- 178 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BEYNİM İSYANLARDA
Hiç aç kaldığımı hatırlamıyorum. Ömür boyu, babamdan - fazlasını hak ettiğim halde - üç küçük tokat yemişliğim var. Bedensel olarak ağır işlerde çalıştım sayılmaz. Sadece bir ay inşaatta amelelik yaptım. Ufak, tefek travmalar yaşadım diyebilirim. Fakat, o günlerdeki kadar kötü hissetmedim kendimi. Yorgun, bezgin, stresli, bitkin ve de bezginim.
Hababam Sınıfı serisi ve Kemal Sunal filmleri ve bunlara benzer bir kaç film dışında, tam anlamıyla rezil filmleri göstermek zorunda olduğum günler. Kurtköy’ün en yeni apartman dairesinde kiracıyız. Arsa taksitim devam ediyor. Kendime iyi bakmaya, iyi giyinmeye mecbur hissediyorum. Öyle ki ; sınıfta - öğretmenler dahil - zengin çocuğu sanmaya başladılar. Sık sık, sinemacılığı bırakmaya karar verip vazgeçiyorum. Tek şansımız , Remzi beyin kira konusunda anlayışlı davranması. Bir gün açık saçık bir filmin afişini asarken, o da isyan etmek zorunda kalıp ; ’’ Bari erken asma şu afişleri ’’ dediğinde, utancımdan ölecektim. Köyde hakimiyet havasına giren Karadenizli grup, bir gece film oynadığı sırada beni dışarıya çağırdılar. On- on beş kişi, köy içine kadar götürüp etrafımı çevirdiler. Başlarındaki Çolak Mehmet ;
- Utanmıyor musun sen öyle açık saçık filmler oynatmaya ? diye kükredi.
- Evet utanıyorum. Ne var ki, suç bende değil. Devletin sansüründen geçmiş film bunlar. Benim de geçimim bu. Masrafım ağır, utana sıkıla, sevmeye sevmeye devam etmek zorundayım. Biraz sustular. Korkmamı, yalvarmamı beklediler. Cesarete geldim ve inanmakta zorlanacağınız sözler söyledim o an. Hani size hep söz ederim ya , içimdeki ses bana şunları söyletti :
- Bakın ; eğer hak etmişsem, sizde de o cesaret varsa , beni öldürüp şu çukura atın. Sakın ha, bir kaç tokat, tekme atıp, ya da yaralı olarak bırakmayın. O zaman topunuzun başına belâ olurum ! Şok oldular.
- Ne biçim konuşuyorsun sen öyle ?
- Basbayağı konuşuyorum işte ! Yalvarmamı mı bekliyordunuz ? Ben suç işlemedim , korkmam gerekmiyor. Sustular ve tek bir hareket daha yapamadan dağıldılar. Bir kaç gün sonra da, sigara dumanından sararan kahvenin duvarlarına serptiğim su yüzünden, tam film oynadığı anlarda, sigorta kısa devre yapmış olacak , silâh sesine benzer şekilde, peş peşe patlamaya başladı. Kahvelerin, lokallerin, derneklerin silâhla tarandığı günlerdi zaten. İçeride de Ülkücü gençler var. Kahvenin iki tarafı da pencere. Silâhla tarandığımızı sanıp kendilerini pencerelere vurarak kaçışmaya başladılar. Çoğunun elleri, yüzleri yaralandı o anda. Bizim de camlar kırılmış oldu. Karadenizliler bir daha efelendiler bana ama dövecek cesaretleri asla olmadı. Hababam Sınıfı Uyanıyor filminin bir sahnesinde, fonda ’’ Aldırma Gönül ’’ şarkısı çalıyor. Etkilenip, sesi biraz yükselttim. Beyler, o şarkıyı bilerek çaldığım suçlamasıyla yine bana çatmaya niyetlenmişler. Film bitip, kahveyi ve makineleri toplarken çocuğun biri habere geldi. ’’ Seni dövmeye geleceklermiş . ’’ Ben de buyursun gelsinler ’’ deyip gönderdim çocuğu. Sonuç, ne gelen var ne giden.
Tüm bunlar basit gibi geliyor ama beynimde strese neden oluyor. Annemden aldığım ret cevabı zaten önemli bir darbe oldu. Kıza derseniz, nasıl davranacağımı şaşırdım. Halâ üzerime düşmeye devam ediyor. O durgun kızın yerini neşeli, adeta gülüp oynayan biri aldı. O şımartıyor, ben de şımarıyorum. Her gece ders çalışırken açılıp açılmamayı tartışıyorum kendimle. Her gece sabahlara kadar ders çalışıp, çoğu kez hiç uyumadan, bir duş ve bir tıraştan sonra, hafif bir kahvaltıyla doğru okula.
