- 177 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
İKİNCİ ÖĞRETMEN ANNEM
Orta kısımlar, yani biz, öğleden sonra 13’te derse giriyorduk ama, Kurtköy’den her saatte araç olmadığı için, on bir minibüsü ile gelmek zorundaydık, Ben doğruca kanaat Lokantası’na gidip öğle yemeğimi yiyordum. Bir gün kuru fasulye, bir gün nohut olarak sıraya koymuştum. Hesap, her gün 150 kuruştu. Benimle lokantaya birlikte gelen hiç bir arkadaşım yoktu. Yemeğimi yer yemez doğruca okulun yolunu tutuyordum.
Okul bahçesinde, bir kaç defa ağabeyime de rastladım. O, liseye başlamıştı. Mutlaka annemi görmeye gitmem için ısrar ediyordu. Ben asla istemedim. Sonraları ağabeyime de görünmemeye çalıştım. Beni babama bağışlamamış, zorunlu olarak vermemiş, basbayağı kovmuştu. Tavır alıyordum ona. Beni istemeyen biri, annem de olsa, ben de onu istemezdim.
Yaradılışa ve bu yaradılışın iyilik, doğruluk ve güzellik amaçlı olduğuna yürekten inanırım. Bu yüzden de, özellikle benim gibilerin Yaradan tarafından daima kollandığına inanırım. ’’ Öyleyse nedendir senin çektiklerin ? ’’ diye sorarsanız ; ben yine iyiye yorar, benim lehime bir sebebi vardır derim. İlhan öğretmene rastlamam, Ahmet Erişen gibi efsane bir eğitimcinin zamanında Pendik Lisesi’ne gelmem ve derslerime gelen her öğretmenin de benim için bir şans olduğunu görmem, benim inancımı destekliyordu.
Fen hocamız Fatma Tunçay, Türkçe hocamız Nurdan Erbay, İngilizce hocamız Esin hanım tam birer anne gibiydiler. Müdürümüz Ahmet Erişen hoca da Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi dersimize girmeye başlayınca ; her şey lehime gitmişti.
Sınıf öğretmenimiz , Tabiat Bilgisi hocamız Behice Yalkın hanım : Kısa boylu, zayıf, kısa saçlı, gözlüklü, sert mizaçlı, disiplinliydi. Kapıdan girdiği andan itibaren, sınıfta çık çıkmaz, adeta herkes titremeye başlar gibiydi. Oysa, kimseyi doğru dürüst azarladığına da, şiddet uyguladığına da tanık olmadım. Gözlüğünün üzerinden bir bakışı vardı ki ; o bakış her şeye yetiyordu. Tabi, herkes gibi ben de aynı duyguları yaşıyordum onunla ilgili.
İlk okul son sınıftaki parlak günlerim burada da devam etmeye başladı. Ben yine her derste, her soruda parmak kaldırıyordum. En çalışkan görünümlü öğrenci Seher Kâhyaoğlu idi. Peşinden ben gelmeye başladım. Benden sonra, Seher ve benimle yarış halinde olan Mahinur Uslu vardı. Sıra arkadaşım Ali’nin de hakkını yememem gerekiyor ; o da benden aşağı değildi. Özellikle İngilizce ve Matematik derslerinde çok göze batmaya başladım. İngilizceyi öyle çok sevmiş olacağım ki ; ilk sözlüde tam not, 10 aldım ve sevincimden çıldırdım.
Behice hanımın ilk yazılı sınavı geldi çattı. Oldukça çok çalıştım, iyi hazırlandım. Sorular öylesine kolay gelmeye başladı ki ; kendimden şüphe etmeye başladım. Bu kadar korktuğumuz bir hocanın ve yine herkesin çok zorlandığı bir dersin sınav soruları bu kadar kolay olamazdı. Sınavımın iyi geçtiğine kendimi bile inandıramadım ve iyi bir not alacağıma emin olamadan sınav notlarının okunacağı günü merakla beklemeye başladım. Soranlara, iyi geçtiğini bile söyleyemedim.
En arka sırada, sınıf başkanımız Gülten ablanın yanına oturup not defterini açtı Behice hanım. Hatırladığım ilk numara 90, Cesur adında bir öğrenciydi. Bu arada aklıma gelmişken ; Çarşı hamamı sahibinin kızı Dursune Balcı da bizim sınıftaydı. Ondan başka iki yıllıklardan Halûk, İlhan, Ali, Seher, Mahinur, Halis Ünal, Gülten Ün aklıma gelen isimler. Behice hanım, toto oynar gibi, 1,2,1,2 çok az da 3 diye saymaya başladı notları. Mahinur’un numarası beş yüzlerde, Seher’inki dokuz yüzlerde, benimki ise 2153’tü. Sanırım ilk 5’i Mahinur almıştı. Seher 7 ya da 8 olacak. Sıra bana gelinceye kadar, endişem ve umutsuzluğum devam etti. Çünkü hoca, aynı hızla toto oynamaya devam ediyordu.
