Resmen Kuyruğumu Şeylerimin Arasına Aldım Ve Gittim
Yıllardır kankalardı. Ama aylardır yüz yüze görüşme fırsatı bulamamışlardı. Evet, nihayet, mesai sonrası buluşmaya karar verdiler.
Tekdüze hayatları, monotonlaşan görevleri çok yormuştu onları. Ne uzuyor ne de tümüyle kısalıyorlardı. Bunu sık sık telefonda Didi’nin annesi söylüyordu yakınınca. Kadın, en çok da kendi kendine sinirlenince söylüyordu bu sözleri. Dün de telefonda; ”ah, kızım; o şehrin enerjisi telef edecek sizi!”, demişti annesi. Gel, kızım, bırak gel! Demişti. İşte, bu sözler Didi’yi içten içe kemirip duruyordu. Öyle şaşkındıki…
Yıllardır tutunmak için didinip duruyorlar bu kızlar. (Kızlar dediğime bakmayın, ellisine merdiven dayamış koca koca kadınlar.). İçlerini bi güzel dökmeye ihtiyaçları olmaz mıydı, keşmekeşin içinde kaybolmuşken böyle... Kent hayatı, ah... üstelik kadın olarak, üstelik böyle bir toplumda… Kolay olur mu ayaklarının üstüne durabilmek? Hele hele ortalık aç kurtlarla dolmuşken ve kuşlar dahi havada uçmaya korkuyorken bu denli...
Evet, sonunda meydandaki çiçekşinin önünde buluştu bizimkiler. Fazla zaman kaybetmemek için yakındaki bir kafeye girderler. Rahat konuşup dertleşmek için en köşedeki yuvarlak masayı tercih ettiler. Çantalarını, mantolarını boş olan sandalyenin üstüne istiflerlerken, gözleri salonu dolaşıyordu ikisinin. Tanıdık birilerinin olmasını istemedikleri anlaşılıyordu. Oysa kafenin içerisi fazlasıyla sakindi bu kırkikindi vakti. Neden acaba? İnsanların kafeye gidecek parası olmamasından mıydı? Neden sadece bir kaç orta yaşlı oturmuş çayını, kahvesini yudumluyor ve kitabını okuyordu?
Yalnız oturan yaşlı adamlardan biri, elindeki telefonuna odaklanmıştı. Masanın üzerindeki pastasına dokunma fırsatı bulamamıştı hala. Etrafını gözlemlemeyi huy edinen Mine’nin gözünden kaçmadı bu, ama bir yorumda da bulunmadı.
- Gel kız! valla epey oldu böyle rahat rahat bir yere gidip senle şey yapmayalı. Öyle çok ihtiyacım varki, dedi, gözleri gülen Didi.
Hala etrafı kolaçan eden Mine, Didi’ye bakmadan: "kız, niye ne oldu da bunca dertlendin? Çatlatma da anlat bakalım!" dedi, Bir yandan da sulanan burnunu silmeye çalışıyordu ha bire. Siparişleri de masaya geldı nihayet:
- Aman... nesini anlatayım; sanki şey mi bıraktılar insan da? Ya, şey... bu işten bıktım, Minoşum.. Artık yapamıycam. Çok şey oldum. Bunaldım. Düşünmem lazım... Beni geliştirmiyor bu iş. Şefime şey diycem bu sefer. Diycem şey; ben artık yapamıyom...
Ağzı açık aval aval Didi’nin mimiklerini izleyen Mine, şaşkınlığını gizleyemidi. Etrafına yeniden göz attı. Az yan tarafta oturan yaşlı adam hala telefonuyla uğraşıyordu. Mine onun bir ispiyon olabileceğini geçirdi aklından. Kıvılcım gibi bir düşünceydi bu. İçi ürperdi. "Dünya öyle kötü bir haldeki, ahhh!" Ama adamın, konuşmalarını duyamayacağından emin oldu yine de. "Bunak, yaşlı, zavallı bir adam. Kulakları da iyi duymuyordur kesin!" diyerek. Çayından bir yudum aldı ve daha da sokuldu Didi’ye:
- Kız ben anlamıştım, sende bir garip haller olduğunu. Sen şey misin? Aşık mısın yoksa? Telefonda da "şey şey!" diye beni atlatmandan anladım bir şeyler olduğunu, ama... Şimdi... bana her şeyi anlatmadan eve göndermem seni, anladın mı kuzucum? İnsanlar doluşmadan, hadi anlat bakalım!
