- 164 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BEN SİNEMACI FİKRET
Hayatımıza, zamanla giren olayların ve insanların bazılarını iyi, kimisini de kötü olarak adlandırırız. Aslında, hepsini de hayra yormayı bir becerebilsek ; inanın hayatımız çok daha güzel olacaktır. Kötü dediğimiz olayların, sonuçta bizim lehimize dönmesi az rastladığımız şeyler değildir. Kimisini de anlayamayız çoğunlukla. Bazen de şans sandığımız olay ve kişilerin, ileride aleyhimize dönmesi de mümkündür.
’’ Maça ’’ lâkaplı, Şeyhli köyünden, minibüscü- sinemacı İsmail ağabeyin, beni önce yanına alması, sonra bana taksit kolaylığı ile sinema makinesinin birini satıp, kısa süre sonra da geri alması ; benim için iyilik midir, kötülük müdür, bunu galiba zaman belirleyecekti.
Bunları anlatırken aklıma size anlatmayı ihmal ettiğim, başka iyilikler de geldi. İlhan öğretmenimin evlenip bebek sahibi olduğu günlerde, bir bayram günü ziyaretine gittiğim gün - orta ikide sınıfta kaldığım yıl - kıyafetimi çok düşkün görüp, beni hemen, Pendik çarşısındaki ERİCİK ’lerin mağazasına götürüp, bir güzel giydirmesi de ne kadar güzel bir davranıştı. Bu mağazanın sahibini oğlu Yalçın Ericik ile orta okulda, kızları Gülçin ile de lisede sınıf arkadaşı olmuştuk. Öğretmenimin ailesi zengin değildi. Eşi Güngör ağabey de Yunus Çimento Fabrikası’nda çalışıyordu. Ne var ki gönülleri zengindi. Sınıfta kaldığım günlere kadar sık sık evlerine uğrayıp, Cem bebekleriyle de oynadığım, yemeklerini yediğim günler , ne kadar güzeldi ! Sınıfta kalınca, utancımdan gidememiştim.
Yine orta ikinci sınıfta, dönem ortasında, Yasemin adlı bir kız öğrenci katıldı sınıfımıza. Güzel yüzlü, ağır başlı, sessiz, çocuk yaşına rağmen, yetişkin bir hanımefendi olgunluğunda görünen, örnek bir insan. Sınıfın iki yoksul öğrencisi olan Halis Ünal ile beni, bir akşam, evlerine yemeğe davet etti. Çok sevindik ve gittik Pendik burnundaki evlerine. Babası İtalya’da görevli elçi iken, bir süre önce Türkiye’ye dönmüşler. O akşam, annesi ve Yasemin abla - benden irice idi ve ben ona abla diyordum - evdeydi. İtalyan usulü Spagetti makarna pişirmişlerdi bizim için. Sevinerek ama bir o kadar da utanarak, çekinerek oturduk davet edildiğimiz sofraya. Fakat ikimiz de spagettiyi çatalla yemeyi bir türlü beceremiyorduk. Üstelik, bu durum biraz da uzun sürdü. Sonunda, anne- kız göz göze geldiler ve ikisi de çatallarını sofraya bırakarak ;
- Biz makarnayı elimizle yeriz , deyip, bizi utandırmamak için elleriyle yemeye başladılar. Biz de rahatlayıp, ellerimizle bir güzel yedik o şahane spagettiyi. Yemekten sonra bize çikolata bile ikram ettiler. Sonrasında gitarını alıp çaldı ve galiba İtalyanca şarkılar bile söyledi Yasemin Kumral abla. Hayatımın en güzel anılarından, hafızamdan asla silinmeyecek anılarından biridir, Yasemin Kumral abla da tanıdığım en güzel insanlardan biri olmuştur.
Peki , beni sınıfta aşağılayıp, dersimi anlatmama izin bile vermeden yerime oturtan Coğrafya hocamın yaptığını da hayra mı yormam gerekiyor ; işte onun cevabını halâ bulabilmiş değilim.
Müzeyyen yengenin verdiği iki bin lira sayesinde, güzel hayaller ve rüyalar sırasında tüm bunlar aklımın ucundan geçerken, az da olsa mutlu bir uykunun sabahında erkenden uyandık babamla birlikte. Kartal’dan tanıdığı İsmail Acar amcaya babam yine akşamdan tembih etmişti gelmesi için. O gelince, ceketini de emanet alıp giydi babam yine ve İbrahim ağanın oğlu Hasan ağabeyin minibüsüne binip Pendik’e doğru yola çıktık. Yolda, Hasan ağabeye sevinçle anlattım , annesinin borç iki bin lira verdiğini , o parayla sinema makinesi almaya gittiğimizi. Pendik’ten trenle Haydarpaşa’ya, oradan vapurla Karaköy’e geçtik. Alt geçidin üstünde bankalar durağında bekleyen Galatasaray dolmuşlarına binip, İstiklâl Caddesi üzerinde, Galatasaray Lisesi’ne gelmeden indik. Son durak orasıydı. Bu dolmuşlar, beş kişilik, şimdi antika dediğimiz taksilerdi.
