- 406 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
TARİHİMİZDE KARA BİR LEKE - 31 MART VAKASI ÜZERİNE BİR İNCELEME......1
’’Güçlü devletlerin, kendi inançlarını yaymanın bir yolu da, o milletin içinde fitne, anarşi çıkarmak; insanlar birbirleri ile uğraşırken, kendi düşüncesini, kültürünü yaymaktır. Batılı devletler, kendi “Hıristiyanlık” inançlarını yaymak için Osmanlının son zamanları bu yol çok defa denendi. Bunlardan biri de, “Otuzbir Mart Vak’ası” dır.
Bu olayı ve Osmanlının son devrindeki diğer olayları, hatta zamanımızdaki siyasi olayları tam anlayabilmek için “İttihat ve Terakki” hareketini bilmek gerekir.
Bu bilinmedikçe, olayları doğru olarak yorumlamak, anlamak mümkün değildir. Bunun için önce, kısaca İttihat ve Terakki’yi tanıtmak, yarın da Otuzbir Mart olayına değinmek istiyorum.
Osmanlı Devleti, “Hasta Adam” durumuna düşünce, Batılı devletlerin iştahı kabardı. Devleti içeriden yıkarak kendilerine daha çok pay sağlayacak gizli cemiyetler kurdular ve bunlara gizli destek verdiler.
İşte bunlardan biri de, 21 Mayıs 1889’da gizli kurulan, İttihâd-ı Osmânî cemiyetidir. Daha sonra İttihat ve Terakki adını aldı. İtalyan Karbonari mason teşkîlâtını örnek alarak kurulan bu gizli cemiyet, hücreler hâlinde teşkilâtlandı. Cemiyet üyeleri, Pâris’te bulunan Jön Türklerle irtibatlı çalışıyorlardı.
Nihai hedef olarak Osmanlı Devletini yok etme gayesini güden, ihtilâlci bir kimliğe sâhip olan ve kurucularının ekseriyetinin mason olması ile dikkat çeken bu cemiyet, ülke içinde veya dışında aynı gaye ile kurulan cemiyetleri kendine çekerek kaynaştırmayı başardı. Her konuda olduğu gibi, bu konuda da basın kendilerine büyük destek verdi. Zaten İttihatçıları iktidar yapan da basındı.
İttihat ve Terakki, görevi gereği, Devletin başına büyük gâileler açtı. Bir oldu- bittiye getirilerek Osmanlı Devletini, Birinci Dünyâ Harbine soktu. Pek çok vatan toprağı elden gitti; yüz binlerce Müslüman-Türk evlâdı şehid düştü.
İktidarda kaldıkları on senede, üç kıtaya yayılmış altı yüz senelik koca bir imparatorluğu, korkunç bir ihtiras ve cehâlet ile târihin derinliklerine gömen İttihat ve Terakki’dir. En az iki milyon kişiyi cephelerde kar ve tipi altında veya kavurucu çöller ortasında çıplak, aç, susuz bırakarak şehid olmalarına sebeb olan İttihat ve Terakkinin ileri gelenleridir. Birkaç milyon kilometre kare olarak devraldıkları bir memleketi, birkaç yüz bin kilometre kareye kadar küçülttüler.
Bu küçük toprak parçasını da düşman çizmelerinin altında bırakarak kaçtılar. İlk olarak Enver, Talat ve Cemâl paşalar ile doktor Bahaaddîn Şâkir, doktor Nâzım, 30 Ekim 1918’de Mondros Mütârekesini imzâ ettikten bir gün sonra gece yarısı koca Osmanlı Devletini yıktıktan sonra, hıyanetlerine bir yenisini ekleyerek kaçtılar. Enver Paşa Türkistan’da, Talat Paşa Berlin’de, Cemâl Paşa da Tiflis’te, Ermeniler tarafından öldürüldüler.
İttihatçılar, gerçek yüzlerini hep sakladılar. Menfaatleri neyi gerektiriyorsa, öyle göründüler. Türk ve İslâm düşmanlarıyla işbirliği yaptıkları, bünyelerinde bunlara yer verdikleri halde, Müslüman, Türkçü ve milliyetçi bir çizgi takip eder göründüler. Fakat, Türk ve Müslüman düşmanı Yahudi Emanuel Karaso ve Ermeni Hallaçyan gibileri İttihat ve Terakkinin ileri gelen elemanlarındandı.