Derin bir iç çektikten sonra, masaya bi güzel abandı Didi. Tik edinmiş gibi eli çenesinde dolaşıp duruyordu:
- Ya, ne aşkı, Allah aşkına sen de... Aşık olacak halim mi kaldı benim? Ah... Ne bilim... Öylesine... Kafam çok karışık, öyle bunalmışım ki bu son zamanlarda. Her şeyin içine edip, çekip gidesim var buralardan... Ama işte... dediği gibi yapamıyor insan... biliyorsun işte, dedi yeniden derin iç çekti.
Tahammülsüz Mine, onun sözünü kesiverdi hemencecik:
- Eeee... De hadi! Çıkar baklayı ağzında bakalım! Hadi hadi! Geveleyip durma artık, (arkasından da bir kahkaha patlatıverdi).
Zaten çekincesi olan Didi, onun bu ironik ve ciddiyetsiz tutumu karşısında daha da bocaladı. Neyi nasıl anlatacağını tümden bilemedi. Oturduğu yerde huzursuzca kıvranmaya başladı. Dudaklarını ısırmaya, tırnaklamaya başladı. Stresliydi. Kovalanıyormuş gibi etrafına bakıp durdu. Bir kaç kez "boş ver! Boş ver gitsin!" diye mırıldandı istemsiz. Ama Mine’nin o ısrarcı ve baskıcı tavırları karşısında konuşmaya çalıştı yine de:
- Ya şey... ben geçenlerde şey yaptım (derin iç çekti üst üste. Yüzünü kapatan kumral saçlarını kulağının arkasına yerleştirdi). Ben... şefime gittim. Dedim ki; "ben artık şey yapamıyorum. İstifa ediyorum" dedim. Gerisin de getiremedim. Paniklendim nedense. Ama... o şey yapmadı. Oralı olmadı yani! Bana öylece baktı baktı, sonra da... "Şey yapmak kolay değil öyle! İyi düşündün mü?", dedi. Sinirlendi. Sesini yükseltti: "Şimdi derhal git, işinin başına git!", dedi. "Burası dingonun ahırı mı?" dedi. "Bir daha da duymayayım!", dedi. Ne biliyim... ”Babanın hatırı var!", dedi. Ben de ağlamaklı oldum. Resmen kuyruğum şeylerimin arasına aldım ve gittim... Masamın başına döndüm. Halbuki, söyleyecek çok şeyim vardı, ama... dinleyenim yoktu. Fırsat verilmedi daha doğrusu. Sanki onun karşısında bir köle varmış gibi, şey yaptı beni... Resmen azarladı, "Kapı orda, git!" dedi. Düşünebiliyor musun? Resmen gittim... Ah, utanç içindeydim Minoş, utanç...
Oturduğu yerinde sabırsızlıktan "hı hı hım!" diyerek fokurdayan Mine daha fazla tutamadı kendini:
- Kız, sen ne diyosun? Ay, sana inanmıyorum yaaa! Kuzum sen aklını peynir ekmekle mi yedin? Bunca kaos, ekonomik kriz varken, millet açlıktan bedenini satıyoken, aile fertleri birbirini öldürüyoken, intiharlar eşiğimize kadar uzamışken... Sen manyak mısın ya? İşten çıkmak da ne demek? Sen... o yaşta ananın yanına mı taşınacan yoksa, hı? Genç köylü kızları gibi zengin, soylu bi kısmet mi bekleyecen? Beyaz atlı prensler mi var sanıyorsun yoksa? Kız güldürme beni, n’olur, güldürme! Bu yaşın başınla... zavallı ananın emekli maaşına mı ortak olacan ömrün boyunca? Ay, inanmıyorum sana, Dido... İnanmıyorum duyduklarıma!
