Yetmiş’li Yıllarda Erzurum
Yetmiş’li yılları, yani çocukluk zamanlarımı unutmak mümkün değil. O yıllarda Erzurum’un yeni yüzü olan “İstasyon Mahallesi”nde oturuyordum. Üst ve orta gelir düzeyine sahip insanlar bu çevredeydi. Evimizin önünden “Artvin Caddesi” geçerdi. Yanımızda ve arkamızda subay lojmanları, kuzeyimizde demiryolu ve gar vardı. Adını istasyondan alan İstasyon Caddesi’nin etrafında iki katlı, bahçeli demiryolu çalışanlarının lojmanları vardı.
İlk arabamızı da bu yıllarda almıştık. Babam Tercüman Gazetesi’ne yıllarca taksit ödeyerek sonunda gıcır gıcır Murat 124 almış, amcamın oğluyla Bursa’dan Erzurum’a getirmişti. İlk arabamıza babam gözü gibi bakıyordu. Sık sık çocuklar tarafından çizik yiyen arabamızı bez kılıfa sararak korumaya çalışmıştık.
Komşu apartmanın orta katında Avukat Cahit Solakoğlu otururdu. Cahit Bey sosyal demokrat görüşteydi. Pejo marka arabası vardı. Ecevit’i çok severdi. Ecevit’in Erzurum’a geldiği günlerde arabasının arka camına üzerinde “Umudumuz Ecevit” yazılı poster yapıştırmıştı. Bir akşam üstü arabasını evinin önüne park edip çıktığında üzüntülü bir ifadeyle arabasına bakıyordu. Ecevit’i sevmeyen bazı insanlar arabanın Ecevit posteri asılı camını sert bir cisimle çatlatmışlar, hızını alamamışlar arabayı da tekme darbeleriyle tahrip etmişlerdi. Hiç unutmam babam Cahit Bey’in omzuna hafifçe vurmuş, “geçmiş olsun komşu!” diyerek gönlünü almıştı. Babam sağ görüşlü, muhafazakar bir insandı ama bu farklı görüşlü bir insanla dost, arkadaş olmasına engel değildi. Arabanın o haline o zaman on, on bir yaşındaki bir çocuk olan ben bir anlam verememiştim.
O zamanlar yüksek apartmanlar daha yoktu . Evimin penceresinden zirvesinde Türk bayrağı dalgalanan saat kulesi, şehri güneyden çevreleyen Palandöken Dağları görülebiliyordu. Yazları güzel havalarda balkona çıkar manzarayı seyrederdim.
Küçükken çok arkadaşım yoktu. Tek başına da olsa şehri gezmeyi çok severdim. Evimizin sol tarafından (doğu yönü) dolaşmaya çıkardım. İlk önce “Kereste Sahası”’nın içinden geçer, İstasyon Caddesi kaldırımlarından yoluma devam ederdim.”Gürcükapı Camisi”nin avlusunda tespih, hac kokusu satıcılarının yanından geçerken cadde karşısındaki babamın arkadaşı Zühtü Şaşıoğlu’nun “Şaşıoğlu Müessesesi” adlı dükkanına göz atmayı ihmal etmezdim. Daha sonra baharat kokularının yayıldığı “Hacılar Hanı”nı geçer “Taş Mağazalar Caddesi”ne varırdım. Caddeyi geçerken sağ tarafta abimin arkadaşlarından Serhat Bayramoğlu’nun babasına ait konfeksiyon dükkanı “Bayramoğlu Ticaret”in önünde yavaşlar içeriye göz gezdirirdim. Serhat Abi dükkandaysa selamımı verir sonra yoluma devam ederdim. Caddenin karşı tarafındaki “Akbulut Ticaret”te av malzemeleri satılırdı. Vitrindeki çifteleri, fişekleri, ağları, oltaları seyretmek bana müthiş zevk verirdi.
Taş Mağazaların yokuşunu yavaş yavaş çıkar sağa doğru “Cumhuriyet Caddesi”ne varırdım. Caddenin solunda ilk sıralarda oyuncakçı dükkanı vardı. Ondan biraz ilerde tek kollu bir amcanın işlettiği dükkan “Bizim Çorapcı” bulunurdu. Ondan sonra sırasıyla “Lale Mobilya”yı, “Okur Pazarı”nı geçer bal peteği desenli yüksek, ihtişamlı binaya, “Arı Sineması”na varırdım. Arı Sineması’nın cadde girişinde sıra sıra dükkanlar olurdu. En sondaki dükkanın ismi “Kral Vücut Geliştirme Salonu”ydu. İşletmecisinin adı Bora’ydı. Geniş omuzlarıyla, ince beliyle fiyakalı bir duruşu vardı. Dükkanın camekanı yabancı vücutçuların fotoğraflarıyla süslenmişti.