Cemiyet; kuruluş, teşkilâtlanma ve faaliyet bakımından farklı özellikler taşıyordu. Cemiyetin yöneticilerinin çoğu masondu. Cemiyeti yöneten genel merkez üyesi yedi kişinin kimlikleri, meşrûtiyet îlân edildikten sonra bile açıklanmadı. Üyeler, masonların merâsimlerine benzer usûllerle cemiyete alınırdı. Rehber üyelerce tavsiye edilen ve uygun görülen kişiler, tahlif heyeti (yemîn kurulu) önünde yemin ederlerdi.
Heyet başkanı, önce cemiyetin gayesini, cemiyet üyeliğinin taşıdığı sorumluluğu aday üyeye anlatır, sonra yemini okurdu. Aday üye, hangi dine inanıyorsa kutsal kitabına, hançer ve tabanca üzerine el basarak yemini tekrarlardı.
Cemiyete giren üye, teşkilâtın gayesi uğruna gerektiğinde canını fedâya hazır olduğunu bu yeminle kabul ediyordu. Ayrıca cemiyetin vereceği özel görevleri yerine getirmek için fedâî şûbeleri kurulmuştu.
Fedâîler görev sırasında öldükleri takdirde, cemiyet, âilelerine bakmayı taahhüt ediyordu. Cemiyetin amaçlarına aykırı hareket eden, ihanet eden üyeler için merkez heyetleri, mahkeme gibi yargılama yaparlar ve suçluyu ölümle cezâlandırırlardı.
İşte İttihat ve Terakki buydu. Nihayet on yıllık korku ve zulüm devri bitti. Fakat, geride zihniyetleri kaldı. Halk düşmanlığı, bölücülük, partizanlık hastalıkları, İttihatçıların cemiyetimize adapte ettiği alışık olmadığımız kötü örneklerden sâdece birkaçıdır.
Silah zoru ile iktidara gelen İttihatcılar Yeni Meclisin kurulmasında da çetecilik metodlarını kullandılar.Meclisi kendi adamlarıyla dordururken muhaliflerini de kiralık katillerle ortadan kaldırdılar.Ancak bunların iktidarları sağlamlaşırken Devlet çatırdamaya başlamıştı.Memleketin bir baştan bir başa tam bir kaos ve kargaşa içerisine düştüğü bir anda 31 Mart Vakası meydana geldi’’.(1)
Gerçek yüzü tarih sayfalarına henüz geçmemiş bulunan yakın tarihimizin kanlı hadiselerinden birisi de 31 Mart Vakasıdır.
Meşrutiyetin muhafazası için İttihatçıların daha evvel Selanikten İstanbula getirip yerleştirdikleri Avcı Taburlarına mensup bir kısım asker ve halkın İttihatçılara karşı ayaklanarak 13 Nisan 1909’da çıkardığı isyan Rumi Takvimle 31 Mart 13252 te çıktığı için 31 Mart Vakası denilmektedir.
Kardeş kavgası şeklinde başlayıp bir çok masum günahsız hoca alim ve halkın öldüğü bu kanlı hadise dolayısıyla bazı İttihatçılar Sultan 2.Abdulhamid Han Dedemi suçlamaktadırlarHalbuki Büyük Dedem Sultan 2.Abdulhamid Hanımın bu hadise ile en ufak bir alakası olmadığını bugün yerli ve yabancı kaynak ve de İttihatçılar bildirmektedirler
Bu hadisenin tertip edicileri ve destekleyen teşvik edicileri bugune kadar kesin olarak ortaya konulamamıştır.Ancak Sultan 2.Abdulhamid Dedemle bu hadisenin hiç bir ilgisinin olmadığı kesindir.Bu Vakanın umumi sebepleri tarihciler tarafından şöyle sıralanmaktadır.
