Gidiyoruz Be
Gidiyor ne varısa, belki varlığa belki yokluğa. Köprünün altından köprünün üstünden, bulutun altından bulutun üstünden, suyun içinden suyun dışından, yolun altından yolun üstünden, dağın altından dağın üstünden... İçimizden ve dışımızdan da gidiyor.
Zihnimize gelenler de gidiyor, hayallerimiz de geldiği gibi gidiyor, umutlarımız, korkularımız, öylesine ya da böylesine gidiyor işte dostum.
Neleri eleştirdiysem geçmişte, birer birer çıktı karşıma. Neleri yadırgadıysam birer birer peydah oldu bende. Yapamadığım bir kaç şey kaldı, bunlardan biri hırsızlık, hırsızlık nasıl bir şey hiç tecrübe edemedim cinsel büluğa erdikten sonra, yalan da söylemedim zihnim büluğa erdikten gayrı, geriye ne kaldı tecrübe etmediğim. Kötülük nasıl yapılır bilemedim bir türlü. Bilmeden yaptığım kötülük var mıdır bilemem onu da.
8-9 milyar arası insanız ya şu dünyada.. Belki de 8-9 milyar doğru var dünyada, düşünebilen doğrulardan. Bu 8-9 milyarın kahi kavmi, ümmeti, ulusu vb vs kendi doğrularında birleşiyorsa; aşağıdan yukarıdan 400-500 doğru vardır genel başlıkta belki de, belki de 4 bin-5 bin doğru vardır kim bilir ki, kümelerin sayısına ve kümelerin içindeki sayılara bağlı değil mi dostum.
Unuttuklarım nelerdir ki, belki de özlemeyi unuttum, hasret çekmeyi.
Gelip geçmiş şairler neler neler demiş ya; hiç biri de doğru çıkmadı ya, ne sürebildik motorları maviliklere ne de korkmamazlık yaptık insanlardan olaylardan...
Kendine kafa yoran insanın başkasına zararı dokunabilir mi, gıybet edebilir mi onu bunu şunu. Dişlerin giderken birer ikişer, saçların dökülürken 10’ar 20’şer, derin pörsümeye başlarken gizliden gizliye, kulakların yavaş yavaş duymamaya çalışırken, gözlerin görmemeye yürüyorken...Umurunda mı dünya.
Dostum, bugün varısın, yarın yokusun belki de. Ahmak zamanlarında çok tasasını çeker idim ölümün ve dahi ölüm sonrasının, şimdi ise ne hayat ne ölüm hoş gele hoş gide, isterse hoş gelmeye hoş gitmeye... Dağların doruklarında çimenleşmiş bir ot gibiydim, kurudum sonra mecburen, rüzgar aldı attı suya, sular vura vura beni sağa sola deryaya doğru akıyor, hoş ne suyun akışı ne de deryanın dalgası umurumda ya...
Mağara örneği verirler ya dünya yaşamı için... Ha bir odada gelmiş geçmiş ömrün, ha iş okul ticaret spor ziyarette... Sonuçta mağarada işte gelinip gidilen, düşünülüp düşünülmeyen her şey...
Yapay zekayla mı yoksa iç sesimizle midir bundan kelli konuşmalarımız, ha keza seninle olsun, lakin acı ve ızdırap çekmeyesin benimle laflar iken sen. Dönüp dolaşıp varlık ve yokluk telaşına kapılmak niye.. Ha keza ister Tanrımcılık ha evrimcilik ha müdahalecilik dnamıza... Sıkma güzel canını, üzme kendini.. Çok fazla ahmaklık ettik dinler iken; büyüklerimizi, toplumu, öğretmeni, akademisyeni, bilimcileri, dincileri, gerçekçileri, hayalcileri vb vs dinler iken.. Olur muydu olmaz mıydı der iken ne çok ahmaklık etmişiz diyorum ya kendime, sen de ne dersen kendine... Hani belki huzur diyarında karşılaşırız seninle de..
