- 353 Okunma
- 2 Yorum
- 5 Beğeni
Lulu'ya Böyle Söyledim (Eğri Bakma Sanatı)
Ötelerin ötesinde ’Vatan’ diye bellediğim toprağın izdüşümüne kapıldım. Bir dizenin kokusu sardı benliğimi. Geçmişe gittim. Geçmişimin ayak izlerini takip ettim. İnsan ilişkilerinin yapıtaşı olması gereken, ’Ben doluyum ben dolana akarım’ felsefesi ile Şah Hatayi’yi andım. Onu hatırla ve minnetle andım. ’Az eşya az insan’ felsefesinden daha manalı, daha tatmin edici, daha keskin ve net. Böylelikle Kafka’yı Şah Hatayi’nin cebinden çıkarmış oluyorum ama olsun; Zaten cümle cemiyet Gogol’un paltosundan çıkmamış mı? Biri diğerinin cebinden çıkarken cümlesi palto cebinde toplanmış oluyor ama Şah Hatayi paltonun kendisi.
"Ben doluyum ben dolana akarım..."
Dizesiyle ötelerden coğrafyama gittim. Hani hiçbir şeyin düzelmediği, kökleri keder ile kurulmuş, hüzün ile hemhâl, dert ve çilenin kutsal metin çıktısı olan kahverengi coğrafya. Derde dertlenip derdi dert eden ama dert eden hiçbir şey yapmayan, umudun lanetlenmiş sabır olduğu, sevginin insanına sanki birkaç gömlek dar ya da bol geldiği, kuru imamın samam alevi olduğu, inancın tekelleştiği, ahlak putunun saç, baldır ve meme çatalı olan kadının olduğu, diri gömülmüş yaşayanlar kalabalığı, düşüncenin esaret altında, soruların cevapsızlık içinde kıvrandığı, zor ve benim coğrafyam. Ülkem, vatanım, gençlik pınarlarımın kuruduğu, çocukluk dönemim... Hani o lazım olduğunda inilmesi gereken dönem. Tınılar, renkler, desenler, kimlikler, diller ve ses renkleri.
Mürekkep dövmeli kadınlardan öğrendim hayatın renklerini. Lacivert Gökkuşağı gibi idi leçek* beyazı içinde eski zaman dövmesi. Dengbenj**lerin olanlara ve olacaklara dair mersiyeleri, ibadethanelerin avlusunda yankılanan çocuk neşesinin geleceğinde bekleyen ’öteki’ keşfi, bir tavuk için birbirinin kanını döken ve barışmak için bir danayı kesip yiyen tuhaf bir matematik. Sosyolojik kötü tespitler ya da eğri bakma ötürü bir şeylerin farkına varma niyetinde değildim. Fakat dizenin nereye götüreceği bilinmezlik içinde. Bu dizeden türkülere gidecektim ama bu söz kalbimin perdesini pençeleriyle tırmalıyor: Umudun lanetlenmiş sabır olduğu topraklar!
Oysa Abdalların hikmetli divanında dizimi kırıp deyişler dinleyecek, bağlamanın tınısında ruhumu seyredecek, türkü türkü diyardan diyara gezecektim. Ani Harabeleri’ni, Nemrut Dağı’nı, İshak Paşa Sarayı’ndan Ağrı Dağı, namı diğer Ararat’ı, Malabadi Köprüsü’nü, Kara Gülünü koklayacaktım Halfeti’nin, suyun sesinde uyuyacaktım Beyaz Su’da. Ruhum mu beynim mi lanetli bilmiyorum. Yola çıktığım hislerimi yolda bulduklarıma değiştim. Bu değişim kalitesiz insanların meşgalesi. İnsanı insan ile değişsem yolum boyunca ar ederdim. Bereket versin hislerimi değiştiriyorum.
Demincik; dize beni türküye, türkü türkülere götürdü derken uzak bir diyardan diyarıma gidiverdim. Öyle dolu dolu ve sulu sulu ağladığımı fark ettim bir türküde. Türkünün birinde katledilen bir çocuğa ağıt vardı, ’Gömdüm oğul seni toprağa gömdüm...’ diye ve o ara oğluma ağladım. Kiraz mevsiminde gül gibi toprağa yatırdığım minik oğluma. Böylelikle işin rengi pekçe değişti. Geldiğim diyarda boynuma karabasan gibi çöktü: Siyaset, Sınırlar, Devlet, Nefret Dili, Aykırı kabul edilenlerin susmuşluğu, damalı eşeklerin yalnızlığı, kalabalık içindeki devasa yalnızlık, ruhban sınıfı, sosyal uçurumlar, fikirsel dar boğazlar, kıskaçlar, üç noktalar, birbirlerine set olan noktalar, tartışma adabından uzak kavgalı virgüller...
