- 238 Okunma
- 2 Yorum
- 5 Beğeni
Sanrıdan Tanrı'ya
Adına Cennet denilen bir alemde, merak duygusunun aciziyetine uğrayıp, yeni bir yolda buldular kendilerini. Öyle bir fırtına esti ki, Adem’i Hindistan’ın Nud dağının tepesine, Havva’yı Cidde’ye savurdu. 200 yıl sürecek bir ayrılığın savruluşuydu.
Derin bir uykudan uyanır gibiydi. Gözlerini açmaya yeltendikçe üzerindeki ağacın dalları arasından, bir demet ışık hüzmesi süzülüyordu yüzüne. Yaprakların çıkardığı sesler bir melodi tadinda değerken kulağına, ılık rüzgar ruhunu okşuyordu. Öylece uzun süre hareketsiz kaldı. Sol yanına döndü, bu dönüş onu ışığın hapsinden kurtardı. Vücuduna sert bir cisim battığını hissetti, elini uzatıp ne olduğunu öğrenmek istedi. Bu bir taş! Çok tanıdık geldi ona. En son onunla bir meyveyi taşlamıştı. Meyvesi olan her ağaç taşlanır mıydı?
Taşlar birleşip sürgününün yoluna döşenmişlerdi. Artık bu yolun mahkumu olduğunu fehmetti.
Yolu sevmeyi denedi. Gözleriyle yolu yutarcasına süzdü. Ufuk çizgisinde asılıp kaldı bakışları. Yerde uzanan bedenini iyice yaydı yola. Elleriyle taşlara tekrar tekrar dokundu. Gerçekliğe bir onay aradı. Taşların arasından bir koku yayıldı,tüm hücrelerine çekti tek nefeste. Topraktandı bu tanıdık koku, aidiyet hissini alıp ona yükledi. İnsanlığın mayası bu yol için karılmıştı. Öyleyse yola revan olma vaktiydi. İçini apansız bir ürperti sardı. Kozasından yeni çıkmış kanatları tembel bir kelebek gibi, sağa sola çarpıp durdu ruhu.
Bir aslanın geyik yavrusunu yediğine şahit oldu. Burada kurallar bu şekilde işliyordu. Bu alemin ilk duygusuyla tanıştı. Adına "Kaygı" deniyordu. Her şeyi alt üst etmesi ile meşhurdu.
İçinde bir şeyler gezindiği hissi ile irkildi, garip sesler geliyordu karın boşluğundan. Acıkma duygusu ile tanışıyordu. Açlık !dedi ne tuhaf bir his.
Bir ipe itina ile dizilmiş gibi, dalda asılı duran mor salkıma ilişti gözleri. Daha önceki yedigi meyvelere ne kadar da benziyordu. Hayranlıkla baktı, kokladı, sonra gayri ihtiyari bir tanesini alıp attı ağzına. Dilindeki tat alma kabarcıklarını aynı anda coşturan bu tanelere bayılmıştı. Az ileride, iki yükseltinin arasında gizlenmiş Bir ışıltı fark etti, cezboldu! Cazibeden gelen, tüm kaybedişleri biliyordu.
Yaklaştı parmağı ile dokundu, bu dokunuş saydamlığı delerek, bir ok gibi saplandı suyun bağrına. Ona akseden silüeti titriyordu. Cennetten bu aleme kadar uzanan bir ırmak tüm ihtişamıyla karşısında duruyordu.
Ey su! bana verecek bir sırrın var mı? dedi.
Su: bastığın bu alemin canıyım ben. Enginden akmama aldanma!
toprağın, kuşların, yeşeren dalların aziziyim. İnsan neslinin, topraktan damıtılan, iz düşümüyüm. Hürmet edildikçe çoğalırım, çağlarım! çoğaldıkça, cana can bağlarım!
Yüzünde buruk bir tebessüm belirdi. İnsan mı?
dedi, neydi insan?
Söz dinlemeyen, meraklı, doyumsuz, unutandı, zahmetti, çileydi.
Bu gerçekler ile yüzleşmekten imtina etti, cennette kalmayı yeğledi.