Sinemadan sonra Cumhuriyet Caddesi’nde ilerlemeye devam ederdim.” Lala Paşa Camisi”ni geçtikten sonra caddeyle kesişen sokak üzerinde biraz durur “Tommiks, Teksas” alıp satan çocukları, gençleri izlerdim. Bir çeşit kitap mezatı olan bu yerde en renkli insan Nusret Abi’ydi. Ayakları ve elleri engelliydi. Kekeleyerek konuşurdu.
Cumhuriyet Caddesi’nde kitap mezatından sonra karşıma bir zamanların Erzurum Merkez Komutanlığı Binası olarak kullanılan harap vaziyetteki “Morgof Kışlası” çıkardı. Tavanı dökülmüş sadece duvarları kalmış harap bir binaydı burası.
Metruk, harap kışlanın karşısındaki ara sokakta “Mulen Ruj Lokantası” bulunurdu. İçerde suyla çalışan kırmızı renkli değirmen maketi vardı. İnsanlar yemeklerini yerken bir yandan da suyun o nefis şırıltısını dinlerlerdi.
Cumhuriyet Caddesi’ndeki turum “Dadaş Sineması”yla devam ederdi. Sinemanın da içinde bulunduğu büyük yapının girişinde “Çın Çın Plak” bulunurdu. Erzurum’un en ünlü kasetçisiydi burası. Kasetçinin yanındaki üstü açık merdivenlerden çıkar solda gençlerin rağbet ettiği bir birahaneyi geçer “Büfe Çıtır”a ulaşırdım. Çıtır’da sosisli sandiviçle halka tatlımı yer sonra da Dadaş Sineması’na varan merdivenleri ağır ağır inerdim. Sağda “Cafe 79” birahanesi solda ise “Yaşar Akvaryum” beni karşılardı. Akvaryumcu’dan sonra resim çerçevecisi ve daha ilerde erkek terzisi bulunurdu. Bu dükkanların önünden geçer, sinemanın afişlerini seyreder indiğim merdivenlerden tekrar yukarı çıkardım.
Yürüyüşümün bir sonraki durağı ilerde öğrencisi olacağım “Erzurum Lisesi” olurdu. İki katlı taş bina muhteşem bir görüntüye sahipti. Yatılı öğrenciler için yapılan yatakhanenin önündeki büyük saat binanın en dikkat çekici ayrıntısıydı.
Erzurum Lisesi’nin biraz aşağısında bahçeli, ağaçlı güzel bir tarihi bina karşıma çıkardı. Burası “Mareşal Çakmak Askeri Hastanesi”ydi. Uzun ,büyük pencereleriyle girişteki kalın sütunlarıyla muhteşem bir eserdi. “Hastaneler Caddesi” denilen bu eğimli caddeyi adımladığımda karşıma tarihi bir hastane daha çıkardı. Burasının adı da “Numune Hastanesi”ydi. Numune Hastanesi’ni geçtikten sonra caddenin karşısındaki sevimli bir bina bana göz kırpardı. Bu bina “Tatbikat İlkokulu”ydu. Yıllar sonra oğlumu buraya kaydedeceğimi, her gün iki kere O’na uğrayacağımı o zamanlar tabii ki bilemezdim.
Erzurum turum Tatbikat İlkokulu karşısındaki “Gez Camisi”yle devam ederdi. Gez Camisi’nin benim için özel bir durumu vardı. Burada hocaya gitmiş, Arapça okumayı öğrenmiştim. Caminin iyi kalpli, sevgi dolu imamı hala unutamadığım insanlardan biridir.
Camiden sonraki turumun bir durağı da “Çeşme Lokantası” olurdu. Lokanta adının önünde bulunan tarihi çeşmeden alırdı. Çeşmenin gözünden pırıl pırıl, lezzetli dağ suyu akardı.
Çeşmeden sonra evime doğru yaklaşırdım. Artvin Caddesi üzerinde sırasıyla gazete satan dükkanı sonra “Foto Yeşim”i geçer “Demirevler Fırını”na uğrar, fırıncının oğlu ilkokul arkadaşım Ahmet’le sıcak bir sohbete başlardım.
Artık evime varmak üzereyimdir. Yolda bazen mahalle arkadaşlarımdan Miraç’la, Argun’la, Ayşegül’le, Fatih’le, Sefa’yla, Kubilay’la, Ertuğrul Abi’yle, Namık Abi’yle, Macit Abi’yle , İbrahim Abi’yle vs karşılaşır, birbirimize hal hatır sorardım. Nihayetinde evime varır Erzurum turumu bitirirdim.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.