- 208 Okunma
- 1 Yorum
- 3 Beğeni
KARAKTER BİLİNCİ VE GELECEĞİMİZ
O çocuksu duyguları yitireli ne de çok oldu öyle değil mi? Bizi esirgeyen, gözeten ve hamiliğimize soyunan birileri gitti çoktan. Bu süreç öyle bir devinim gösterdi ki, biz kendimizi kendimizden korumak zorunda kaldık neredeyse. Bu konu hem birey hem de toplumsal bütün olarak bizleri birbirine önyargı ile bakan, güven ortamının son derece fukaralaştığı, geleceğe dair öngörülemizi zedelemiş ve her anımızda da gecenin zifirisine sürüklenen hezeyanların ürpertisini yaşar hale getirdi sanırım. Nefes alırken hangimiz doya doya ve kafamızda bir kara keçi dolaşmaksızın yapabiliyoruz bunu. Bırakın normal hayatı, ibadet halinde bile bu işkenceleri aşabilenlerin parmakların sayısı kadar az olduğundan son derece eminim.
İmrenerek izlemekte olduğumuz ve her şeyin olması gerektiği gibi bir akıştaki hayatların öznesi filmler, niçin bizim yaşamımızda da hayat bulmazlar. Daha dün dedelerimizin ve onlardan da öncekilerin çektikleri çileler niçin günümüzde de devam etmekte, sanki bir kalıbın içine konulmuş ve kader diye bizlere yutturulan olmadık zulümlerin ensemizden bir türlü gitmesini başaramamışız. Bütün elim sorunların ardındaki şu değerce bizi eşitlemekten öteleyen gelirler, neden sonraki on yıllara, asırlara değin ötelenir. Bunda kararı veren o insanları kimler seçti de getirdi başımıza bizlerin? Daha ne denli deli var zihinlerde yaz yaz bitmez. Bu milletin evlatları sayısız cephede yarınlarını geride bırakarak, hayallerine veda ederek ortaya koydukları fedakârlıkları o sözüm ona yüzde beş veya onluk sosyete güruhu için mi yapmıştı? Elbette bu günlerin milletinin yaşamakta olduğu fakirlik tesellilerini görselerdi işin rengi bir hayli değişirdi sanırım. Ve cepheyi bir kenara bırakmazlardı amma, bu soysuzluğu bizlere ve bizden sonrakilere reva görenlerin soyların da gereğini yaparlardı eminim.
Büyüklerimle yapmakta olduğum ortak işlerin giderinde onların payına düşenleri ya yazmıyorum yahutta utana sıkıla dile getiriyorum faturalarını. Neden mi dersiniz? Çalışan kamu özneleri ile emekli olankar arasında öylesine büyük uçurumlar var ki, ben bu nedenden ötürü çoğu kez faturanın bütününü ödemeyi vicdanen daha uygun görüyorum. İşin dramatik yönü, kısmetse birkaç yıl içinde emeklilik statüsüne eriştiğimde aynı ayıbın tarafıma ve emsallerime de yapılacağını ne yazık ki biliyorum. Bu düzen dedikleri şey, düzen değil. Onun orijinal adı; düzensizlik, rezalet, zulüm, hadszilik, soysuzluk, arsızlık, hırsızlık, haydutluk olsa daha isabetli olabilir, kanaatindeyim.
