- 165 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
GÜNEŞE PATLADIM
Okulların açılış günü. 1975-76 dönemi. Pendik Lisesi’nin ,sonradan inşa edilen ek binasının önünde Lise-1’e yeni başlayacak olanlar toplandık. Kızlarda, lâcivert üniforma, beyaz gömlek şart, erkeklerde serbest takım elbise ve kravat. Ben de arkadaşım Terzi Süleyman’a ısmarlama bir takım elbise diktirmiştim. Müdür yardımcımız İbrahim Deliktaş, tek tek isim ve numara okuyup, sınıflarımızı söylüyor. Sınıfını öğrenen doğruca koşup gidiyor. Ben de sabırsızlıkla bekliyorum. En son bir kaç kişi kalınca, isimlerimizi sordu. En son sıra bana gelince ; yüzünü buruşturarak, zoraki kabullendiğini, ayan beyan belli ederek ;
- Sen de 4-İ’ ye git bakalım, dedi. Orta okula başladığım sene de şubem İ idi ; 1-İ. Numaram değişmişti ; 2153 yerine 2332. Hemen giriş katta olan sınıfıma ben de koşarak gittim. Oldukça kalabalıktı. Arka sıralara kurulan acayip tipler vardı. En az benim kadar yaşları olan, belki de daha fazla da olabilir, pek de öğrenci kılıklı olmayan tiplerdi bunlar. Sonradan öğrendiğim, Ülkü Ocağı mensupları İsa Hocaoğlu, Charlie ve adını hatırlayamadığım bazıları.
Attila Yazıcı adında, tam da okumaya niyetli bir öğrenci , sürgüne gönderilmiş Tuzla’ lı bir grup ; Hakan, Füsun, Betül, Coşkun adında, kıvırcık saçlı, kızların gözdesi , sevimli bir çocuk, diğerlerinin de çoğu gariban görünümlü öğrenciler. Sınıf başkanlığı seçiminde , Tuzla’ lı gruptan, Füsun ile sevgili olduğunu gizlemeyen Hakan’a rakip oldum ve iki oyla ben kazanıp sınıf başkanı oldum.
Yine şansıma demeliyim ; Behice Yalkın hocam, Biyoloji dersine gelmeye başladı. Beni gördüğüne, okula döndüğüme çok sevindi. Sormadan da edemedi :
- Yapabilecek misin oğlum ; bu yaştan sonra okuyabilecek misin ?
- Yapmak zorundayım hocam, okumaktan başka çarem yok ; diye cevap verdim. Aslında söz verdim hocama.
- İnşallah oğlum, dedi.
Bir de kaderin cilvesi denecek olay yaşadım ; Coğrafya dersimize de, yıllar önce , ders anlatmak için tahtaya kalktığımda, dersimi anlatmama izin vermeden, üstümle başımla dalga geçip, beni aşağılayan hoca geldi. Konumuz , mevsimlerin oluşmasıydı. Özel olarak , inatla çalışarak hazırlandım. Yine, tahtaya kalkmak için ısrarla parmak kaldırmaya başladım. Başka kimse parmak kaldırmadığı halde, sürekli başkalarını kaldırıp durdu. Sonunda inadı kırılmış olacak ki ; beni kaldırdı. Tanıdı mı, tanımadı mı bilmem ama bu defa, yeni, tertemiz elbisesi, gömleği, ayakkabısı olan, düzgün tıraşlı, bakımlı bir öğrenci olarak karşısındaydım. Öyle bir ders anlattım ki o gün ; mevsimlerin oluşumunu tahtada şekiller çizerek , bir öğretmen gibi anlattım. Sonunda, hayretle karşıladı, şaşkınlığını gizleyemedi. Kendisi hiç ders anlatmazdı ; çalışıp gelmemizi söylerdi sadece. Ders sonuna kadar beni övüp durdu. Aklıma giren şeytan ; ona yıllar önce bana yaptığını hatırlatmamı istiyordu ama ben ona uymadım ve sadece dinleyip gururlandım. Dersten sonra çocuklar yanıma gelip teşekkür ettiler. ’’ Ben bile anladım bu dersi. Keşke bütün öğretmenler senin gibi anlatsa, senden iyi öğretmen olur ’’ gibi sözler söylediler. Benim idealim de öğretmenlikti zaten.
Hem Behice hanım, hem de Coğrafya hocam, diğer sınıflara benden söz etmişler. Yani, çoktan reklâm olmaya başlamışım. Fizik hocamız, mesleği öğretmenlik değil Mühendislik olan, bir beydi. Lise-1’in en zor derslerinden biri olan Fizik’te, bütün sınıf dökülüyordu. Ben de 4-5’i zorla alıyordum. Matematik hocamız da İTÜ Makine öğrencisi Saime hanım ; maalesef başarılı değildi. Sınıfta uyuduğunu gördüğüm bir gün uyandırmaya çalışıp, fırçasını da yedim. Ondan da 4-5’i zor alıyordum. Matematik hocası kısa süre sonra değişip Suavi Bey gelmeye başlayınca ilk notum 9 oldu. Matematik, Fizik gibi dersler, hoca iyi anlatmayınca, kendi kendine çalışmayla yeterli olmuyor bence.
