anti kahvaltı sevici.
her şey güneşin doğmasıyla başladı. her şey ve herkes gibiydim. yataktan kalkıp tuvalete gitmek için can atıyordum. ilk defa insan gibi davranmıştım. o son doğruluşuma kadar. ne olduysa o zaman oldu. keşke hiç doğrulmasaydım. uzun uzun kendimi üzme fırsatını yakalamaktı niyetim. gittim çay koydum. mantarlı biberli yumurta yaptım. yanına biraz peynir. kendimi ödüllendirmiş gibi yapıyordum. garip bir
kahvaltı sevici. hıh. oysa kocamış bir yalancıydım. lanet. yaşlı bir tırtıl.
sonra ayak bileğimin üzerindeki yarayı öptüm. gün şuan başlıyordu. biliyorum. tek bilmek istemediğim gerçek buydu. yüzüme bakıp gülmemek için delirmiş olmam gerekiyordu. kendi yüzümden ilk defa kurtulmak istedim. kapı çalıyordu. aldırmadım. sessiz olmalıydım. sağ gözümün içindeki olup bitene anlam veremeyecek kadar uyuşmuştum. kalbim usulsüz bir kelebek gibiydi. ne demekse bu. var mıydım ondan da haberim yoktu. televizyonu açtım. Müge her zamanki makyajıyla karşımda duruyordu. her olay yerli yerindeydi. gülmemek için kendimi tutarken utandım. sonra koridorda dolaşmaya başladım. ayaklarımda yorgun çilekeş terlikler. tatlı görünüyordum. dolaşırken geçenlerde kaybettiğim ilacımı buldum. görünce nedense çok sevindim. içmeye kalktım ellerim titriyordu. durdum ellerime baktım. midem bulanmaya başladı. saçlarımı tepeye topladım. kenarlarından iki bukle çıkardım. gülmeye başladım. bu sefer hiç utanmadım. kahkahamdan yükselen o hüzünlü koku beni delirtiyordu. herkes ve herşeyden nefret etmeyi başarıyor gibiydim ama yine de dolaptaki aynaya bakmaya çekinmiştim. yüzümden düşen her yüzle birlikte duvardan duvara sürtünerek ruhumun en ücra köşelerini tatmin etmeye çalıştım. sürtündüğüm yerlerim şarkı söylüyordu. kalabalık bir karanlıkta oturup ağladım. böğüre böğüre cismi belli olmayan bir yaratık gibi ağladım. yine de güzeldim. şarkıya uymaya çalıştım. boğazlarımdaki alev. bağrımdaki karanlık. kalpsiz bir beste gibi görünüyordum. ruhumda acı bir şehvet. karamsar bir toz zerresiydim. silinince geçmeyecek kadar ağdalıydı kirliliğim. bir libas gibi şanssızdım. yaşlanmış bedenimi idare etmeye çalışan zavallı bir bez parçasıydım. konuşacak çok şey vardı. konuşunca fayda etmeyecek bir çok şey.
ocağın altını kıstım. çay bardağını lavabonun içine koydum. yüzümü aldım karşıma ve bütün istikrarıyla çalan kapıyı ciddiye almaya karar verdim. çok sesliydi her şey. baktım hiç kimse yoktu.