İki sarı çay tabağı
Esir bir zamandayım, bir nefeslik anda-
Gözlerimin sis perdesini sökmek asıl amacım, çünkü özledikçe yüzünün yansısını aradığım,
eli öpülesi bir kadın var orada.
Yağmurlar tütüyor beyaz örtülü şehrin kulesinde, uzaklıkları seyretmek oldu son günlerde tek mekanım. Boynum bükük duruyorum, baktığım her resminde. Bir şeyler niyet edip sonra vazgeçiyorum. Olmayacak biliyorum.Yalnızlığın buğulu gecesinde siyah beyaz afişlere gömülüyorum. Saatler ki hasta olmuş her saniye çene bağlasa da mavi kurdelesiyle,
ben seni düşünüyorum.
Duraksadığım, öylece baka kaldığım birkaç ömür t’uzağında titreyerek iki sarı çay tabağına uzanıyor elim. İki hüzün tabakasına. Beni geçmişe hapseden sayısı sınırlı hatıraların çeperi küçük ve dar,
içi ; dolu dolu, büyük ve geniş hatırlatıcılarına.
Bugün senden bana kalan soluk renkli iki çay tabağı. Senin anıların, hevesin, çeyiz süsün. Bir zamanlar yolunu gözlediğin çerçinin, tek atıyla çektiği arabasının içinde gördüğün onca kap kacak arasında ışıl ışıl parlayan, ben buradayım diye bağıran, almak isteyip bir türlü paranı denkleştirip alamadığın ve üzerinden haftalar geçtikten sonra ancak sahip olabildiğin o tabak takımından iki parça.
...
Masallardan habersiz çocukluğumun tozlu sokaklarından geçiyorum. Ellerime ekilen saman saplarını yıkıyorsun nefesinle. Köyümüzün orta yerinde ot yığınları. Hayvanlarımızın kışlık yiyeceği. Özenerek düzgünce kesip hazırlayarak istiflemişsin. Alnımızın teri karışmış saman parçalarına. Şakağımı yakan güneşi ellerinle kovalıyorsun. Orada bir ağaç bile yokken altında serinleyip gölgeleneceğimiz, üst üste dizdiğin sıkı ve sert balyaların arasına boşluk bırakarak üstü kapalı küçük bir balkoncuk oluşturuyorsun. ’’Köşkün hazır’’ diyerek beni sırtında taşıyıp balkonuma oturtuyorsun. Önceleri kullanmaya kıyamadığın o sarı çay tabaklarını senin ellerin getirirdi ve dışı mavi, içi beyaz çinko çaydanlıkla birlikte pırıl pırıl bardaklarda kıtlama şekerle içilen çayları. Tandırda pişmiş ekmeğimizi yiyip çaylarımızı içtikten sonra sen yine elinde orak, başlardın çalışmaya. Ben balkonumda oturup kendi icat ettiğim oyunlarımı oynardım. Büyük kara kuşlar dolaşırdı başımda. Otların arasından çıkan tohumlarla onları beslemeye çalışırdım. Yanıma çağırdıkça korkup kaçarlardı benden. Bir keresinde iki sarı çay tabağına topladığım tohum taneciklerini balyaların en üstüne tırmanarak bırakmıştım kuşlar yesin diye. Sonrada unutmuştum tabakları orada.
Köy köy gezen çerçi sen gelin olup çoluk çocuğa karıştıktan sonra da bizim köyümüze her çarşamba uğradığında; çorabından mendiline, kaşığından çatalına, iğnesinden ipliğine, inciğinden boncuğuna, şekerinden çikolatasına, lastiğinden makasına bütün malzemeleri dizerdi at arabasının arkasına. Köyün çocukları neşeyle karşılardı çerçiyi. Çoğunun ellerinde satın aldıkları birer düdük birer de horoz şekeri. Bir şekerden yalar bir düdük çalarlardı bana nispet yapar gibi. Birkaç arkadaşım ve ben alamazdık, üzülürdük. Hemen koşup uzaklaşırdım yanlarından. Hiç kimsenin göremeyeceği yerlere gider dirseklerimin arasına başımı gömüp taş duvarlara yaslayarak ellerimi ağlardım. Söyleyemezdim sana. Ama sen anlardın. Saklandığım yerden beni bulup götürmüştün o gün ot yığınlarının olduğu yere, çerçinin at arabasının yanına.
Çeyizinden kalma altı tane çay tabağının ikisi eksikti. Dördünü verip horoz şekerle düdük almak istemiştin bana. Çerçi kabul etmemişti. Orada boynu bükük çocukları da görünce hiç düşünmeden kolundaki gümüş bileziği de çıkarıp takas etmiştin horoz şekerle düdük almıştın hepimize . İşte bu bizlik duygusudur şimdi eksiltmeden hatırlanan, üzerinden çok zaman geçse de unutmadan yaşanılan, bizi biz yapan bizlik duygusu...
Sabun kokan ellerinin misi sinmiş çok sonradan bulduğumuz o iki sarı çay tabağına. Ne kadar yıkanırsa yıkansın tüketemiyor, kaybedemiyor merhamet ve şefkat kokusunu ne yağmurlar ne de sular. Sevinçle karışık ağlamaklıyım; biraz sen kokusu bıraktın diye bana, biraz da hüzün kokuyorum zarif bir acının yara üstü yorgunluğunda.
Sırf ben üzülmeyeyim, başka çocukların da hevesi kursağında kalmasın diye bir horoz şeker bir düdük için vazgeçtin çeyizinin sarı süslerinden ve kolundaki gümüş bileziğinden. Ömrümün harmanından bir sen geldin geçtin annem. Bir çayın demi b’öldü ayrıldık sohbetin gül yüzünden.
-n u r e t t i n ÖNDER
YORUMLAR
Bizim de vardı o tabaklardan.
Ama hikayesi yoktu.
Kayınvalidemin ise çok hikayesi var, o vitrin dolusu eksik tabak ve fincanlardan...
Hatırlar güzeldir. Bazıları ise hatırlanmak istenmez...
Hayırla kalın.
Zorbey
Çok teşekkür ederim değerli hocam..
Esenlikler dilerim