1.Meşrutiyetin ilanından sonra İttihat ve Terakki Cemiyetinin baskısı ile güvensiz,karışık bir durumun ortaya çıkması,
2.Yahudi,Ermeni,Rum vb.toplulukların istiklallerini kazanıp Milli Devletlerini kurmak için büyük engel olarak gördükleri Sultan 2.Abdülhamid Han Dedemden kurtulmak istemeleri,
3.Bulgaristan,Bosna ve Hersek,Girit gibi eyaletlerin Osmanlı Devletinden ayrılmaları karşısında İttihatçıların aciz kalıp bir şey yapamayışları,
4.İkinci Ordu Subaylarının askerlerin ibadet yapmalarına Talim ve Eğitimi ileri sürerek mani olmaları,
5.İttihat ve Terakki Cemiyetinin İstanbul’da tertip ettiği siyasi cinayetler neticesinde Hükümetin katilleri yakalamada aciz ve yetersiz kalması,
6.Hükümetin istifasıyla siyasi buhranın devam etmesi,İttihatçıların Hükümete müdahale etmesi,
7.Basından sansür kalkınca herkesin istediğini yazmaya başlayıp,azınlıkların milli maksatlarını ortaya dökmesi,Derviş Vahdeti’nin çıkardığı Volkan Gazetesi gibi basın organlarının halkı Hükümete karşı tahrik etmesi,
8.İttihat ve Terakkinin baskısıyla Ordu ve Devlet idaresinde keyfi olarak yapılan tasfiye,
9.Bu Vakadan üç gün öncesinde İttihatçı Subayların askerlerine:Hocalarla katiyyen görüşmeyeceksiniz.Askerlikte Din Diyanet aranmaz.Padişah ve efradı ahali İttihat ve Terakki Cemiyetinin elindedir telkininde bulunmaları.
10.İttihat ve Terakki Cemiyetinin ileri gelen yönetici kadrosunun Mason Cemiyetine üye olduklarının halk arasında yayılması..
İttihat ve Terakki Partisi önderleri Meşrutiyetin ilanından sonra kurulan Said Paşa Hükümetine iştirak etmediler,ancak Hükümet işlerine de sık sık müdahale etmeleri sebebiyle ülkede iktidar boşluğu doğmaya başladı.
Neticede Said Paşa kabinesi istifa etti.Yerine Sultan 2.Abdulhamid Hanın hakkında O diktatatör olmak ister dediği Kamil Paşa Sadrazam oldu.Daha sonra İttihatçılar Mecliste bir gensoru ile Kamil Paşayı düşürdü.Yerine Hüseyin Hilmi Paşa Sadrazam oldu.Böylece İttihat ve Trakkiciler idareyi tamamen ellerine geçirdiler.
Padişah yetkilerinin çoğunu Meclise devrettiği için inisiyatifini kaybetmişti.Meclis iş göremiyordu.On gün kadar devam eden bu kargaşada İttihatçılar Rumelide ne kadar Sırp,Bulgar,Rum,Arnavut çetesi varsa topladılar.Bunların yanına pek az da olsa Türk askerleri de katıldı.
3.Ordu Kumandanı Mahmut Şevket Paşanın emri altında İstanbul’a gelen bu çeteleri Devlet merkezine sokmak istemeyen kumandanlar Padişaha müracaat ettiler.Ancak kardeş kanı dökülmesini uygun bulmayan merhametli Padişah,’’-Bu hareket benim şahsıma karşı girişilmiştir.Ben şahsım için milletimin kan dökmesine asla müsaade edemem.’’diyerek buna müsaade etmedi.
İsyanı bastırmak bahanesiyle İstanbul’a giren İttihatçılar ve dağdan inmiş Balkan Komitecileri,mevcudu on beş bine varan Hareket Ordusu 24 Nisanda Topkapı ve Edirne’den içeri girerek yol üzerindeki askeri karakolları teslim aldı ve Harbiye Nezaretini işgal etti.Taksim Kışlası ile Taşkışla’daki mukavemeti şiddetli top ateşine tutarak kırdı.
Bu arada Yıldız Sarayının işgali sırasında Sultan Abdulhamid Han kendisine sadık olan Birinci Ordu ile Hareket Ordusuna karşı konulması hususunda ısrarala yapılan teklifleri kabul etmeyerek:-Kendisinin Müslümanların Halifesi olduğunu ve Müslümanı Müslümana kırdırmayacağını,söyledi.