Hayatının en verimli ve dinamik yıllarını görevi uğruna feda eden binlerce emekçinin, emeklilikle birlikte giydiği o oldukça dar elbise, hak edilen değildir asla. Bu dramın bitebilmesi için ben de, bu metni okuyan da ve dinleyen de sorgulayıcı bir tarz ile hayata bakmak, o içimizdeki İrlandalıları rahatsız etmek zorunda. Herkeste bir vicdan olduğunu asla düşünmedim. Zîra, vicdan sahibi insanların çokça bulunduğu bir toplum olabilseydik, ekonomik ibreler daha farklı bir hayatı işaret ederdi. Oysa, hatırladığım kırk beş yılı şöyle bir analiz ettiğimde orta halli bu kesim için neredeyse hiçbir şeyin değişmediğini, zenginin daha zengin, fakirin ise daha bir fakir olmaya devam edegeldiğini görüyorum. Bu bir kader değil, olmamalı da. Ülkemin her yönden zenginliği hakça paylaşılabilirse bütün milletin de zenginliğidir. Bazılarına rağmen bir milletin var olduğunu o suskun kalemlerin, politikacıların ve kamuda derin farkındalık oluşturan STK`ların dillendirmeleri gerekmez mi? Sokak hayvanları, betonlaşma, imar mevzuuları gibi elbette önemli konularda mukavemet gösteren bu kesimler, niçin emeklinin dramını görmezden gelirler? Her yönden saldırılara karşın yüzyıllardır istiklâlinden asla ödün vermeyen ve bu konuda ölümü tercih eden asil milletim, ekonomik özgürlüğü noktasında helen neden birkaç kendini bilmezin tahakkümüne takılır? Hafife aldığımız bu ekonomik adalet konusu her çalışanın emekliliği olduğu hususunu ortadan da kaldırmıyor. Kanaatimce bu milletin yüzyıllardır başardığı ve yine başaracağı tek şey istiklâli. Ve ne yazıktır ki, bu mücadelenin asli ve karakterli özneleri iş başına gelmedikçe ekonomik darboğazlar gölgemiz gibi bizlerle yaşayacak. İşte, asla başarmaya muvaffak olamadığımız şey de bu İstikbâl. İstiklâlini müdafada böylesine imanla çırpınan ve nihayetinde de onun neması olması gereken istikbâlini elde edemeyen tek millet biziz. Bunu ciddiyetle düşünmek, sorgulamak gerekmez mi sizce de?
Kafamı çokça kurcalayan mevzulardan biri de meslek adamlığı, meslek ahlâkı gibi konulardır. Birilerine dair şu konuşmaları sıklıkla duyarız. Kızın işe girmiş, ne güzel. Nereye atandı? Falanca yerde danışman, rehber, fizyoterapist, vs. Buraya kadar güzel de arkasından edilen şu cümle çok düşündürücü; Çok iyi, hayırlı olsun. Rahat eder,yata yata kazanır parasını. Bakın hele, yatarak ve rahat ederek para kazanmak için onca yıl tahsil yapmış, canını dişine takmış ve akşama kadar üç beş iş yaparak aylığını hak etmesi kâbilmiş. İnsanlar ideallerindeki mesleklere hangi ülke gerçeğinde yatmak üzere gelirler. Bunun bir tek cevabı olabilir. O da maalesef Türkiye. Bu ülkede mesleğin, mesleki onurun, duruşun ve misyonun olmadığına dair binlerce örnek versek az gelir. Yukarıda da emekli kesimi üzerinden açmaya çalıştığınız konu, karakterimiz ile yaşamımız arasındaki bağa dikkat çekmek içindi. O halde, buncadır aynı sorunlar yumağıyla cebelleşen, her seçimde farklı renklere de rey vermelerine karşın idelallerindeki hayata erişemeyen bu toplumun ciddi bir arızası var demektir. Hem de ne arıza. Bu durum bir ahlak tellallığı olmasa da ona rağmen de hayata dair hiçbir şeyin kısa zamanda düzelmeyeceğinin de gerçeğidir.
