- 316 Okunma
- 8 Yorum
- 4 Beğeni
ÖLÜM VAR
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Tüm gündelik dertlerimizi bir kenara bırakıp sakin bir kafayla düşünürsek insanın yeryüzü macerasının oldukça acıklı olduğunu anlarız esasında. O meşhur sözde de dediği gibi; insan hiç ölmeyecekmiş gibi yaşar ve hiç yaşamamış gibi ölür. Bu konuda sevdiğim şair Orhan Veli’nin şu dizelerine de değinmemek kendi adıma büyük bir ayıp olur elbette;
“Ölünce kirlerimizden temizlenir,
Ölünce biz de iyi adam oluruz;
Şöhretmiş, kadınmış, para hırsıymış,
Hepsini unuturuz.”
Ölüm konusu elbette tatsız bir konu, insanın düşünmek istemeyeceği bir konu ancak hayattaki en kesin şeyin ölüm olduğu hususunda da kimsenin herhangi bir kuşkusunun bulunduğunu sanmıyorum. Günün birinde herkes ölecek; tanıdık, tanımadık herkes ölüm denen son ile tanışacak. Yani ister yaşlılıktan olsun, ister hastalıktan olsun, ister kazadan olsun bir şekilde hayatlarımız son bulacak. Peki, ne olacak sonra? Elbette her insanın bu konuyla ilgili inançları farklı farklı zira dünya üzerinde mevcut sekiz milyar insanın inançları farklı farklı. Bu sebepten öldükten sonra ne olacaktan ziyade ölümle birlikte hayatta ne değişecek bu konu üzerine yazmak istiyorum.
Nuri Bilge Ceylan’ın ödüllü filmi “Bir Zamanlar Anadolu’da” filminde filme ismini veren sahnede doktor çok çarpıcı bir ifade kullanmıştı; “Bundan yalnızca yüz yıl sonra şu anda yeryüzünde var olan tüm insanlar ölmüş olacak.” Buradan hareketle dünya üzerinde yaşayan sekiz milyar insanın hepsinin bundan yalnızca yüz yıl sonra artık bu dünyada olmayacağı gerçeğine ulaşabiliriz. Ne büyük bir rakam öyle değil mi? Sekiz milyar ölü beden, sekiz milyar ceset, sekiz milyar beyin, sekiz milyar hayat, sekiz milyar bakış açısı ve sekiz milyar anı. Bazen internette bundan yüz yıl önceki siyah beyaz videolara denk geliyorum. 1924 yılının Londra’sını almışlar kayda mesela. Onlarca insan gündelik yaşamı içinde koşuşturuyor, atlı arabalarla bir yerlere ulaşmaya çalışıyorlar. Bu insanlar bu videolarda ne kadar da canlı görünüyorlar. Oysa şimdi hepsi ölmüş. Kimisi savaşlarla, kimisi salgınlarda, kimisi ecelleriyle ama tek ortak nokta artık hiç birisinin canlı olmaması. Bana oldukça ilginç geliyor bu fanilik meselesi. Hepimiz faniyiz yani hepimiz gelip geçiciyiz bu dünyada.
Doksanlı yıllarda Milli Bayram günlerindeki geçit törenlerinde İstiklal Harbi Gazileri olurdu. Gururla geçerlerdi insanların önünden. Son İstiklal Harbi Gazisi 2008 yılında vefat etmiş. Bu haberi öğrendiğimde hem çok üzülmüş hem de derin düşüncelere dalmıştım. Artık Kurtuluş Savaşını bizzat yaşayan kimse kalmadı yeryüzünde. Bir milletin var olma savaşı yalnızca kitaplarda ve yazılı metinlerde kaldı. Elbette bu duru kaçınılmazdı. Zira tarih boyunca kimler kimler ölmediler ki? Herkesin bildiği ve tanıdığı krallar, padişahlar, sultanlar, komutanlar, liderler, fikir önderleri herkes ölümün pençesinden nasibini aldı.
Genel olarak insanlar bu konuyu pek düşünmek istemezler. Çünkü tatsız bir konudur. Ayrıca bu konu üzerinde çok düşünmek insanın yaşama tutunmasına mani olabilir. Bu konuda ne zaman biriyle konuşmak istesem hem aynı öğütleri işitirim; “Fazla düşünmeyeceksin yoksa yaşayamazsın.”, “Fazla takma kafana yoksa kafayı üşütürsün.”, “Aman boş ver, düşünsen de öleceğiz, düşünmesen de öleceğiz.” Velhasıl-ı kelam insanlar bu konunun hatırlatılmasına bile tahammül etmek istemezler. Yani her gün çevremizde birileri ölüyor olsa da bu gerçeği görmezden gelme eğilimindeyizdir. Ölümü kendimize değil, hep başkalarına yakıştırırız. Kimse öleceğini tahmin etmek ve dillendirmek istemez. Bu oldukça insani bir durumdur. Kesinlikle kınadığım için değinmiyorum bu konuya. Zira ölüm konusunu fazla düşünüp ruhsal problemler yaşan insanların sayısı da azımsanmayacak kadar çoktur diye düşünüyorum. Velhasıl-ı kelam kaçınılmaz bir gerçek bu ölüm konusu.
