- 264 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
PERVANE OLDUM ATEŞE
Gittiğim yer ateş ; biliyorum. Sonunda yanacağımı da çok iyi biliyorum. Rüzgâr sürükledi beni o ateşe diyemem üstelik ; çünkü ben özellikle bıraktım kendimi o rüzgâra. Rüzgâr yardımcı oldu sadece. Pervane kelebeklerin, yaradılış sebepleri buymuş zaten. Onlar, ateşin etrafında pervane olup, sonunda yanacaklarını bile bile uzanırlarmış ateşe ve yok olup giderlermiş. Kendimi onlardan biri olarak görüyorum.
Sadece Kurtköy’deki kahvemizde sinemacılık yapıyoruz. Film almaya babam da gidiyor artık. Zaten haftada iki kez. Okul, sabah sekizde başlayıp, on üçte bitiyor. Sınıfın en çalışkan öğrencisinin o kız olduğunu biliyor ve görüyorum. Onunla yarışmayı, rekabet etmeyi hedef olarak koydum kendime. Bana bir bakışı var ; bir anda saldırıp boğmak ya da en azından bir kaç tokat atmak ister gibi. Çok da haklı buluyorum onu. Saldırmasına da gerek yok aslında ; o sert bakışlarla beni her gün dövmekten beter ediyor. Ona uyguladığım o kaba davranışı, o pişmanlığı hatırlatmış oluyor ve ben kahrımdan ölüyorum. Onu tanıdıkça bu pişmanlığım artıyor ve o meşhur rüzgâr beni sürekli ona doğru itiyor. Karakterime, yüreğime o kadar eşlik ediyor ki ; ona her gün biraz daha hayran oluyorum. Ağır başlı, terbiyeli, dürüst, çalışkan, mütevazi ; daha ne olsun ?
Film gösteriminin bitmesi, kahvenin temizliği, toparlanması sonunda eve varmam, gece saat on ikiyi buluyor. Artık çamaşırlarımızı da ben yıkıyorum. Tabii babamınkileri de. Yemeklerimizi köye yeni açılan Fikri ustanın lokantasında yiyoruz. Ertesi gün okul var. Lise-2 Fen sınıfı, dersler ağır. Ben yirmi yaşımdan sonra okula başladım ve hem babama hem de hocama söz verdim okuyacağıma dair. Bir de o kız var sınıfta. Çoğu kez sabaha kadar ders çalışıp, bazen hiç uyumadan, sabahleyin duş alıp, sakal tıraşı olup, temiz gömlek ve her hafta sırayla kuru temizlemeye verdiğim takım elbiselerimden birini giyerek okula gidiyorum. Bilgisayarın olmadığı o günlerde, muayene sonucu verilen gözlüğüme bir türlü alışamıyorum, sürekli elimle düzeltmeye çalışıyorum. Fakat bir şekilde başarılı oluyorum.
Matematik Süavi bey, Coğrafya Eser hanım, Fizik Ayşe Onsekizoğlu, Edebiyat Ece Tuncay, İngilizce Meral hanım, Sosyoloji Süheyla Erol, Kimya Canay Aral, İnkilâp Tarihi İbrahim Deliktaş, Mantık Sabri bey , Seçmeli Din dersi Alaeddin Şahin ve hatırlayamadığım hocalarım. İlk Fizik yazılıları okunduğunda, onunla ikimiz de yedi almışız. Aynı hatayı yapmışız . Fakat, notlar okunduğunda, daha bir sert oldu bakışı SB’nin. Diğer öğrenciler, onun kendisine yetişebilenlere alışık olmadığı için kıskandığını söylüyorlar. Ben, cesaretimi toplayıp ona ; ’’ İkimiz de aynı hatayı yapmışız, hocaya sorup öğrenelim ’’ dediğim zaman hiç cevap vermeyip sertçe baktığını fark eden bir kaç öğrenci de aynı şeyi söyledi. Ben halâ, geçen seneki kaba davranışımdan olduğuna inanıyordum.
Günlerce yarıştık durduk onunla. Her derste, hemen her soruda, ikimizin parmağı havada oldu günlerce. Ders anlatmaya adeta ikimiz sıra ile kalkar olduk. Notlarımız da hep birbirine yakın oldu. Bize yaklaşabilen başka öğrenci de olmuyordu. Hatırladığım isimler : Sıra arkadaşım Kemal Altıok, Kerim Arpacı, Rıza Özgüç, Muzaffer, Can, Yusuf, Sadi, Sergül, Zehra, Mahmure, Gülçin, Arzu, Saime, Neslihan Deliktaş, Serpil, Nevin, Nil ve o kız SB. Tabi hatırlayamadıklarım da var.