Mal beyanında bulunmakta olan bir öğretim görevlisi, gerçekte 3 milyon liralık bir taahhüdü resmiyete yansıtması gerekirken, bakıyorsunuz ki 80-100 milyon lira gibi olağanüstü ve karşılığı olmayan bir beyanı gönül rahatlığı ile ilgili evrağa işleyip teslim edebiliyor. Aynı şekilde mesaisi sabah dokuzda başlamasına rağmen bizim doktorlarımızdan bazıları kafa izni yaparak ( her zaman ve aksatmadan) bir saat sonra geliyor. Yüzünde utanma, sıkılma emaresi de olmaksızın bir de sizden yüzlü çıkabiliyor. Muhtemelen o bir saat öncesinde kendine veya ortaklığında çalıştığı özel polikliniğinde hasta almış, cebini de doldurmuştur, demekten kendimi alamıyorum. Aynı şeyi eğitim ordusunun neferleri de yapmıyor mu? Okuldan maaşlarını garantiye aldıktan sonra koştura koştura özel dersliklerinde onları bekleyen öğrencilerinin başına geçiyorlar ve bir sonraki gün nasıl başarıyorlar bilemem, dinç bir vaziyette de devlet okulu öğrencilerine derse devam ediyorlar. İşlerini her iki mekânda da hakkı ile yapabilenleri alkışlamak isterim. Ve fakat bu durumu etik bulmadığımı, onca mezun genç iş ararken, ikinci, üçüncü iş etiketleriyle başkalarına rağmen şu ekonomik pastadan daha fazlasını almaya çalışma hırlarını doğru bulmuyorum. Demek istediğim şu ki, var olan ekonomik ve onunla gelmekte olan kültürel ve sosyal dengesizliklere bizler de yol açmaktayız. Her birimiz aynı argümanlarla hayata hamlelerde bulunmaya devam ettikçe, yıllık milli gelirimizin önüne değil bir iki sıfır dahi atılsa, yaşanan manzaranın değişeceğini sanmıyorum.
Bu denli aksayan bir hayatın özneleri olarak ne veya neler yapmalıyız ki, işler hakkaniyetle yürüsün, iş arayanlar cesaretlensin, okuma sevgisi ve ilgisi ile birlikte mesleki haz artsın, ekonomik bunalımların ortaya koyduğu çokça sorun büyük ölçüde ortadan kalkmaya başlasın. Bir söz var ki bu anlamda ne de güzeldir. Her birimiz kendimizi düzeltmedikçe, toplumun düzelmesini bekleyemeyiz. Bizlerden oluşan bir toplum ise bu, düzeleceği yer de birey orijininde olacaktır. Her birimizdeki bu şuur, zamanla toplumsal bir duruş, kimlik de kazanabilecektir. Tam da bu noktada ben yerine bizlerin menfaatleri öne çıkacak ve hayat dahabir yaşanılasıolabilecektir. Kapitalizmin dayattığı ve ahlâken de çöküşe yol açmakta olan günümüzdeki bu devinim, daha kapsayıcı, sevgi dolu ve milli bir kimliğe dönüşebilecektir. Daha küçük yaşlardaki kasıtlı yahutta bilmeyerek işlenen “devlet” algısı, onun sömürü enstrümanı olarak görülmesine de neden olmuştur sanki. Devlet işçisi, çiftçisi, öğretmeni, doktoru, askeri, polisi, savcısı, esnafı ile devlettir. Ona gelen zarar her birimize yazılmaktadır. Mesele de tam burada kopuyor zaten. Zarar hanelerinin paylaşımında orta ve alt gelirliler grubuna son derece cömert olan bu duruş, ne yazık ki üst seviye grubunu görmezden gelecek kadar onların hamiliğine soyunmuş, faturayı tümüyle bizlere yüklemiştir yıllardır. Bu cömertliğin kazanımlarda da aynı şekilde olması halinde onlarca satırdır dile gelen sitem elbette boşa çıkardı. Bunca satırın boşa çıkmasını , ortaya gelecek adalet bağlamında yürekten tercih ediyorum.