Hakan’la Füsun’un açıktan açığa oynaşmaları, cilveleşmeleri bana kızlardan çektiklerimi hatırlatıyordu. Neredeyse kız düşmanı olmuş gibiydim. Sizlere anlatmaktan kaçındığım iğrenç bir olay daha yaşamıştım kızlarla ilgili. İnanmakta zorlanacağınız ’’ Hadi ya sende, hep seni mi buluyor ? ’’ diyebileceğiniz bir olaydı bu da. Gebze’nin köylerinde birinde, benimle ilgisini fark ettiğim bir kıza karşılık vermek istedim. Halamın kızlarından birinin de oturduğu o köye, o kıza ulaşabilmek için gittim. Gitmez olaydım. O kızın, biriyle ilişkisi olduğunu ve o ilişkiden dört aylık hamile olduğunun açığa çıktığını öğrendim. Yani, o kızın bir sevgilisi varmış, ondan hamile kalmış ama bana da umut veriyor ! Ben kız düşmanı olmayayım da ne yapayım ? Ne var ki ; iyiliğini gördüğüm bir çok kadın benim o cinse düşman olmama engel oluyor.
Tarih dersine ilginç isimli ama samimi, iyi niyetli, mesleğini ve öğretmeyi de seven bir hoca geliyor : Işık Yanar. Şans dediğim diğer bir hocamız da Edebiyatçı Olcay Köprücü hoca. En önemli hatırası, hatta hayatımıza katkısı ; İstiklâl Marşımızın tamamını ezberlemeyeni mezun etmeyeceğini söylemesi oldu. Ben çok severek ve kolayca ezberledim ve bu gün halâ kırk bir satırını ezbere okuyabiliyorum.
Din dersimiz seçmeliydi ve ben de katılıyordum. Hocamız , Pendik Merkez cami vaizlerinden Alaeddin hoca. Tam da istediğim gibi , çağdaş bir din adamıydı. Dersi sevdirmesini bilen doğru insan. Seçmeli olduğundan, herkes katılmıyor, mevcudun artması için bir kaç sınıf ortaklaşa giriyorduk Din derslerine. Bir gün hocayı beklerken, kızlı - erkekli öğrenciler birbirlerini kollamaya başladılar. Ben de boş bulunup, kızın birine bakmış bulundum. Anında fark edildim kız tarafından. Utandım ve başımı çevirdim. Teneffüste elinde bir hatıra defteri ile yanıma yaklaştı. Çok belirgin bir şekilde, ayağı engelliydi ve yürümekte zorlanıyordu. Defteri bana uzatıp ;
- Hatıra olarak bir şeyler yazar mısın ? diye sordu. O anda, reddetmem mümkün değildi. Kabul ettiğimde, aramızda bir ilişkinin başlayacağı da belliydi ama eğer kabul etmesem ; ayağındaki engel yüzünden reddettiğimi sanıp kırılacak, üzülecekti. Buna razı olamazdım. Defteri aldım ve evde kendimi mecbur hissedip bir şeyler karaladım. Ertesi gün sınıfa kadar gelip defteri aldı. Bu şekilde aramızda bir şeyler başladı. Bazı teneffüslerde görüştük, konuştuk. Karakterim gereği, kaderim olarak kabullenip, onu geleceğim olarak görmeye razı oldum. Asla vazgeçmeyi düşünmeyecektim.
Kurtköy’de oturduğumu söyledim. Yaşantım hakkında fazla detaya girecek kadar fırsatımız olmadı. Kurtköy’de akrabaları varmış. Bir Pazar günü köye geldiğini, akrabalarıyla gezerken gördüm. Hakkımda bilgi almış. Bu bilgiler de olumlu değildi herhalde ki ; benden uzaklaşıverdi. Bir süre sonra da, yüksek bir memur olan babasının Ankara’ya tayini çıktığından taşındıklarını öğrendim. Bir hayâl kırıklığım daha olarak hafızama kazındı.
Teneffüslerde, sınıfın önüne kadar çıkıyorum sadece. Beş dakikalık teneffüste dışarı çıkmak pek kolay değil. Yan sınıftan bir kız gözüme takılmaya başlıyor. Benim, idolüm olan tiplerden. Orta boylu, kumral, saçları omuzlarında ama toplu, gözlüklü ; tam da okumaya niyetli biri. Ciddî duruşlu, olgun, beni kendine çeken bir tip. Gördüğümde, bakışlarımı yöneltmekten kendimi alıkoyamıyorum. Bir taraftan da, yakalanmaktan, anlaşılmaktan korkuyorum. Çünkü, âşık olmak istemiyorum, asla yeni bir ilişkiye , yeni bir hayal kırıklığına tahammülüm yok. Nitekim bir gün , kot pantolonlu gördüm onu. Sınıfça geziye gidecekleri için serbest giyinmişler o gün. Notumu verdim : Yukarıdakilerden biriydi o. Yani, bizden değil. Bizi aşağılayanlardan, küçümseyenlerden, alaya alanlardan biri. Notumu böyle verdim ve o günden sonra görmemeye, görünmemeye itina ile kaçmaya başladım.
