- 191 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
''HAYAT MI BU ? ''
1973, Aslında benim, Üniversiteye başlama yılım olmalıydı. Orta üçten sıra arkadaşlarım Alparslan Duvarcı İTÜ Elektronik, Kadir Paçacı da İTÜ Makine’ ye başlamışlardı. Ben , özellikle hapishane tecrübemden sonra, sabıkalı olma korkusuyla da iyice geleceğimden umudumu kesmiş, okula giden çocuklara, içim yanarak bakmaya başlamıştım. Deliler gibi pişmandım okulu bıraktığım için.
Kaybolan yıllarımın bir olayı da o yıl dedemin vefat haberi oldu. Cenazesine bile gitmek kısmet olmadı. Uğur Film ekibi, bir kez daha Ezo Gelin filminin tekrarını çekmek için köye geldi. Bu defa Fatma Girik, Kadir İnanır, Reha Yurdakul, Suphi Tekniker, Hikmet Taşdemir, Sami Hazinses vardı kadroda. Nezihe Güler ve Gülten Ceylan’ın yerine gelen kadın oyuncuları hatırlamıyorum. Yönetmen Feyzi Tuna. Çekimleri izlemedim bu defa. Oysa bu defa da yeni kahvemizde konakladılar. Babamın Sami Hazinses ile sohbeti aklımda . Dinlenme sırasında tavla oynayan Sami Hazinses’e babam şöyle bir lâf atıyor :
- Sami !
- Buyur dayı.
- Senle bir iş yapalım.
- Ne işi ? Kahvedeki en büyük masayı göstererek ;
- Sen şu masanın üzerine çık. Biraz mukallitlik yap. Toplanan parayı kırışalım.
- Olur tabi, deyip gülerek katılıyor babamın sohbetine.
Bu defa değirmen sahnesini Kilis’te çekmemişler. Tepeören köyünde eski bir değirmen olduğunu söyleyip gönderdim.
Yine o yaz, Pendik İlk okulunda göreve başlayan İlhan öğretmenim, öğrencilerini alıp, kır gezisi diye Kurtköy’e getirmiş. Eski kahvemizin önünde öğrencileriyle birlikte gördüm onu. Mahcubiyetten neredeyse kaçacaktım. Beni görünce, yanına gidip elini öptüm. Pişmanlığımdan söz ettim, hayatımdan memnun olmadığımı anlattım kısaca ve üzgün olarak. Tam da o anda, yanımızdaki çınar ağacında, benim astığım, o gün oynatacağım filmin afişi takıldı. Onu gösterip hayat mı bu diye sordum sessizce. O afişte yazıyordu bu söz : Hayat mı Bu ? O beni teselli etmeye çalıştı. Sinemacılık yaparak da hayatımı kazanabileceğimi, okumadan da adam olunabileceğini anlatmaya çalıştı. Fakat ben umudumu çoktan yitirmiştim.
Kavgalı olduğum çocuğun ve ilişkimizin bittiğine inandığım o kızın olduğu köye gitmiyordum artık. Gittiğim köylerde, ilgi göstermek istediğini fark ettiğim kızlara da öfkeyle bakıyordum. Hepsinin art niyetli, ciddiyetsiz olduklarına inanıyordum. Aşağılık kompleksi, ruhumu çoktan teslim almıştı. Babamın evlenmekten söz edenlere karşı, nasıl da olumsuz yaklaştığı aklıma geliyordu. Üvey annesinden çekmiş, dört yıl evli kaldığı annemden çekmiş, bir daha evliliğin adını bile duymak istemiyordu. Bu gidişle ben de onun gibi olacaktım, hem de hiç evlenmeden.
Mahkemem dışarıdan devam etti. Yaklaşık bir yılın sonunda karar çıktı.
- Haydi bakalım ; bu iş sana bir yıl dört aya mal oldu , dedi hakim son kez. İki yıl sekiz ay olan cezam, iyi halden yarıya indirilmişti. Kararı duyunca korkmaya başladım. Hemen tekrar hapishaneye gönderileceğimi sandım. O anda, kaçmayı bile düşündüm. Fakat tekrar tutuklanıp hapse atılmadım çünkü cezam tecil edilmiş.
Katil olmadım çok şükür. Sadece bir ay hapis yattım. Cezam da fazla değildi, üstelik tecil edildi. Beş yıl içinde aynı suçu tekrar işlersem, o zaman cezam katlanacakmış. Şanslıyım diyorum, Yaradan beni yine koruyor diyorum. Fakat, kabul etmem gereken acı bir gerçek var ki ; bence o da çok kötü. Ben artık sabıkalıyım. Daha on sekizime yeni vardığım günlerde sicilim kirlenmiş, sabıkalı olmuştum. Sabıkalı birinin hayatı nasıl olurdu acaba, beni gelecekte neler bekliyordu ? Beni koruduğuna, kayırdığına şüphesiz inandığım Yaradan, bana yardımcı olmaya devam edecek, bana yeni bir şans daha sunacak mıydı ?
Fikret TEZEL
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.