Adımlarımı sürekli koşar gibi atıyordum, heyecanlıydım çünkü. Babam, bana yetişmekte zorlanıyordu. Kolayca bulduk darfilm’i. Vitrinde, büyük ve küçük sinema makineleri arasında, muhtarınkinin aynısını görünce ;
- Baba bak ; işte bu makineden alacağız ! dedim . Kapıdaki adam, oraya girmek istediğimizi anlayıp, biraz da bizi yakıştıramadığı için olacak ;
- Hayrola, ne istiyorsunuz ? diye sordu biraz da soğukça.
- Sinema makinesi almaya geldik ! diye atıldım ben. Bu defa adam, biraz da temkinli olarak, buyur etti bizi içeriye. Vitrine yakın, bir masanın arkasında oturan adamın karşısındaki iki koltuğa oturduk babamla. Kapıda karşılayan adam, merakla başımızda dikilirken, masa başındaki gözlüklü, orta yaşlı adam ;
- Sinema makinesi mi almak istiyorsunuz ? diye esnafca sordu.
- Evet ; 16 mm.lik Ukrayna ; muhtarın aldığından ! diye atıldım ben. Babama hiç konuşma fırsatı vermiyordum. Bu da adamların bazen gülümsemelerine yol açıyordu.
- Hangi muhtarın aldığı ?
- Vahdettin amca. Şeyhli köyü muhtarı. Buradan, sizden almış Ukrayna’yı. ( Ukrayna’nın bir ülke değil de makine markası olduğunu sanıp, Rus malı Ukrayna diyorduk ). Bir de ortağı var ; Özcan öğretmen.
- Hangi köydensiniz siz ?
- Kurtköy’den. Şeyhli’den bir ötede.
- Peki, paranız var mı ? Babam, elindeki para sarılı mendili cebinden çıkarıp uzatırken, ben konuşmaya devam ettim.
- Evet var : müzeyyen yengem borç verdi bana. Tam iki bin lira. Adamların gülümsemesi oldukça artmaya başladı.
- Evet ; iki bin lira peşinatla, tamamı dokuz bin lira.
- Biliyorum ; muhtar da öyle almış. Buraya kadar her şey yolunda gibi. Biraz sonra sinema makinesi sahibi olacağım gibi gelmeye başladı ve heyecanım da doruk noktasına çıktı. Ta ki, o soru gelinceye kadar :
- Peki, kefiliniz var mı ? Anlayamadık. Sormak zorunda kaldık .
- Ne kefili ?
- İki bin lira peşinat alınca, yedi bin lira borçlanacaksınız. Bunlar için beş yüzer liralık, on dört tane senet yapacağız size.
O senetlere kefil lâzım. Muhtara da ortağı Özcan öğretmen kefil olmuştu. Babam , benden daha kolay anladı ve karamsarlaştı hemen.
- Bilseydik İbrahim ağayı getirirdik ; haydi gidelim, deyip ayağa kalktı. Ben kalkmadım. Düşünmeye başladım. Sinema makinesi sahibi olmak, benim sefaletten kurtuluş çaremdi o an. Bu kadar kolay pes edemezdim. Aklıma ilk geleni söylemeye karar verdim :
- Kefilimiz var bizim. Hem de iki kişi birden ! En çok babam şaşırdı. Ben devam ettim :
- Ümit ve Remzi Etker ! İkisi de Merkez Bankası’nda çalışıyorlar. Babamın da kafasına yatmıştı. Olmaz demedi, itiraz etmedi.
- Onlar size kefil olur mu ? diye sordu bu defa adamlar ikisi birden.
- Tabi olurlar , dedim ısrarla. Mukaddes ablam onların annelerinin evlâtlığı. Bizi tanırlar, severler, elbette kefil olurlar.
Ayaktaki adam üst kata çıkıp, biraz sonra döndü. Sonra bizi beraberinde üst kattaki müdürün yanına götürdü. Masada ; Uçkun Ertenü yazıyordu. Şöyle bir yukarıdan aşağı süzdü bizi.