Bu arada, Müdürümüzün değiştiğini de üzülerek öğrendim. Ahmet Erişen hocamız gitmiş, yerine Mustafa Kemal Tokuç müdür olmuştu. Yazımın başında sözünü ettiğim siyasi tiplerin gürültüsü ile baş etmekte zorlanmaya başladım. Sınıf başkanı seçildiğime bin pişman oldum. Boş geçen bir dersimizde, gürültüyü duyup sınıfa gelen yeni müdürün fırçasının sonunda, istifa edip bıraktım başkanlığı.
Bir gün teneffüste, kapıya bile çıkmamış, sıramda duruyordum. Bir anda kapıda o kız belirdi. Elinde bir defterle içeri girdi ve bana doğru yaklaşmaya başladı. Daha önceki teneffüslerde de elinde defterle ders çalışırken görüyordum onu. Tam bir ders kolikti. Beni iyice şaşırtacak şekilde bana iyice yaklaştı, bir şey sormak istiyordu. Çok nazik, alçak bir sesle ;
- Behice hanım geldi mi bu gün ? diye sordu. Şaşırdım. Hiç tanışmıyorduk. Neden, direkt bana gelip Behice hanımı soruyordu, amacı neydi ? Yoksa, benim Behice hanımın gerçek oğlu olduğumu mu sanıyordu . Bence hayır. Ona olan ilgimi fark etmiş olmalı. Şimdi de gelip bana yüz verecek, umut verecek, biraz oynadıktan sonra da sepetleyip atacaktı. Bunun başka bir sebebi olamazdı. O anda, tüm hem cinslerinin bana yaptığı aşağılamalar, dalga geçmeler, ihanetler bir bir aklıma geldi. Tüm hem cinslerinin cezasını ona kesmek ister gibi tersledim onu :
- Niye gelmesin Behice hanım ; gelir elbet ! Bize dersi var bu gün ! derken, gözlerimden ateş, dilimden öfke fışkırıyordu.
- Şey, bize de dersi var da... deyip kıpkırmızı olmuş yüzünü dönüp uzaklaştı. Böyle terslemeyip de bir tokat atsam, bu kadar ağır olmazdı belki de. Bir tokat da o bana atar, ödeşirdik. Çok pişman oldum sonrasında. O kız, benim bu kaba davranışımı hak etmiş olamazdı. Günlerce, bakışlarımı gizleyemeyip ona olan ilgimi belli ederken, birden bire uzaklaşmamın sebebini merak etmiş, belki de ilgime karşılık vermeye, ya da en azından arkadaş olmaya niyet etmişti.
Kısa ömürlü bir kelebektim ben. Yaklaştığım her ateş beni yakacak, ömrüm daha da kısa olacaktı. O yüzden, yanma korkusuyla, her türlü ateşten ve hatta güneşten bile kaçmam gerekiyordu. O kız da bir güneşti, bir ateşti benim için. O yüzden kaçmam gerekiyordu elbet ama bunun için onu bu kadar kırmam da şart mıydı ?
Sınıfımı geçtim. Lise-2’den itibaren branş seçimi vardı o zaman. Birinci sınıfta başarılı olanlar Fen, vasat öğrenciler ise Edebiyat seçmek zorundaydılar. Ben de başarılı bir öğrenci olarak Fen’ci olacaktım. İlk gün Müdür yardımcılarımızdan Yaşar hocanın yanına gidip ;
- Hocam, ben geçen seneki arkadaşlarla aynı sınıfta okumak istemiyorum ; dedim. Bu hareketi bana yaptıran, o sözleri söyleten kimdi ? Daha önce tasarlamadım, o anda aklıma geldi ve uyguladım. Üstelik, hocam da haklı buldu ve beni çok özel bir sınıfa gönderdi. 5/Fen/B’ye gitmem gerekirken, 5/Fen/C’ye gidiyorum. Diğer sınıf listesinde adım bile yazılıymış aslında. 5 /Fen/C ; abartmıyorum, gerçekten de özel bir sınıf. Müdür yardımcımız İbrahim Deliktaş’ın kızı bile o sınıfta dersem, herhalde anlarsınız. 23 kız, 12 erkek, 35 öğrenci. Bir de kim orada dersiniz : O kız ! Ben sanki, ille de onun sınıfını istemişim gibi oldu. Aslında bilmiyordum. Bilsem, yanacağımı bile bile yaklaşır, yanı başına kadar gider miydim o sıcak güneşin.
Kelebekler öyleymiş meğer. Yanacaklarını bile bile koşarlarmış ışığa, güneşe ve hatta ateşin göbeğine. Ben de bunu yaptım işte ama kim, hangi güç itti beni oraya, kim yanmamı bu kadar çok istedi benim. Herhalde, aslında ne kadar istemiyor görünsem de, içimden böylesine yanmayı çok arzulayan biri olduğumu, yani yüreğimin derinlerini çok iyi okuyan, bilen bir güç olmalı bu. Çare yok, kaçamayacağım, ısınacağım ve sonunda mutlaka yanacağım.
Fikret TEZEL
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.