Susan Ertz’in bu konuda şöyle bir sözü var; “Yağmurlu bir Pazar günü öğleden sonra ne yapacaklarını bilmeyen milyonlar, bir de ölümsüzlük isterler.” İnsan gerçek mana da ölümsüzlüğe hazır mıdır peki? Hiç sanmıyorum. Zira dünyadaki tüm mekanizmalarımız ölüm üzerine kurulmuştur. Bu gerçeği her ne kadar görmezden gelsek de aslında tam manasıyla kör bir bakış açısıyla da yaklaşmayız bu konuya. Ancak şöyle bir gerçek vardır ki biz insanlar sonu olan bu evrende sonsuzluğu düşleyen varlıklarızdır. Uyumsuzluğumuz da buradan kaynaklanıyor sanırım.
Tarih boyunca özellikle iktidarı ve gücü eline geçirmiş tiranların ölümsüzlük heveslerini açıklıkla görmekteyiz. Bu bir tür sınırları zorlama, faniliği kabul etmeme durumu. Yani sahip olduğu güç ile insanüstü bir varlık olduğunu düşündüren hastalıklı bir bakış açısı. Yani şöyle mi düşünüyorlardı acaba; “yeryüzünde o kadar insan varken iktidarı, bu kadar gücü ben elime geçirdiğime göre diğer insanlardan farklı olmalıyım.” Mesela meşhur Cengiz Han böyle düşünmüş müdür? Ya da Tanrının Kırbacı lakabını almış Attila Han acaba bir kez olsun bunu aklından geçirmiş midir? Yeryüzünde seçilmiş kişi olduğunu düşünmek böyle bir şey midir acaba? Zira şuan günümüzde de dünyanın ücra bir yerinde doğmuş ve ömrü boyunca bir daha hiçbir yere gidemeyip doğduğu yerde ölecek olan birisi ile bir dünya lideri arasında bir fark var mıdır? Dünya lideri olma durumu kişinin kendisine doğuştan mı verilmiştir? Yoksa koşulların denk gelmesiyle oluşmuş tesadüfi bir durum mudur? Yani İngiltere Kraliyet Ailesinin torunu olarak değil de Orta Anadolu’da sıradan bir Yörük ailesinin torunu olarak dünyaya gelmek tercih edilebilecek bir şey midir? Elbette ben bu ayrıma bir saçmalık olarak bakıyorum. Seçemediğiniz koşullar yüzünden yargılanamazsınız.
İnsan anne ve babasının hatalarından sorumlu tutulabilir mi?
İyi ki ölüm var…
YORUMLAR
mesut.çiftci
Günün enfes yazısından ötürü değerli yazarını yürekten tebrik ederim.
Her halükârda ölümün yüzü soğuktur, fakat hakikat, bir gün mutlaka gelecektir, Necip Fazıl'ın dediği gibi nerede saat kaçta, tabutumun tahtası bilmem hangi ağaçta! Her şeye rağmen bu hususta Rahmetli Erdem Bayezıd ağabeyimizin "Ölüm bize ne uzak ne yakın ölüm. Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm!" deyişi büyük bir enerji veriyor ölüme hazırlanan ciddi yaşayanlara. Zaten en başta "Her nefis ölümü tadacaktır" emri gelmiştir en büyük yerden; emir büyük yerden!
O meşhur kaba hesapla 100 yıl sonra şu an yaşayan 8 milyar insanın bu hayatta olmayacağı gerçeğinin pek çok getirisi ve götürüsü olduğu gibi, en önemlisi 100 yıl içinde gelecek 8 milyar yeni insanın bu dünyayı şimdikine göre nerelere çıkarabileceği veya ne hâle getirebileceği önemli bir akademik çalışma sahası olabilir aynı zamanda. Öte yandan 100 yıl içinde 8 milyar yeni mezar, 8 milyar yeni kefen, 8 milyarı ebedi âleme uğurlayacak birkaç 8 milyar insan! Neyse, fazla kafa karışıklığına sebep olmayayım, Rahmetli Orhan Veli'nin dediği gibi "Ölünce iyi adamlar oluruz!" temennisini ve duasını bu dünyadayken de olmak arzusuyla tekrarlayarak cümleten kemâl-i sıhhat ve afiyetler dilerim.
Saygılarımla.
mesut.çiftci
Anlamliydi yaziniz
Bütün bilim dallari bize bir gercegi haykirir.Ölüm yokluk degildir.Ilahi dinlerde bunu daha genis olarak ifade ederek,Ölüm sinavin bitis dudugudur.ve yeni bir baslangictir.
Topraga düsen tohum cürüdü
Cürüklere kanamadim ruhumce
Tohum kadar degerim yok mu dedim
Yerden cikan bitkileri görünce
Bildiğim en adil şey ölüm.Eşitliyor adeta insanları.Para-pul,mal-mülk geçersiz. fena kazanımlarını bırakıp gidiyor sorgulayamadan.Zira kendisi sorgulanacaktır yaptıklarından.Ölüm var ölüm.Yaşam çok yorucu gelsin son bölüm diyen o kadar çok insan var ki..
Yine anlamlı, hayat -memat meselesi muhteşem bir yazı.Teşekkürler hatırlattığınız için.Sağlıcakla.Saygıyla.