- 2153 Fikret Tezel ! Oturduğum sırada ayağa kalkıp hocama doğru döndüm. En önde ve kısa boylu olduğum için beni görememiş olacak ki tekrar etti.
- 2153 Fikret Tezel ! Bende çıt yok. Sesim çıkmadığı gibi, korkudan da titriyordum. Bir kaç defa daha adımda ısrar edip benden ses çıkmayınca, Gülten abla müdahale edip beni gösterdi.
- Çık bakalım şöyle meydana ! Boyunu posunu bir görelim ! dediğinde kalbim duracak kadar korku ve heyecanla , onun görebileceği bir şekilde sıranın dışına çıktım. Başım önden kalkmıyor. Çok önemli bir suçun sahibi gibi ürkek, yargıcımın karşısında verilecek cezamı bekler gibiyim. Nasıl ağlamadım, şu anda hayretle hatırlıyorum.
Tepeden tırnağa uzun uzun süzdü beni önce. Tüm bu bekleyiş, suçumun önemini ve alacağım cezanın büyüklüğünü anlatır gibiydi.
- Vay, vaaay, vaaaay ! Sen boyundan büyük numara almışsın ; 8 ! Duymadım ve anlamadım. Halâ başım önde bekliyorum. Sınıfta, şaşkınlık sesleri havalarda uçuşmaya başladı. Girdiğim şoktan, sıra arkadaşım Ali uyandırdı. İnanmakta zorlandım ama anlayınca da sevinçten gözlerimin yaşardığını hatırlıyorum.
Zil çalıp herkes teneffüse koşmaya başladığında ;
- Sen biraz bekle bakalım ! diye seslendi bana. Yine merak etmeye, hatta endişelenmeye bile başladım. Yoksa, kopya çektiğimden mi kuşkulanmıştı ? Sorguya mı çekecekti beni ?
Orta sıralardan birinde oturup yanına çağırdı. Elini omzuma koyup sormaya başladı :
- Anlat bakalım ; kimsin sen, neyin nesisin ? Tüm bu hali bile yumuşak değildi aslında. Bende bir cevher görmüştü. Üstümün, başımın, başımı zor taşıyan boynumun, zayıflığımın, düşkünlüğümün de farkına varmıştı. Tüm idealist öğretmenler gibi, kendine düşeni yapmak istiyordu aslında. Mesleğini idealleri uğruna yapan tüm insanlar da böyledir bence. Anlattım ben de her şeyimi. Annemle babamın ayrı olduğunu, annemin beni babamın yanına gönderdiğini, babamla birlikte kahvede yaşadığımızı... aklıma ne geldiyse dökülüverdim işte.
Ansızın iki eliyle birden sarıldı. Gözlerinden akan bir iki damlanın yüzümü ıslattığını hissettim o an. Uzun süre bırakmadı, sarıldı. Herkesin korktuğu, titrediği o insan, bana o anda öyle bir şefkat gösteriyordu ki ; insanın ancak, kendisini çok seven öz annesi bu şefkati gösterebilirdi . O da öyle yaptı zaten. Beni , o andan itibaren öz yavrusu olarak kabul ettiğini bana da ilân etti :
- Bundan sonra kimseye, benim annem yok demeyeceksin ! Ben Behice hanımın oğluyum diyeceksin ; tamam mı ! derken bir elini benden ayırmış, parmağını sallayarak anneliğini ilân ediyor ve bunu kabul etmem, iyi anlamam için beni uyarıyordu. O günden sonra adım ’’ Behice hanımın Fikret’i ’’ oluverdi.
Ertesi gün okul idaresine çağırıldım. Vücut ölçülerim alındı. Behice hanım bana hediye ingilizce kitapları, defter ve kalemler getirdi. İlk bayramda takım elbisem, kumaş paltom ve hayatımda ilk defa sahip olduğum tabanı kauçuk ayakkabılarım yetişti. Ne kadar mutlu olduğumu sanırım anlayabiliyorsunuz. O bayramda Kurtköy’deki bayram yerini defalarca turlamakla kalmayıp, amcamın ve dedemin yaşadığı Mollafenari köyüne ve halamın yaşadığı Cuma köye kadar gidip onlarla da görüştüm. Aslında bütün dünyayı gezip kıyafetlerimi göstermek, mutluluğumu ilân etmek istiyordum.
İşte beni böylesine mutlu eden , o idealist öğretmen, o sevecen, şefkatli insan, Behice Yalkın hocama da, tıpkı daha önceki, ilk okul öğretmenim İlhan öğretmenime dediğim gibi ’’ ÖĞRETMEN ANNEM ’’ demeyeceğim de ne diyeceğim ben !
Fikret TEZEL
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.