İnsanlara sadece makamları, sosyal rolleri, statüleri ve kültürel miras ile kalbur üstü eğitimin verdiği güç ve ilham başlı başına bir değer olamamaktadır. Hangi kuvvet çarpanını verirseniz verin, karakterce sağlam olunmadıkça, o gücün doğru torkta yankılanmasını ve sosyal hayatta gereği gibi işlev görmesini bekleyemezsiniz. Yönetimi altındaki ilçe esnafında öğlen yemeği yiyen ve bu yemeğe dair memnuniyetsizliğini de hesabı ödemekten imtina ederek giden bir kaymakam sizce hangi gücünü işe koşmuştur? Yasaların verdiği bu yönetim erki, kendisine böyle bir keyfiyeti de vermiş midir? Bir parlementerin canı sıkılınca her önüne gelen kamu çalışanını sanki disiplin amitiymişçesine ve son derece de hoyratça azarlıyor olabilmesinin altında ne vardır? Üstelik millete rağmen bu cüreti neren almış ya da ona böylesi küstahça bir fevriliği kim telkin edebilmiştir. Görülüyor ki, insanımızın eline güç ve iktidar nevinden öykülünecek enstrümanlar verilince gerçek karakterleri nasıl da ortaya çıkıyor değil mi? Doğrusu bu tür insanlara acıyorum. Ellerindeki yetki gidince geriye hiçbir şey olarak kalan zavallılar gürûhu.
Tek tek olması gereken anlamda bir şuura erişmemiz, içindeki bataklıktan kurtulmanın da yolunu açacaktır. Hukukun bile siyasetin gölgesinde kısıtlandığı, adaletin kişiye göreceli yürüdüğü, işlediği bir mekanizmada bizler daha çok şükredeceğiz. Oysa şükrü en olması gerektiği gibi bilerek gelmiştik güne. Bu manevi telkini öğrenme sırası yukardakilerin değil midir? Verin ellerine asgari ücreti de görelim bakalım bir ay boyunca bu ekonomik baskılar altında ailelerini nasıl geçindiriyorlarmış bir görelim. Bunu başarırlar ise her birinden münhasıran özür dilemeyi kabul ediyorum. Ve fakat başaramayacakları gibi, o çirkin gururları incinecek, her günleri kabusa da dönecektir zaten. Bizlere biraz empati yetiyor da onlara gemi dolusu az gelir kanaatindeyim. Her alışveriş listesiyle çarşı pazar işlerine soyunduğumuzda üzerimize nasıl da kara bulutlar çöküyor böyle. Bayrağımızı tehdit etmiş olanlara karşı en zor durumlarda şafağa ulaştık amma, cebimizi tehdit edenlerin çirkinliği galebe çaldı.
Japonyada ortaöğretim bitirmemiş bireyler yönetimde söz sahibi olamazlar. Nedeni de kişisel gelişimlerini tamamlamamış olmalarıdır. Oysa bizde durum farklı. Bırakın kişisel gelişimi, okur yazar olamamış bireyler dahi ülke yönetiminde söz sahibi olmaktalar. İşte bu zaafiyetler, ekonomik kıskacın neden bir türlü o ellerden alınamadığını işaret ediyor. Eğitim ve kültür seviyemizi artırmayı başaramaz isek, modern dünyanın sunduğu nimetlere erişimde hep bir kota ile karşı karşıya kalacağız galiba. Bu bilinçlenmede de asli unsur her şeye rağmen başarı değil, biz inancıyla yoğrulmuş başarıdan geçecektir.
Her kim olursak olalım, taşımakta olduğumuz statü ve mevkiler bize üstünlük değil sorumluluk yüklemiştir. Onları bir üstünlük ve başarı aracı olarak kullanmak etik değildir. Vezne önünde sıra bekleyenlere rağmen onları gözardı ederek makamını kullanarak öne geçmek karakter baozukluğudur. Daha ne çok şeyi saymak istedir. Saygınlık kalıp olark verilmemeli, hak edilmelidir. Zîra onda bir esastan kabullenme, her şeye rağmen itaat ve her hükme de boyun eğiş vardır. Bu asla kabul edilemez. Makamların başına getirilen şu “sayın” diktesi en nahoş kelimedir bu ülkede. Niçin saymak zorundayım? Sayını olmadan da makamın adı ve temsiliyeti olmuyor muymuş? Örneğin, Erzincan valisi “………….” Falanaca merkezin açılışını yaptı. Gördünüz mü nasıl da oluyor. Bazı kalıpları terk etmekte çok geç kaldık. Şu kelimelerin içini olmadık sunumlarla şişirmeye devam edersek gerçek anlamdaki hayata geç kalmaya da devam edeceğiz.