Bir de nesil mi demişti?
Bilinmezin korkusu çöreklenmişti içine zaman kontrolden çıkıp onu yüzyıllar, bin yıllar sonrasına savurdu. Neslini gördü!
Savaşan, kan döken, aslını çizen,yakan, yıkan,ağlayan, hazzın ızdırabın, ölümünün kol gezdiği çıldırmış bir nesil!
Temizlenmeliydi!
Ya yıkanarak!
Ya yanarak!
Yitik cennetini, Havva’sını aradığı yıllar boyunca, yüreği Bir yangın yeriydi zaten.
Sonunda kader kapılarını açmış, Müzdelife’de vuslat gerçekleşmişti. Havvasının omuzlarına yaslandı. Burada her acı dinebilirdi, çünkü Cennet artık bu omzun ayakları altındaydı.
Meyveye attıkları taşın merakı dinmişti. Artık bir mabedin temelini oluşturacaktı.
Rabb’dan bir nida geldi!
"Arşımın hizasında Harem yerim var, oraya git benim için muhabbet yap. Meleklerin arşın çevresinde nasıl tavaf ettiklerini gördün. Sen de et. Duaları kabul edeceğim yerdir orası"
İçindeki acı, kaygı, mahcubiyet ne varsa bu buyruk ile yerini ümide bıraktı. Hira’dan getirdiği taşı mabedin temeline koydu. Turu Sina, Zeytın, Lübnan, Cudi dağlarından aldığı taşlar ile de mabedi inşa etti. Bir hafta tavaf yapmaları buyuruldu.Sonra bulanan tüm sular duruldu.
Artık Adem ve oğulları yeryüzünün saygınıydı. Meleklerin bile gıpta ettiği bir saygınlık!
İrade nimeti ile donatılıp tercih adı verilen bir çeşit hürlük sunulmuştu. Ağır bir yük olsa da kıymetliydi. İnsanlık bu tercihlerinden doğacaktı.
Adem heybesindeki tohumları serpti toprağa. Aşk, kardeşlik, umut, feragat, paylaşım, sevgi... Olarak her bir vadide yeşeren tohumları,seyre daldı.
YORUMLAR
Sevgili Yazar,
"Sanrıdan Tanrıya" adlı bu yazınızda, insanın varoluşsal serüvenini ve doğa ile olan ilişkisini derinlemesine işleyerek, okuyucuya derin düşünceler sunuyorsunuz. Hikayeniz, Adem ve Havva'nın cennetten kovulduktan sonraki hayatlarına dair sıra dışı bir bakış açısıyla dolu.
Merak duygusunun insanın özgürlüğü ve bilgiye olan arzusu ile nasıl bir ilişki içinde olduğunu çok güzel bir şekilde aktarıyorsunuz. Ayrıca, Adem'in doğayla olan bağını ve su ile olan diyalogunu kullanarak, insanın çevresiyle olan ilişkisini ve içsel keşiflerini işlemişsiniz.
Özellikle, insanın varoluşundaki zorlukları ve kafa karışıklıklarını vurgularken, insanın içsel çatışmalarını ve sorgulamalarını da başarılı bir şekilde yansıtıyorsunuz. Bu, okuyucuya derin bir düşünce ve sorgulama fırsatı sunuyor.
Hikayenizin sonunda, Adem'in insanlığın temsilcisi olarak kabul edilmesi ve ona verilen irade ile tercih yeteneğinin insanlığın kaderini şekillendireceği vurgusu, insanın doğasındaki sorumluluğu ve özgür iradesini kullanma zorunluluğunu anlatıyor. Bu, insanın kendi varoluşunu ve yaşamını nasıl şekillendireceği konusunda güçlü bir mesaj içeriyor.
"Sanrıdan Tanrıya" adlı bu yazınızı okurken, insanın varoluşsal sorgulamalarıyla dolu yolculuğunu anlatan derinlikli ve düşündürücü bir metinle karşılaştım. Kaleminizden dökülen bu satırlar için sizi tebrik ederim. Daha nice derinlikli eserlere imza atmanız dileğiyle.
Sevgi ve saygılarımla