Nasıl olduysa, nasıl hak ettiysem ; adım kız düşmanına çıkmaya başladı. Yoksa o kız, ona yaptığım kabalığı mı anlatmıştı ? Sınıfımı çok sevdim. Önceki sınıfta olan gürültüler, yaramazlıklar olmuyordu. Gerçekten de seçmeler sınıfı idi. Hocalar bile öyleydi bence. Ben oldukça şımarmaya ve bu şımarıklığımı da belli etmeye başladım. Çok konuşuyor, dersle ilgili ya da özel olsun, her soruya cevap vermeye kalkıyordum. Aslında hoş karşılanıyordu çoğu zaman ama her şey bir yere kadar. Hocaların değilse de öğrencilerin nefretini de kazanmaya başladığımı hissediyordum. Annemle babamın ayrı olduğunu, sinemacı olduğumu duymayan bilmeyen kalmadı. Bu arada, SB’ye olan ilgimin de anlaşılmayacağını sanmıyorum. Hatta, bakışlarımın onu rahatsız etmiş olabileceğini sanıyorum. Elimde değil, bakışlarımı gizlemekte zorlanıyordum. Bir taraftan da anlaşılmaktan korkmuyor değildim. Bir gün farkına varıp da ’’ Ne diye bakıp duruyorsun * ’’ diyecek diye ödüm patlıyordu.
Sonraki günlerde, ondan öncelikle geçen seneki kaba davranışım için özür dilemeyi düşündüm. Asla o cesareti bulamadım. Sonraları ona açılmayı bile aklımdan geçirmeye başladım. Fakat, karşılık vermesinin mümkün olmadığına, karşılık verecek olsa bile ilişkimizin uzun sürmeyeceğine, dahası, onu mutlu etmemin mümkün olamayacağına inandığım için ikilemde kalıyordum. Ateşimdi basbayağı işte. Hem yanacağımı biliyor, hem de uzak durmuyor hatta uzanmayı düşünüyordum bir de.
Bir gün yeni diktirdiğim takım elbisemi ilk giydiğim , biraz da fazla bakımlı göründüğüm için olacak , hocamın dikkatini çekmişim:
- Fikret bu gün fazla süslenmiş. Galiba onun için özel bir gün, dediğinde, hiç aklımda olmayan, içimdeki bir sesin söylettiği sözler ağzımdan çıkıverdi : ’’Bu gün anneme gideceğim’’ deyiverdim. Sanki nutuk atmışım gibi, sınıfça alkış koptu bir anda. Demek ki benim annemle olan ilişkim herkesi etkilemiş, ben o kadar fazla anlatmışım. Aslında o yaz bir iki defa gitmiştim anneme. Annemin bir kızı daha dünyaya geldiğini öğrenmiştim. Bir sonraki ders, İbrahim Deliktaş hocamızın İnkilâp Tarihi dersiydi. Hoca ders anlatırken, birden aklıma değişik bir şey geldi. Bir ders önceki olay galiba cesaret aşısı olmuştu bana. Sağ çaprazımda oturan SB’ye gözlerimi diktim ve ısrarla baktım. Fark etmesini, ilgimi anlamasını istiyordum artık. Aslında hoca fark etse, bence çok kızardı ve olayın nereye varacağı belli olmazdı. Biraz sonra kızın yüzünün kıpkırmızı olduğunu ve o halde başını bana çevirdiğini fark ettim. Amacıma ulaşmıştım ama daha fazla uzatamazdım. Ben de başımı aksi yöne çevirip ensemi kaşıdım. Teneffüste ise, basbayağı korkup kaçtım. Yanıma gelip ’’ Sen ne diye bana öyle bakıyorsun ? ’’ deyip azarlamasından endişe ediyordum. O gün hep kaçtım .
Sözümü tuttum ve okuldan çıkar çıkmaz anneme gittim. Annem kapıda karşıladı beni. Kız kardeşim de çıktı kapıya. Sarıldı, öptü. ’’ Ağabeyciğim, ben seni çok seviyorum ’’ dedi. Annemin yeni eşi hastaymış, evde yatıyormuş. Sanırım kanser olmuştu.
Ertesi sabah okula girdiğimde, merdivenlerde karşıma çıktı SB.
- Günaydın , dedi bana doğru bakarak. Yüzü o kadar güzel gülüyordu ki, ilk defa öyle görüyordum. Bu günaydını bana diyeceğine inanamadım. Hatta sağıma, soluma, arkama bakındım. Cevap versem, azarlayabilir diye endişe ettim ve hiç bir şey demeden yanından geçip gittim. Aslında öyle bir karşılaması vardı ki ; aramızdaki o kaba davranış olayı olmasaydı, bana sarılmak istediğini sanabilirdim. O günden sonra bana öylesine yaklaşmaya başladı ki ; sanki benden beklediği adımı görmüştü. Sürekli söz atmaya, konuşmaya çalışıyordu. Yüzündeki o gülümseme hiç gitmiyor, o sert bakış asla geri gelmiyordu.
Uzandım işte sonunda ateşe doğru. O ateş de çekip aldı beni kendine. Şimdi yanma zamanı.
Fikret TEZEL
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.