- Siz Mukaddes’in kardeşi ve babası mısınız ? diye sorduktan sonra ;
- Aşağıdan alacağınız senetleri, götürüp imzalatın ; sizi bekliyorlar. Çalıştıkları bankanın yerini biliyor musunuz ? dediğinde ben yine atıldım:
- Biliyorum ben. Buraya gelirken bankanın önünden geçiyoruz zaten, deyip yine hızla aşağıya indim. Babama beklemesini söyleyip, senetleri kaptım ve dolmuş durağına koştum. Bankalardaki dolmuş durağının karşısında, gözüme çarpardı her zaman Merkez Bankası yazısı. Dolmuştan iner inmez kapıya varınca , güvenlik memuru ,
- Buyur oğlum, ne istiyorsun ? diye sorunca ;
- Ümit Teyze ile Remzi enişte beni bekliyorlar. Onları göreceğim.
- Hangi Ümit, hangi Remzi ?
- Ümit Etker, Remzi Etker ! Burada çalışıyorlar ,dedim. Fakat, adam benim ısrarıma rağmen orada çalışmadıklarına beni inandırdı.
- Unkapanı şubesinde olmasınlar ? Bir de oraya bak istersen ! deyince, yol tarifini alıp, dolmuş falan sormadan koşmaya başladım. Galata Köprüsü’nü hızla, koşarak geçtim. Bu defa doğru gelmiştim. Merkez Bankası’nın Unkapanı şubesi de varmış ve bizimkiler orada çalışıyorlarmış. Kapıdaki görevli tembih edilmiş gibi beni, Remzi beyin yanına kadar götürdü ve Remzi bey sessiz olmamı ısrarla tembih ederek elimdeki senetleri alıp imzalayıp geri verdi.
- Haydi bakalım, hayırlı olsun, deyip gönderdi. Ben yine hızla, koşarak, Bankalar caddesindeki dolmuş durağına varıp, dolmuşa bindim.
Müdür Uçkun Ertenü, sonradan öğrendiğime göre, Remzi beyin yeğeni imiş. Telefon edip bizden söz edince Remzi bey ; tereddütsüz kabul edip, bizi kendisine göndermelerini söylemiş.
Heyecanla, sevinçle imzalı senetleri oradaki adama teslim ettim. Babam da mendile sarılı iki bin lirayı çıkarıp verdi. Saydılar ve bu para da tamam çıktı. Her şey tamamdı. Makine sahibi oluyordum artık. Önce orada kurulu olan aynı marka bir makinenin üzerinde bana öğretmek istediler.
- Gerek yok, ben biliyorum zaten, deyip yeniden güldürdüm adamları.
- Git de bizim oradan film versinler sana , deyince masa başındaki adam,
- Sizinkiler depozito isterler, biz veremeyiz. Başkasından alalım , dedim.
- Senden depozito almazlar merak etme; sen git al, deyip film kiralama yerlerine gönderdi ısrarla. Film kiralama yeri bir kaç metre ileride, caddeye doğru, ikinci kattaydı. Oradaki Karadeniz’li Mustafa Erdem bey, bana ısrarla, yabancı bir film tavsiye etti. Ben, her ne kadar itiraz etsem de, bizim köylerde yabancı filmlerin sevilmediğini söylesem de, beni razı edip John Wayne’nın Kahraman Süvariler adlı filmini verdi. Ben de daha fazla itiraz etmedim. Yalnız, Muhtarla aynı köylere gitmemem gerekiyordu. Kurtköy ve yukarısı bana ait olacaktı. Razı oldum ben de.
Hopörlör, Mekanik kısım, anfi ve trafo olmak üzere dört parça idi makinem. Taşımak hiç de kolay değildi. Zorlandık babamla birlikte ama, dolmuşa vardık. Dolmuştan inip, alt geçitten yürüyerek iskeleye varmak oldukça yordu bizi. Ne var ki mutluyduk. Tatlı yorgunluk oldu bizimki. Vapur, tren, köy minibüsü derken, akşam olmadan Kurtköy’e vardık Aylardan Mayıs olmuştu. Kahvenin önüne kurdum makineyi. Afişi cama astım. Kahvemizin arkasına, o yıllarda yapılmış Abdullah ağabeyin kahvesinin duvarına yansıtacaktım filmi. Henüz beyaz perdemiz yoktu. Makineyle birlikte verilen mikrofonu takıp, başladım anons yapmaya :
- Dikkat , dikkat ! Bu akşam sinemamızda Şahane bir Amerikan kovboy filmi : Kahraman süvariler, Kahraman Süvariler. Baş rolde John Wayne !
- Dikkat ,dikkat ! Bu akşam sinemamız herkese bedavadır. Bu akşam sinemamız herkese bedavadır !
Fikret TEZEL
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.