Mine’nin eşeğinkileri andıran siyah gözleri büsbütün büyümüştü yuvasında. Didi onlara bakmaya cesaret edemiyordu, çünkü gerçekten kıvılcım da saçıyırlardı. Oysa o, sadece yara bere içinde olan alt dudağını ısırmakla, tırmaklayıp kanatmakla meşguldü. Bir distopyanın rahmine düşmüştü sanki. Hiç farkında olmadan kanayan dudağını emip mincıklamaya yeniden başlıyordu. Bu sahneye dayanamayan Mine, onun dudağındaki eline iğrenç bir sineğe şaplakla vurur gibi eliyel vurdu birden: "Kız çek elini o pis dudağından! Ben senin şefinin yerinde olsam var ya... Sana zırnık maaş vermem... Demek ki sen gece gündüz böyle dudaklarını ısırıp kanatıyosun, öyle mi? Kız sana çor mu sokmuş? Bu ne hal? Var ya... Seni Gazze’ye göndermek lazım ki, anlayasın zorluğu", dedi ve yüksek sesle "ah, ahhh! dedi ardından.
Elinin acısından afalayan Didi, etrafına baktı mütemadiyen. Utanmıştı. Hem de çok utanmıştı. Yüzü kızardı birden. Kaşları düştü. Geriye yaslandı ve sustu. Mine’nin bu davranışını tasvip etmek mümkün değildi çünkü. Didi’nin annesi bile yapmazdı böyle bir şey. "Bu ne ya? Ben deprasyon geçirirken... Bu kendini ne sanıyo?", diye geçirdi içinden, ama susmaya devam etti. Korkudan değil, şaşkınlıktan en çok!
Etrafta kimsenin tepki göstermediğini farkedince, fısıldar gibi:
- Minoşum, bak! Ben şey değilim... (Yutkundu. Boğazına kılçık takılmış gibi zorlandı.) Sen haklı olabilirsin, ama bana şey davranamazsın bu ortalık yerde, anladın mı? Bana ilişme. Rica ediyorum, bir daha bana ilişme, okey mi? Dudak benim dudağım, sana ne oluyor? Sen… şey ol sen! Aman süsün bozulmasın sakın! Tüketim toplumunun kurbanlarından biri olmaya devam et sen, e mi? Senin şeylerinin muazzam dolgunlukta olması yeter! Hem ben sana hiç müdahale ediyomuyum çocuk gibi? Zaten... uzun zamandır yanıltıp duruyorsun beni. Eski şeyin yok! Sen bir başka, şey havalardasın... Komplekslisin! Küçük burjuva özentisi mi ne bu sendeki... Artık nasıl olduysa... Neyse… Ben... ben en iyisi gideyim. Sen de şeylerini istediğin kadar şey yaparsın artık... Madem benim şeylerimi dinlemeye sabrın yok...
Kalktı yerinden Didi. Ağlamamak için zor tutuyordu kendini. Halbuki çayı henüz yarılanmamıştı. Isırıp parmakladığı yaralı dudağı hala kanıyordu. Mine hiçbir şey demiyor, sadece onu izliyordu. Şokta mıydı, utanç mı duymuştu yoksa; o da belli değildi!
Apar topar eşyalarını kolunun altına yerleştirdi Didi: " Okey! Şey... Hoşça kal, canım!" dedi.
Mine, taş kesilen mimikleriyle, arkasından bakakaldı. "Ben... ben senin şeylerinin içine edeyim, e mi?" dedi Gözleri yaşla dolmuştu. Arkadaşı için mi, yoksa... kendi için miydi o yaşlar..?
Yaşlı adam, hala dünyadan bihaberdi. Hala başı telefonunun içine gömülüydü...
"Şu halimize bak! Allah şu halimizi bişey yapsaydı ya...!"
H. Korkmaz, Feb. 2024 Sthlm
YORUMLAR
Tüya
Hem belki de kovalanmışlardır çoktan.. :)
Sağ olun, var olun, Şair.
Daim saygım ile.
Çok gerçek, çok beğendim.
Bizim İngilizce hocamız vardı o da hep şeyli konuşurdu. Çözmeye çalışmaktan yorulurduk.
Şeyler şey oldu diye şeyleri şey etmeyin, diye meşhur cümlesi vardı.
Didi sorunu çözecek mi?
Bekliyorum
Selamlar
Tüya
Didi sorunu çözeceğe benzemiyor, en azından şimdilik...
Çok teşekkür ederim katkınıza, sevgili sine.
Selam, sevgi ile.
Tüya
Çok teşekkür ederim içtenliğine, hissiyatına canım.
Sevgilerde kalasın.