler...
Bir ufacık hadiseyle karşılaştım, kasaba bir kadıncağız geldi, eleman dalağı kararmış diye çöpe atmış, tam anlayamadım, içinde parçalar olan gömgök kararmış dalakları indirimli bir ücret mukabili alıp gitti ve dualar etti, düşündüm neden kilitlenmiş gibi onu yemeyin zehirlenirsiniz diyemedim ve ona yardım edemedim diye günlerce kafama takıldı bu mesele...
Sevimli olmak sonradan kazanılamaz, Allah vergisidir, hani nasıl derler yıldızı şirin diye işte öyle bir şeydir, güzel olabilirsiniz ama itici de olursunuz aynı zamanda, çünkü ses tonunuz serttir, diliniz acıdır, sözleriniz kekremsidir olmamış Trabzon hurması, olmamış iğde, olgunlaşmamış muz, olmamış ayva gibidir, boğazımıza oturur, pazen kumaş gibi sarar içini alimallah!..
Sevimli insana doyum olmaz, geçimsiz insanla da hayat geçmez azap olur...Annem güzel yüze doyulur da güzel huya doyulmaz, huyu güzel olan kirli sularla içilir derdi...
Gülhan Çeliktaş
YORUMLAR
Herşeyin lütfedildiği insan baktığımızda şöyle bir etrafımıza insana insandan başkası zarar vermiyor kimisi benlik hırkasını girmiş kendinden başkasını görmez olmuş yalan hiyanet sarmış tevazu ve merhamet rafa kalkmış tozlanmış gören yok vicdan sahipleri az olsada dünyamızda insanlığın varlığını idame edenlerdir...
Uzun sözün kısası hesap günü var aklınızdan ve hayalinizden geçirmeseniz bile
Emeğinize yüreğinize kaleminize sağlık üstadem beğenerek okudum güzel yazınızı Saygılarımla