- 135 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
NEŞE'LER NEŞESİZ OLUR
NEŞE’LER NEŞESİZ OLUR
Neşe’ler neşesiz olur demişken; bütün Neşe’ler muhakkak neşesiz olur diyemeyiz. Ama bir insanın bütün hayatı boyunca mutlu ve neşeli olamayacağı tartışılmaz iken, ismi Neşe olanların da hep öyle olamayacağı gayet tabiî değil midir? Aksine isminiz Neşe olunca, isminizin gereğini yerine getirmek için insanüstü bir çabaya girebilir ve büsbütün neşesiz, büsbütün mutsuz da olabilirsiniz.
Benim tanımış olduğum Neşe de biraz öyleyde galiba. Önceleri hep neşeli, hep mutluydu. Hep güler, hatta hep kahkaha atardı. Ama aslında öyle değildi. Büyük ihtimalle içi kan ağlıyordu. Kan kussa bile, ‘Ne kanı kardeşim, kızılcık şerbeti içtim de ondan bu kırmızı sıvı’ deyiverirdi.
Benden yaşça büyüktü Neşe. İki sokak aşırı komşumuzdu. Ve ne güzel komşumuzdu Neşe Abla.
Gel zaman, git zaman bizim evden çıkmaz olmuştu hep neşeli Neşe. Anneme çamaşırda yardımcı olurdu. Çamaşır dediysem, seksenli yılların başındaki Kavacık’ta bugünkü gibi on dakikalık bir hâdise değildi çamaşır yıkama faaliyeti. Eskinin o ilkel, döner merdaneli-sıkmalı makinelerinde neredeyse bütün gün harıl harıl çamaşır yıkanır, sonra kurutulur, bahçelere asılır hatta arada sırada o bizim komik makine aşırı sarsıntı ve sallantıdan düpedüz yürüyüşe çıkardı. Herhalde canı sıkılmış olacak, bulunduğu yerden oldukça öteye giderdi.
İşte bu ağırın da ağırı ev uğraşında insana bir yardımcı gerekirdi. O vazifeyi de Neşe görürdü. Şen-şakrak, güle oynaya çalışırdı o da. Gerçi bugün olsa, nerede öyle birileri gelecek de çamaşıra-bulaşığa yardım edecek? O zamanın sıkı ve samimi komşuluk bağları sayesinde insanlar hemen kaynaşır, birbirleriyle içli-dışlı olurlardı.
Neşe’nin babası işsiz-güçsüz, evden pek çıkmayan, biracı bir adamdı. Neşe’nin, hem havalı, hem de aklı bir karış havada kızkardeşiyse benim ilkokulda sınıf arkadaşımdı. Bazen Neşe’lerin evlerinde kızkardeşiyle ders çalışırdık. Vakit geç olunca, Neşe beni eve bırakırdı.
Onu hep evimizin doğal bir uzantısı olarak hatırlarım. Sanki evimizin bir mobilyası, bir köşe yastığı gibi bir köşede otururdu. Hiç ağlamaz, hep gülerdi.
Aradan yıllar geçti. Neşe bizden de, Rüzgârlı Bahçe mahallesinden de koptu. Belki de ayyaş bir babayla bir arada daha fazla yapamadı. Kaçtı ama galiba yağmurdan kaçarken doluya tutuldu. Olmadık hayatlar içinde toz gibi savrulmaya, olmadık insanlara meze olarak sunulmaya başladı. Gülen yüzü soldu. Artık neşelere değil, hüzünlere boğuluyordu.
Ve bir gün de işittik ki, intihar etmiş Neşe. Kendi ipini kendi çekmiş. Ama ben çok iyi biliyordum. Daha çocukluğumuzda yerinin aslında buralar olmadığını anlamıştı o. Yutarcasına yaşamıştı kısacık hayatını. Ders alınması gereken bir kıssa, ibretli bir hikâye gibi.
Bugün bile hâlâ zaman zaman onu evimde ararım. İşte tam şu köşede pedallı bir dikiş makinesi dururdu. Ya Singer, ya da her genç kızın rüyası Zetina dikiş makinesi olsa gerektir. Dikiş makinesine oturur, bana sımsıcak gülümserdi Neşe. Sanki içi-dışı ümitle dolmuş gibiydi. Bugün de tebessüm ediyor o. Hâlâ şu yalan dünyada debelenen bana, bizlere, hepimize gülümsüyor, hatta ağız dolusu gülüyor Neşe.
Neşesinden hiçbirşey kaybetmemişçesine, yine hep neşeli olduğunu ispat etmek istercesine; adının hakkını vermek istercesine…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.