7
Yorum
6
Beğeni
0,0
Puan
437
Okunma
“Uzun süre uçuruma bakarsan uçurum da sana bakar.”
İlhan’ın uçurumu dokuz milimetrelik bir namluydu. Işık derine gitmiyor, namlunun içi de dışı gibi kara renkli kalıyordu. Daha neşeli günlerinde olsa kelime oyunları yapar, meşhur sözü “Uzun süre yara bakarsan yar da sana bakar” şeklinde çift anlamıyla söylerdi. Ama şimdi sözün orijinalini bile hatırlamıyordu. Gözleri uçuruma takılı kalmıştı.
Bir bahar sabahı, herkes okula ya da işe gittikten sonra kahvaltı masasında, yüzü pencereye dönük oturmuştu. Ağaçlar yeşillenmeye, çalılar çiçeklenmeye başlamıştı. Mutfak ve bitişikteki oturma odası boyunca uzanan terasa astıkları yemliğe kuşlar geliyordu. İsmini bilmediği uzun gagalıdan nefret ederdi. Yemliğe gelir, tüm yemleri etrafa saçar, sonra da saçtıklarını yemeden giderdi. Eğer önceki gece yağmur yağmışsa yere düşenler heba olurdu. Neyseki yağışların seyreldiği günlerdeydiler. Diğer kısa gagalı kuşlar terasa konup, düşenleri topluyorlardı. Güzel bir sahneydi, eğer İlhan buna baksaydı. Ama İlhan’ın gözleri hala uçurumdaydı.
Glock 19, bilenlerin malumu, popüler bir silahtır. Nato standartı 9x19 parabellum mermi atar. Aklına gelip atmasın diye darbeye ve düşmeye karşı dayanıklıdır. On beş tane mermisi vardır ama işini doğru yapan için bir tanesi yeter. Ağızdan içeri namluyu enseye değil de damağa doğru tutarsa o dokuz milimetre işini görür, hatta yoluna devam edip yeni boyanmış tavanda kendine yuva yapar.
Bazıları mizansen yaratır son olarak yığılıp kalacakları yerde, kimi zaman yatakta, bazen koltukta. En sevdikleri içkiden, şarapsa bir kadeh, viskiyse bir bardak, tamamen bitirilmeden yandaki sehpada yer alır. Kimisi mektup yazar geride bıraktıklarına ya da onlardan sadece birine. Hatta mühürleyen bile olur mektubunu. İlhan’ın da böyle bir mührü ve mühürleme için kullandığı balmumu vardı. Eğer bir mektup yazmış olsa onun üzerine I ve K harflerinden oluşan mührünü basabilirdi. Tabii bütün bunları sonrasını düşünebilenler için detaylardır. İlhan’ın gözleri gibi aklı da sadece uçurumdaydı.
Kuşların yemliğinin az ilerisinde, bahçenin içindeki kuş evinin üzerine bir kardinal kuşu kondu. Kuş evi, insanların evine çok yakın olduğu için hiç bir kuş kendini güvende hissetmemiş, oraya yuvalamamıştı. Şimdi ise onun tepesine konan kardinal yuvanın beyazlığına, çimlerin ve fondaki ormanın yeşilliğine başkaldırıcasına kırmızıydı. Yine başka bir zaman olsa İlhan’ın aklına Dük Notaras’ın “Kontantinopolis’te kardinal mitresi göreceğime Türk sarığı görürüm” gelirdi. Ama o başka bir zamandı. Şimdiki zamanda kardinal kuşu günah çıkarmak üzere gelen rahibi andırıyordu. Belki de öyleydi. Uzun süre yuvanın üzerinde tünedi. Diğer kuşlar yemliğe gelip gittiler. Ama o kardinal, kısa hareketlerle çevirdiği başını pencere yönünden ayırmadı. Ne zaman ki bir kıvılcım gördü, bir patlama duydu, o da diğerleri gibi panikle havalandı.
Patlamanın gerisi gelmedi. Çok geçmeden kuşlar yemliğin üzerine ve civarına tekrar çöktüler. Yuvanın ise üzeri boş kaldı. O kardinal ya uzaklara gitti, ya da diğer kuşların arasına karıştı. Ara ara uzun gagalı kuş geldi. Tekrar tekrar tüm yemleri saçtı. Bu devinim epey uzun süre devam etti. Hatta bir araba evin garajının önünde park ettiğinde de kesilmedi. Araçtan yedi sekiz yaşlarında bir kız çocuğu çıktı. Ağır adımlarla, sırtındaki okul çantasını elindeki yemek ve bilgisayar çantalarıyla dengeleyerek evin kapına geldi. Dirseği ile bir kaç kere zile bastı. Onun sonuç alamadığını gören genç kız arabasından çıkıp kendisi de kapıyı çaldı. Kapı hiç açılmadı. Aralarında bir şeyler konuşup birlikte arabaya döndüler. Arabada genç dadılık yaptığı çocuğun annesine mesaj attı ve sonra geri vitese takıp garaj yolundan çıktılar ve genç kızın paralel sokaktaki evine gittiler. Annenin işten dönüşü orada bekleyeceklerdi.
İlhan’ın telefonu da mesajlar, aramalar almaya devam etti. Saat dördü on geçe kahve makinesi günün son kahvesini hazırlamaya başladı. Şöminenin bacasından içeri girip oturma odasına sızan bir karafatma ahşap zeminde hızla ilerledi. Ne zamanki önü kızıl siyah bir sıvıyla kesildi, o zaman ilerleyişini durdu. Sıvıya yaklaştı ve tadına baktı. Damağına gelen hoşuna gitmiş olmalıydı ki aradan iki saat kadar geçip sokak kapısı açıldığında fatma da hala birikintinin içindeydi.