- 291 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Müzmin Susuzluk
“Müzmin Susuzluk” Bağlamında Bursa
"Müzmin Susuzluk" Yazar Halil Ziya Doğruöz’ün, Ötüken Neşriyat etiketiyle 2023 yılında okurlarıyla buluşturduğu ilk uzun hikâye kitabıdır. Ahmet Hamdi Tanpınar Edebiyat Ödülünü, 2020 yılında almış bir eser. Yetmiş iki sayfa ile sadece bir uzun hikâyeden oluşmaktadır. Kitap, Abdülhak Hâmid’in “Ben gam yiyorum, beni yiyor gam/ Yâ Rab, ne garîp mâidem var” beyitiyle, sözüyle girizgâh yapılıyor.
Hikâye, Bursa’da geçmektedir. Bursa’nın Muradiye, Hisar’ında eski Bursa evlerinin inci bir gerdanlık gibi sıralandığı dar sokağında bulunan Vahdet Apartmanında geçmektedir. Çok geride olmayan, günümüze yakın bir zaman diliminde, hikâye başkahramanının çocukluğu, gençliği konu edinmektedir. Bu çerçevede mahalle, şehir ve aile kültürünün işlendiği, gerçek bir yaşanmışlık olduğu izlenimi vermektedir. Veya gerçeğe yakın bir hikâye olduğunu söyleyebiliriz. Daha çok sahici karakterlerle çevrelenmiş bir insan hikâyesi desek de yeridir. Bunu en iyi yazar ve yakınları bilecektir muhakkak ama benim izlenimim bu yönde. Başka bir ifadeyle hikâye başkahramanı bir fiil yazarın kendisi olabilir veya tanıdığı bir yakını üzerinden anlatımlar kurgulanmış olabilir.
Bursa şehir belleğini oluşturan birçok yere ve mekâna da yer verilir. Özellikle eski Bursa’nın periferisindeki semtleri, mahalleleri ve birçok mekân buna dâhildir. "Yeşil Mahalle, Yeşil Cami, Yeşil İmareti, Namazgâh, Emirsultan, Setbaşı, Heykel, Maksem, Şehreküstü, Altıparmak, Çekirge, Tophane, Muradiye, Alacahırka, Irgandı Çarşısı, Kayhan, Uzun Çarşı, Tuz Pazarı, Tahtakale, Çelebihan Konağı, Pınarbaşı Mezarlığı, Uludağ, Kirazlıyayla, Bat Pazarı, Kafkas Pastanesi, Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu, Necati Bey Kız Enstitüsü, Burç ve Yazıcıoğlu Sinemaları, Sönmez İş Sarayı, Arap Şükrü Sokağı, Balıkçı Reşat’ın Meyhanesi" gibi birçoğunu sıralayabiliriz. Bursa’nın meşhurlarından “İskender, şeftali, kestane şekeri, evliyası, türbeleri, kaplıcaları, dağı, hanları, hamamları, havlusu, dokuması, ipeği, tahanlı pidesi, çantığı, sıcak esen lodosu” gibi birçoğuyla bu muhteviyatı genişletebiliriz. Bursa tarihinde Muradiye Türbesiyle alakalı şunlar söylenir; “…Muhteşem Yüzyıl dizisi ile Mustafa’nın hikâyesini öğrendi insanlar. Ama Cem Sultan ve burada yatan daha nice mağlubun hikâyesini bilmezler halen. Bir mağluplar kabristanıdır Muradiye Türbesi. Tanpınar’ın “sabrın acı meyvesi” Yakup Kadri’nin “dakikalara dur diyebileceğimiz yer burasıdır” dediği yerdir…” (s. 56) Gibi.
Yazar, anlatımında dün ile bu günün lisanını harmanladığını görmekteyiz. Kullanılan kelimelerin bir kısmına bakacak olursak bu birlikteliği görebiliriz. “mâide, replik, vermilyon, josefin, kompliman, demagoji, mürekkep, metazori, anksiyete, klostrofobi, tefarik, dürzü, rijit, mütemadi, zargana, marküteri, kıvana, jenerik, mendebur, motto, gudubet, matah, maaile, istavroz, müzmin, radde, letarjik” gibi birbirinden farklı birçok kelimeyi sıralayabiliriz. Yer yer benzetmelere de yer verilir. Mesela “…Rahmetlinin tokadı çarşı çeşmesi gibiydi. Herkesler nasiplenmiştir” (s. 20) Örneğinde olduğu gibi gürül gürül akan Çarşı Çeşmesi ile bir insanın celallenmesi ve herkesin kullanıyor olması benzetilmektedir.
Anlatım dilinin bir kısmını Bursa bağlamında değerlendirebiliriz. Bursa’ya ait bazı söylencelere de yer verilir. Mesela 99 depreminde Emir Sultan Hazretleri’nin sandukasını kaldırıp kabrinden çıktığını ve Emir Sultan Camii’nin şadırvanında abdest alıp Bursa’nın yıkılmaması için dua ettiğini gören bir zattan bahsedilir. Bursa’nın dokusunda sadece Müslümanlar yoktur elbette. Bursa, tarihten gelen özelliğiyle çok etnisiteli ve çok kültürlü şehirlerimizden birisidir. “Bütün büyük medeniyetler, büyük göçler sonrası doğmuştur” diyen İbn-i Haldun’u haklı çıkaracak şekilde bir kültür birikimine sahiptir. Kadim şehir, kültür şehri, adına türküler yakılmış şehir gibi birçok olgunun içerisini dolduran şehirlerimizden biri olduğunu söylesek abartmış olmayız. Her ne kadar Bursa tarihiyle, muhafazakâr dokusuyla daha önde gibi gözükse de özellikle eski Bursa’da Rum’uyla, Ermeni’siyle hatta Yahudi’siyle paylaşılan ortak hayatlar vardı. Bursalı olup da farklı etnisiteli ve farklı inanışlı Ermeni kökenli Anuş ile Rum kökenli Deka’yı hikâye kahramanlarından birer örnek olarak görebiliriz. Hikâye başkahramanının çocukluğunda maç sonlarında istavrozlu gol sevinci ve bu duruma annesinin gösterdiği tepki gibi derinlemesine bir anlatım okuru karşılamaktadır.