Faili meçhul hikayelerin içindeki kayıp cesetler, Cumartesi Anneleri, anneleri bile bölen zihniyet seni beni kaça böler bilmem ki!
Burnumda Marihuana kokusu, kulaklarımda şehrin sesleri, Hispanik tonlamalar, İngiliz alfabesinin bedenimde bıraktığı kalıcı donuk izler, doğu dillerinin artık çekici gelmediği kulak zarım, yine o burun deviren Marihuana kokusu ve içine sızmış olan sidik kokusu. Buradaki dağlara uzaktan bakınca Toroslar aklıma geliyor. Bir türkünün peşine takılıp gidiyorum. Yine o kısırdöngü, yine o değişim, yine o tas, yine o hamam. Kalabalık içindeki yalnızlıktan, gerçek ve ham olan yalnızlığın dibi! Bir devlet olsaydım şayet muhtemelen Britanya olurdum. Muhteşem Yalnızlık İçindeyim.
Eğri Bakma Sanatı’nın mütevazi bir sanatçısı olarak saf bir yalnızlık içinde türkülerin dizelerinde geçmişimden renk buketi toplamaya meyleder gibi oluyorum ve eşkıyanın hüküm sahasında kendimi buluyorum. Kirli beyaz bir gül açılıyor kalbimde ve ben onu hüznün köz suyu ile suluyorum.
İstimlak edildim Lulu. Haber vereyim dedim.
Kendince kal kimseciklere benzeme.
Lulu’ya Böyle Söyledim.
*Leçek: Doğu ve Güneydoğu bölgesinde kadınların başlarını örttüğü ince tül gibi yazma. Kenarları işlemelidir.
**Dengbenj: Ozan. Kürtçe.
YORUMLAR
Damakta renk renk tadlar bırakan, bu hüzünlü anlatıda sevgili Tüya'nın da dediği gibi birşeyler gelip boğazımızda düğümleniverdi. Yazının gücü, ortak bir mecrada ortak duyguları hiç bilmediğiniz birileriyle onun duygusuyla hissedebilme paylaşabilme, ülkesi. Hele hele o ülke kahverengi toprlar ülkesinin sularıyla beslenmiş ise...
Çok kalite, tebrik ederim, kaleminize sağlık....
ıssız şiir tarafından 26.3.2024 15:47:44 zamanında düzenlenmiştir.
Saygıdeğer hocam, bu yazınızı okurken boğazımdaki düğümle kendimi ağlar buldum ve şu an zorlanıyorum bir kaç satır yazmakta.
Ah çok üzgünüm, çok.. Biliyorum teşelli olmayacak, ama... başınız sağ olsun, sabırlar diliyorum acılı yüreğinize.
Çocuklar... Onlar ki en büyük en ölümsüz Tanrımız, en değerli varlığıdır yaşamımızın. Ve Onlar, her daim en güzel kokan çiçektirler doğanın bağrında...
Ve bir de onlarca yıldır katledilen, yok edilen çocuklarının kemikleri peşinde olan acılı Analar ki, yetmezmiş gibi bir de hırpalanırlar, hapse atılırlar, terörist olmakla suçlanırlar vs.
."Eğri" bakmak, diyorsunuz; keşke birçoğumuz eğri bakma sanatından nasibini alabilse; belki o zaman -hiç değilse- soluduğumuz havanın kirli olup olmadığını anlama mutluluğuna erişiriz...
Orhan hocam, hep böyle içerikli, kaliteli ve öğretici yazmaya devam edersiniz dilerin...
Baki teşekkürümle saygı, sevgi ve selamlarımı bıraktım.
Orhan KANZA
Dört yanımız keder işte.
Bu aralar ve sanıyorum uzunca bir zaman olacak; yazmaktan başka hiçbir sığınağımın olmadığı bir süreçteyim. Yazmak hayata şehadetimdir.
Saygılar, selamlar hocam.
Tüya
Hem etkilenmiyor ve hissetmiyorsak kalemin meramını, nasıl anlarız duygularımızın aktif olduğunu, insan olduğumuzu...
En kısa zamanda huzur ve güzelliklerle olasınız, hocam.
Çok saygı ve selam benden size.