Kimi kutsal denilen kitaplarda, kimi külliyat denilen yazmalarda, kimi taş bloklardaki nutuklarda ne çok hakaret ediyorlar sağ sola ona buna...
O kadar çok çoğalmış ki insan, artık insanın değeri kalmamış dünyada. Ha keza şimdiye göre az dediğimiz çağlarda da insanın değeri yok imiş ya, biz şimdiyi düşünüyoruz genelde, değeri yok insanın işte.
Derler ki, saklı hazineleri varmış dünyanın. Ne hazinesi olacak ki afrikanın, amerikanın, asyanın, avustralyanın ha keza kutupların. Devri daim içinde dünyanın suyu da toprağı da işte.
Bugün haberlerde kaç ölüm haberi okudum ne sen sor ne ben söyliyeyim dedikleri cinsten. İnsanlar ile çok münakaşa ettim kendi içimde kahi dışımda... Tanrı ile ha keza... Ahmaklar diyeceğim amma eski çağlardaki düşünürlere, ben de onlara benzeyeceğim muhakkak, ahmak olup çıkacağız anlaşılan. En büyük ahmaklar belki krallar belki padişahlar belki peygamber denilenler, belki savaşçılar, belki de al ver ticareti yapanlar, taş ustaları, yol ustaları, dil ustaları, bitki ustaları, hayvan kasapları ...
Sanki kafası internete bağlanmış da bu çağın, bedeni zoraki kendi ihtiyaçlarını gideriyor bir telaşeyle. Yiyor, içiyor, sonra boşaltıyor... Fiziki ve biyolojik veya kimyasal vb vs bir döngüde, ruh denilen zevatın adı var sanı yok işte dostum. Zihnin bilinmeyenleri hala yine bilenemiyorken, aman be demeyecek misin sen de, bu dünya ve içindekilere ve dışındakilere..
Sevdikçe nefret etmeyi öğretmeye çalıştılar ya, nefret de edemedik sonunda. Nefret edemeyince bir garip huzura bulanıyor insan, çamura bulanır gibi işte... Oysa çamura basmayalı da kaç vakit kaç yıl oldu sen hesapla..
Sevmek lazım azizim.. Nasıl sevebilmekse öyle sevebilmek. Sevdiğini ne yere vurmaya gelir dünyada ne de sevdiğine kanat takmaya, ha keza solungaç takmaya da uğraşabilirsin amma... Ben bilmem sen bilirsin dedikleri şeyden işte...
İnsanlığın hikayesi son deminde sanki. Güneş sisteminin, samanyolunun, yıldızların hikayesi son deminde sanki. Birike birike artık dünyanın düşünceleri kendilerini salmışlar ışıklı karanlığın içine..
Gökten ne düşse ifadesiz, yerden ne bitse anlamsız bir çağın girişindeyiz.. Son bir adım, son adım sonrasının ilki olacak derler ya...
Tanrıdan yıllar sonra anladığım bir şey varsa o da; Tanrı; kendi kuyruğunu yiyen yılan olmalı. Evrimden anladığım kendini tüketen formüller zinciri, müdahaleden anladığım eni sonunda evvel veya ahir bir şekilde ölüm işte..
Bazı ahmaklar ölüm diyerek, bazıları yaşam diyerek ahmaklık ededursun.. Sen sen ol sev de geç... Kalemi sevdiğin gibi sev silgiyi de, masayı da... Renkleri sevdiğin gibi sev çizgileri de şekilleri de... Kendini sevmeyebilirsin amma eli, el denileni sevmemeklik etme.
Velhasılı sev diyorum amma.. Ben de bilemiyorum sevgi nedir? Kimler neler neler demiştir umurunda olmasın.. Sen, saf sevgiyi ara bul haddi zatında. Bulamazsan da önemi yok, bulursan da önemi yok ya... Sen sadece gez, nasılsa karşına çıkar bir şey...
Ah dostum ah...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.