Bursa’nın yaşayan kültüründen olan Yeşil’in kedileri, komşulara lokma dağıtımı, Bursa’nın ortak noktası olan meşhur yokuşları, güzel konuşan ve muhitinin adamı olan kibar insanları, güzel giyinmenin adabımuaşeretin bir parçası olduğu kabulü gibi birçok güzelliği sıralayabiliriz. “Kedi enciğini kaybetse bulamaz” (s. 63) Sözü bir Bursa söyleyişi olsa gerek. Bursa’nın o meşhur soğuğu da anlatımlarda yerini almaktadır. “Martın onundan şubatın sonundan kork” Bursa’ya özgü bir atasözü olduğundan bahsedilir. Kışın kat kat lahana gibi giyinen insanlar bu soğuğa atfedilen en önemli bir söz olduğunu söyleyebiliriz. Bu arada Bursa’nın içliklerinin de meşhur olduğunu söyleyebiliriz. Kırçıllı kedi, tekir kedi gibi kedi türlerine değini, köpek tenyası, köpek kist aşısı gibi konularla Bursa’da yaşayan sokak hayvanlarına yönelik değinilerinde olduğunu görmekteyiz. Fesleğen, nane kokuları, cumbalı evler, Arnavut kaldırımları gibi birçok güzelliklerle bu listeyi pekâlâ çoğaltabiliriz.
Bunlardan daha da önemlisi; hikâyenin Bursa anlatımımın, vurgusunun ehemmiyetine dikkat çekebiliriz. Bursa ile alakalı; “Bursa’da su, çeşmeden içilir” slogan sözü dikkat çekicidir ve bu su konusu üzerinde bolca durulmaktadır. Evliya Çelebi’nin Uludağ’ın suyunu âbıhayata benzetmesi bunlardan sadece birisidir. Konuşmalarda geçen “efendime söyleyeyim” mottosuyla, giriş cümlesiyle başlama ve tekrar tekrar hikâyenin bölümlerinde işlenmesi ayrı bir dikkat celp etmektedir. Bursa’nın dünüyle maruf, yolu bir şekilde Bursa’dan geçmiş tanınmış veya tanınmamış birçok isimle de karşılaşmaktayız. “Siyami Ersek, Doktor Ramiz, Hafız Mustafa Amca, Gülgün Hanım, Süheyla Teyze, Müteahhit Vahdet Bey, Arap Şükrü, Balıkçı Reşat, Anuş ve Deka Teyze, Mimar Emin Onat, Meşhur Pir Kurukahvecisi, Rezzan, Cihangir, Kalfa Tuncay” gibi isimleri ilk aklıma gelenler olarak sıralayabilirim.
Bursa bağlamında yitirilen kimi değerler de anlatımlara dâhil edilir. Eski Bursa’dan gelen bir gelenekte, hastaların, yaşlıların kucağında yetimleriyle kalanların yakacakları taşınmadan kimse kendi odunlarına, kömürlerine el sürmezmiş mesela. Ama şimdilerde amiyane tabirle kim kime dum duma, nerede eski Bursa diyesi geliyor insanın maalesef. Ek olarak, hikâyede sadece başkahraman konuşur. Aynı zamanda anlatıcıda olan başkahraman, diğer karakterleri sadece anlatır, konuşturmaz.
Anlatımda kısa etkili cümlelerle yol alındığını görmekteyiz. Merak duygusunu fazla törpülememe adına hikâye içeriğine en azından konu ve karakterler boyutuyla girmemeye çalıştım. Konu muhteviyatının biraz mütebessim-umutvar biraz da hüzünlü olduğunu söyleyebilirim en azından. Hikâyede yer alan karakterlerin daha çok şehircilik bilincine erişmiş kişiliklerden belirlenmiş olduğunu söyleyebiliriz. “İnsanın en büyük erdemi şehir kurmaktır” diyen Platon’dan bu tarafa bu erdemi besleyen şehirli, şehir yerlisi, şehir müdavimi olmaya devam edecektir. Her yeni gelen şehirliyle beraber yeni nevrestelerin şehre katacağı yeni yeni değerler de olacaktır muhakkak. Bursa, her türden olumlamalara karşılık son zamanlarda metropolleşen şehirlerden, köyleşmeye yüz tutmuş şehirlerden nasibini de almış gözüküyor maalesef. Olumlu ve olumsuz her cihete rağmen, kalemin kasılmadığı bu samimi anlatımda müzmin şehir susuzluğunu giderecek hoş bir hikâye okudum diyebilirim. Tavsiye ederim. İyi okumalar.
İlkay Coşkun
13.02.2024
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.