Hatırlıyorum da az da olsa karakterce oldukça güçlü insanlarımız da var sahi. Diğer zevatları anlatmanın bizlere bir değer katmayacağından yola çıkarak, bizzat onları anlatmalıdır kanımca. Hani rastgele bir kentin sokağında yürüyorsunu ve mideniz kazındı. Girdiğiniz orta halli bir lokantada aynı masada kim var dersiniz. Evet, belediye başkanınıla karşı karşıyasınız. Bizim için masaldan fırlaöış gibi görünen ve gerçekleşebilme ihtimali devede tüy nispetindeki bu durumun yine rastgele bir Avrupa ülkesinde sıradan oluşunu öğrendiğinizde tek kelime ile yıkılırsınız sanırım. Bizdeki makamlar diğer insanlarla aramızdaki Çin Seddi`dir ne yazık. Oysa, çoğumuzun dini ritüellerimizden peygamber efendimizin hayatına dair örnek aldığı çokça şeye karşın, makamlardaki bu olağan dışı, makam sahibini de yoldan çıkaran küstahlığın nereden ivmelendiğini cidden sorgulamak gerekir diye düşünüyorum. Bir vali okul ziyaretine gelecek ise gelmelidir. Saatler ve veya günler öncesinden haber vererek önce ismi ve makamı ile insanları ezmesi ne kadar etiktir. Makamlar saygı görmek içinse, makamı âlilerin böylesi bir eksikleri var ki gidermek için onu kullanmaktadırlar, diye düşünmek gerekir. Zira, makam ve mevkiler güç gösterisi yapılacak yer değil, hizmet ve sorumluluk bilincinin yüklendiği yerlerdir. Bizler makamları hizmet yeri olduğunu önceliklendirmek ve sadece hesap vermek değil, hesap soran da olmak durumundayız.
Saygın işler yapanlar ve özverileri ile gönülleri kazananların bu sıfatla anılmasına karşı değilim ve fakat rüştlerini dahi ortaya koyamamış her makama bu sıfatın çok ağır ve gereksiz olduğunu düşünenlerdenim. Buradaki anlatım, devlet büyüklerine saygıda kusur kapısına çıkmaz. Tersine, onların da bizlerden biri olduklarını farkındalığını pekiştirir. Umarım karakterce nitelikli insanlar çoğalır da vatandaşa, onun hayatındaki türlü zorluklara iner ve gerçek saygınlığı da kazanırlar.
Topluma yön verme kudretine haiz olan şahsiyetlerin onu oluşturan öznelerin içine karışması, onları daha da iyi anlamasını, görev bilincini daha bir kavramasını, devlet vatandaş kucaklaşmasını, gerçek anlamda saygı ve sevgiyi, ilgiyi doğuracak, makan ve mevkilerin içine kişisel nedenlerden ötürü yerleşmeye çalışan; ego tatminlerini, baskıcı tutumları, fevri davranışları da ortadan kaldıracaktır. Okulunda takdir gören bir müdür, öğrenci, veli ve öğretmenlerine yaklaşımından ötürü bu payeye hazidir. Bu statüsünü erişmez kale gibi işe koşanlar ise kısmı başarılara rağmen daima hüsrana uğrayacak ve hafızalrda da ilk silineceklerden olacaktır. Hayat , ardımızda onurlu ve gönüllere temas eden izler bırakabilmek ise, her kim ve neyin öznesi olduğumuzu bir kenara bırakarak bunu başarmaya gayret etmemiz, başaramasak dahi denememiz ne de onurlu bir davranıştır. Sizler ne dersiniz?
Oğuzhan KÜLTE
YORUMLAR
Ömrü güzel olası Anadolu'm canı üstat; harika kaleminiz var. Yüreğinize sağlık.