Yazılılarda, soru ve cevapların yerini şaşırmakla başladı beynimin isyanı. Sonra tiklerim oluşmaya başladı. Gözlüğüme zaten hiç alışamadım, devamlı çıkartıp yeniden takıyorum. Omuzlarımı sık sık silkmeye başladım. Parmaklarımı dolayıp saçlarımı yoldum en çok. Tüm defter ve kitaplarımın arası saçlarımla dolmaya başladı. Tüm bunları yaparken o kız, tam arka sıramda beni izliyordu. Bir gün Edebiyat dersinde, hocamızın isteği ile ’’ Leyla ile Mecnun ’’ masalını okuyordu. Saçlarımı parmağıma dolayıp öyle bir yolmaya başlamışım ki ; hocamız okumayı durdurmak zorunda kaldı.
- Biraz daha okursan, Fikret’in başında saç kalmayacak ! dedi. Böyle böyle, sınıfta alay konusu olmaya başladım. Çocukların gülmeleri gözüme takılmaya başladı. Yavaş yavaş, çalıştığım ve dinlediğim dersleri anlamakta zorlanmaya başladım. Başarım hızla düşüyordu. Bu anlayamama, sıfıra vardı diyebilirim. Artık, derste parmak kaldırmıyor, ders anlatmıyor ve sorulan sorulara cevap veremiyordum. Geceleri faydası olmayınca, ders çalışmayı bırakıp, o kıza şiirler yazmaya çalışıyordum. Galiba tek başarılı olduğum ders, Din Bilgisi kalmıştı. O da önceden öğrendiğim bilgileri, ezberleri unutmadığım için. Hayatımda ilk defa, o kıza, Din Bilgisi dersinde, kopya verdim. Hoca, anlayış gösteriyordu zaten. Uzattığı yazılı kâğıdını alıp, ezbere bir namaz suresi yazdım.
Milliyet Gazetesi’nin düzenlediği, Liseler arası ses yarışmasına bizim okuldan bir öğrenci de, İtalyanca bir şarkı ile katılıyor. Yine Fizik hocamız Ayşe hanım, sınıfça bizi de yarışmanın yapılacağı Spor ve Sergi sarayına götürdü. Jüride ; Sezen Aksu, Neco, Nükhet Duru, Erol Evgin ve erkek haliyle Bülent Ersoy vardı. Hepsi de sahneye çıkıp şarkı söylediler. Öğrenciler de çok eğlendi. O kız, benden uzakta bir grupla, şarkıya eşlik edip, yerinde dans etmeye çalışıyordu. Yanındaki , yabancı bir öğrencinin ona yakın olması beni kıskançlık krizine soktu. Gidip çatmamak için kendimi zor tuttum. Korkum, o kızın, bana tepki gösterip ; ’’ Sen kim oluyorsun, bana niye karışıyorsun ? ’’ diye azarlamasındandı.
Dönüşte, otobüste ;
- Ne o senin suratın öyle ? Herkes ne güzel eğlendi ; sen somuttun ! diye sordu. ’’ Seni kıskandım ’’ diyemezdim ki !
- Önemli değil , biraz başım ağrıyor, diyebildim.
Ertesi gün okulda, teneffüste, sınıfın bütün kızları toplanmış bir resme bakıyorlardı. Resim, gençliğinin en güzel yıllarında olan, parlak çocuk Bülent Ersoy’a aitti. Yine topluca , öpmeye kalkmazlar mı o resmi ! Çıldırdım kıskançlıktan. Hayatta en çok kızdığım, tepki göstermekten kendimi alamadığım şey ; bu şöhret hayranlığıdır. Ve o özelliğim bana , o anda, hayatımın, telâfisi asla mümkün olmayacak, en büyük hatasını, en kaba hareketini yaptırdı. Kızlara dönüp, bağırarak ;
- Erkek bile değil o be , karı ! dedim. Dilim tutulsaydı da, demez olaydım. O kızın gözünde, o anda bittim. Bir iki gün sonraki Beden Eğitimi dersi boş geçiyordu. Spor salonunda toplanmıştık ama ders olmayacaktı. SB. elinde defter, ders çalışıyordu her zamanki gibi. Ben, arkadaşlığı o günlerde ilerlettiğim Kerim Arpacı ile beraberdim. Duramadım, bir lâf atmak istedim. Hiç beklemediğim şekilde bir tepki gösterip, öldürdü beni !
- Fikret ; sen artık çok oluyorsun ! Bir şarjör boşaltsaydı tam da kalbime ! Çok daha hafif gelirdi inanın. Belki hak etmiştim artık ama anlayış gösteremez miydi ? Bozulan her eşya atılmalı, hasta olan her canlı öldürülmeli miydi ? Ben bıktığı bir oyuncak mı, yoksa kullandığı bir mendil miydim ? Bu kadar kolay mı vazgeçmeliydi ?
Gerçek, bal gibi ortada işte. Bana asla âşık olmamış, sadece ilgilenmek, sevildiğini bilmek hoşuna gitmişti. Yoksa, düştüğüm o durumdan kurtulmam için yardımcı olması gerekmez miydi ?
Şimdi soruyorum ona : Sevgili doktorum ; nice hastaları iyileştirdin belki ama ilk hastanın durumunu hiç merak ettin mi ?
Fikret TEZEL
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.