Eğer ülkenin en mükemmel ordusu olan Birnci Orduya karşı koyma emri verilseydi,derme çatma olan Hareket Ordusu bir anda dağıtılabilirdi.Padişahın emrine boyun eğen askerler silahlarını teslim edince,25 Nisan günü Hareket Ordusu İstanbul’a hakim oldu.Mahmut Şevket Paşa,Sıkıyönetim ilan ederek suçlu suçsuz bir çok insanı idam ettirdi.
İttihat ve Terakki hakimiyetini devam ettirmek için İstanbul’da terör havası estirmeye başladı.Pek çok kan döktüler.Nerede bir sarıklı molla ve hoca gördülerse öldürdüler.Papatya çiçeği gibi sarıklı Molla ve hocalarla dolu İstanbul camilerini kurşun yağmuruna tutttular ve katliam yaptılar.Ayrıca isyanın sorumlusu olarak Padişah Efendimizi gösterip indirmeye kalktılar.
(O katliama şahit olanlardan Hocam ve Üstadım Süleyman Hilmi Tunahan Efendi Hz.Leri bir gün bizi Eyüb Sultan ve Fatih Hz.lerini ziyarete götürdüler.Her iki ziyarette de camii minberinin sağında namazı kıldık.Sonra Evradı Şerif okuyup dua ettiler biz de amin dedik.Duadan sonra kalktığımızda Efendi Hz.Leri bize caminin mermerden yapılı minberindeki kurşun yarasını göstererk:-31 Mart Vakasında o Bulgar çapulcuları İstanbul’a geldiklerinde katliam yaptılar.Bu yara ondandır buyurdular.
Ve bu katliamdan kendilerinin mahza Allahü Tealanın himayesi ile kurtulduklarını ifade ederek:-O esnada ben yolda gidiyordum.Bir kadın bana -Sarığını çıkar,diye bağırdı.Uyanık bir kadınmış.Korktum sarığımı hemen çıkartarak koltuğumun altına aldım ve doğruca eve koştum.
Fakat bu sırada Hareket Ordusu askerlerinden 7-8 kişi arkamdan koşup geldiler.Kapının arkasına saklandım.Banyoyu yüklüğü evin sair her tarafını aradılar.İçlerinden birisi buraya bir Molla girdi ,ben gördüm diyordu.Cenab-ı Hak onlara kapının arkasını unutturdu.İşte o katliamdan ben böyle kurtuldum buyurmuşlardı.Hasan Arıkan Hoca)
Yüzlerce Balkan çetecisiyle saraya girerek saraydaki elmas,inci gibi mücevherler,değerleri milyarları bulan kıymetli sandıklar içinde Harbiye Nezareti dış kapısındaki iki binanın alt katlarına yerleştirildi.Ancak daha sonra mühürlü kapılar İttihatçılar tarafından açılarak bunlar yağma edildi ve bu tecavüz sebebiyle de hiç kimseye mesuliyet yüklenemediği gibi suçlularda tesbit edilemedi.
31 Mart Hadisesinden sonra İttihat ve Terakki Partisi dikatatörlüğü başladı.Merutiyet örfileşti.Osmanlı Devleti’nde her yönüyle bir anarşi ve yıkım devri başladı.İsyanın mahiyetini ve tertipçilerini araştırmak için kurulan Komisyon kısa bir müddet sonra dağıtıldı.
Bu hadiseye mızıka teğmeni olarak katılan,Mustafa Turan,’’Taşkışladaki 31 Mart Faciası’’adlı kitabında hadiseyi tertipleyen İttihatçı Komitecilerin,Bulgar Sandenesky Çetesiyle Balkan eşkiyalarına Taşkışladaki masum Türk erlerinin tamamını kallleşçe öldürttüklerini yazıyor.
Talat Paşa’da Sultan Abdülhamid Han’ın cenaze töreninde ağlayarak:’’31 Mart hadisesini Yıldız Sarayı hazinelerini yağmalayarak partiye para bulmak ümidiyle tertiplediklerini’’ söylemiştir.
