- 257 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
BEN SANA MECBURUM...
Renklerden ırak müşküle her düştüğünde sözcükler varsa yoksa kabrine tutsak bir meal bir merhale.
Kumpanyası şehrin.
Kurada çıkan bir şiir gibi.
Küskün rahlesinde aşkın
Sırdaş iklim gibi.
Ah, hafız…
Atıfta bulunmadığım hayatın kuytusunda esen o cılız rüzgârım.
Ah, anne!
Mensubu olduğum değil hayatın meczup bir rüyayım ben sensiz ve sessiz ve zirvesinde hüznün anlatılmazlığın kelamı anlamadıklarımın beyanı…
Nasıl da nasıl da uzağındayım kendimin.
Bir gök cismi.
Bir göz taşı.
Bir realite.
Bir aldatı.
Ve nice halüsinasyon gördüğüm yer yatağında hüznün azadesi ömrün ben ıssızım ben kalender ben hazzında hüznün…
Esen rüzgârın dumanıyım.
Şehrin endamına yenik düştüm.
İnsan olmanın kitabını yazmışken ve şimdilerde içimdeki yanığı yakardığım kadar Rabbime yerin yarıldığına tanık yerin acının dibindeyim.
Kıblem mi?
Haznem mi?
Tek hazinem ne mi?
Bir izotop.
Bir yerküre.
Haiz olduğum o tek zerre.
Sensizliğe sancılandığım.
Sessizliğe yaslandığım.
Sesime dahi yabancıyım.
Otağı kurmuştum oysa en tepeye.
Aşkın hicretindeki sanık.
Mevsimin soğuğundaki o yanık izim.
Gizin de sevincinde doğup kendimi sakladığım ne miydi?
Rengim solgun tutuk nutkum tutulan dilim tutuşan yüreğim.
Bir metafor idim oysaki.
Bir mizansende saklı.
Kalantor gölgelerin uzağında kaldığım neydi?
Şimdim yok dünüm yok yarınım yok.
Sensin nasıl ki yoktu onca zaman.
Tek noksanım yok iken.
Tutulan dilimden dökülen o kıvılcım ve ben günlerdir yanmaktayım seni anmaktayım.
Gözlerim kararırken ve başım delicesine dönerken yeryüzü dönse ne ki sen eğer ki dönmezsen.
Döndün.
Dönmedim de yolumdan.
Ve o döngü.
Sökülen rütbem.
İzafi bir hayat bir masal bir beyit bir şiir…
Ah, neyime neyime yazmak evin sessizliğinde hazzın beşiğinde ölümün eşiğinde gürleyen göğün yağan yağmurun kan donduran soğuğun endamına yenik düştüğüm kederin kaderin nezdinde solgun yüzüm silik izim sürgün edilmişliğimle mazhar olduğum acının devindiği kıblemde göçük altında kalmış nice şehrin acısını paylaştığım kadar acılarımı kimseyle paylaşamadığım.
Belki de yazmamalıyım artık.
Yazdığım onca yılın ardından…
Yazgıma yandığım yazgımla yağdığım.
Yandığım ateşin feryadından uzağına kaçamadığım değil asla yalan.
Ben bir meczubum.
Ben dibe çöken tortuyum.
Ben bir minvalim ki.
Rabbime dönük yüzüm oysaki insanlardan yana yok şansım:
Kalıbımı bastığım kadar yaşadığım kabir azabım.
Azımsanan varlığım ve yetemediğim cihan onca insan.
Azlığımla çokluğumu karşıladığım ve mizacımdan uzak.
Mihrabımda tutsak.
Kıymet bilmediklerinden de öte:
Ben sana mecburum, anne.
Bir düş.
Bir sarmal.
Bir hengâme.
Ötüşen kuşların sesi.
Üstü örtülü kabrin misillemesi.
Yakardığım yâdımsın.
Yandığım bir acının batılısın.
Gökten yere uzanan adımdan da yok iken ötesi adımla müsemma olmadığım kadar giydiğim işte acının cübbesi hem cüssem ne ki?
YORUMLAR
Hangi acının azadesidir yalnızlık boyun büken dramlar ve yosun tutan ültimatom misali kırağı çalan mevsimden ayrı düşen sinsi bir yorgunluk ölüme meyleden ve derinlerin taşkını aciz varlığımla sökün edemezken bedenden.
Irgat gölgeler var duvar dibine yansıyan bir meal gibi hatırına hayatın çaya bandığım kuru ekmeğin tadında saklı adın.
Andıkça dünü.
Ar bildiğim kadar kabul gören her hükmü.
Ben ki, beylik bir sevginin değil çetelesini tutmak yoluna diktiğim gözlerimden ırak bir nemle savruluyorum içimi ölüm olan şerbetin her yudumunda sadece seni sayıklıyorum, anne.
Gövdem delik deşik.
Ruhumu yitirdim.
Yüreğin mekteplisi bir şiir bense alaylısıyım evrenin.
Emre amade hayallerim çoktan tuttu yolunu terk eyledi benliğimi.