Bu kanlı hadise bahane edilerek Sultan Abdülhamid Han hal’edilmiş milletten korkulduğu içinde gece yarısı Selanik’e götürülmüştür.’’(2)
31 Mart Vaka’sının gizli tertipçilerinden olan Selim Sırrı Tarcan ile Rıza Tevfik Bey’in aşağıdaki itirafları da bu hadise hakkında Türk Tarihine ışık tutmaktadır.
’’1908 İhtilalinden evvel bizleri başta İngiliz Sefiri olmak üzere Fransız,İtalyan Sefirleri de çok teşvik ettiler.Onlardan büyük mikyasta fikir muaveneti ve teşvik gördük.Hey Rıza! Meğer kimlere hizmet etmişiz!!
Nihayet Hürriyeti de kimlere ilan ettik!!Selim Sırrı ile beraber ben de İstanbul sokaklarında üzerine çıkıp’’Yaşasın Hürriyet’’ nutukları atacak nice basamak taşları aradık.
Bir gün Talat Paşaya dedim ki:Biz bu ihtilal için ecnebi sefirlerden çok teşvik gördük.İşte Hürriyeti ilan ettik.Gidelim bu Süferayı(Elçileri) ziyaret edelim,teşekkür edelim.
Evvela İngiliz sefirine gittik.Galatasaraydaki o muhteşem binayı tam bir ölü sessizliği içinde bulduk.Ben emindim ki sefir de dahil olmak üzere bütün Sefaret erkanı içerideydi.Fakat bizi karşılayan Sefaret kavası kimi sorduksa ’’Yok’’ dedi.Çok soğuk bir adem-i kabul idi bu.Bir mana veremeden dönmüştük.
Oğlum Said İngiltere’de oturuyordu.Onu ziyarete Londra’ya gitmiştim.Said’e İskoç Asilzadelerinden Lord Nikilsin (1909 da İngiltere’nin Türkiye Büyükelçisi) cenapları bir hayli yardım etmişti.Hem bu alakalarına teşekkür etmek hem de eski dostluğu bir daha ihya eylemek üzere ziyaretlerine gittim.Sohbet esnasında İstanbul Sefaretinin bize gösterdiği o soğuk adem-i kabul hatırıma geldi.Lod Cenaplarından bunun sebebini sordum.
-Dostum Rıza Tevfik Bey,..Biz Jön Türkleri teşvik ettik.Onlardan büyük bir netice bekliyorduk.İhtilal olacak,İstibdatla beraber Sultan da ba husus temsil ettiği Hilafet Müesssesi de al aşağı edilecek.Fakat aldanmış olduk.Beklediğimiz neticeyi maalesef alamadık!!Zira İhtilal tyaptınız,gerçi Kanun-u Esasi geldi,fakat Sultan da hele hele Hilafet Müessesi de yerinde baki kaldı...
Lord Cenaplarına tekrar sordum:-İngiltere Devlet-i Fahimesini Hilafet Müessesi bu derece neden alakadar ediyor?
-Ha.. Dostum Rıza Tevfik Bey..Biz Mısır’da bilhassa Hindistan’da İslam kitlelerini idaremiz altına alabilmek için milyonlarca altın harcadık,muvaffak olamadık.
Halbuki Sultan,yılda bir defa bir Selam-ı Şahane,bir de Hafız Osman Hattı Kur’anı Kerim gönderiyor,bütün İslam Ümmetini hudutsuz bir hürmet duygusu içinde tutuyor.
İşte biz bu İhtilalden ve siz Jön Türklerden İhtilal sonunda Sulatanın da,Hilafetin de yani bir Selam-ı Şahane bir de Hafız Osman HattıKur’an-ı Kerim ile Kitleleri avucunda tutankuvvetin de devrilmesini bekledik fakat aldandık.İşte bu sebeple bir soğuk adem-i kabul gördünüz,dedi.(3)
KAYNAKLAR:
1.Mehmet Altan,31.Mart İhtilali..
2.Kızıl Sultan mı,Ulu Hakan mı,Kamer Neşriyat.s.18-22
3.Ahmet Kabaklı-Temellerin Duruşması-1989
14.04.2024//KIRIKKALE
HİDAYET DOĞAN OSMANOĞLU
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.