- 141 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Rüyalara yolculuk
Lacivert bir gecenin ardından, kış soğuk yüzünü yavaştan göstermeye başladı. İnsanoğlu kış uykusuna yatmayı, miskinleşmeyi soğuk günlerde pek severdi. Karların içinden nazlı nazlı ufak boyunu gösteren kardelen çiçekleri kışa ayrı bir güzellik katıyordu. Her tarafın beyazlara bürünüşü, etrafa sessiz bir huzuruda beraberinde getirirdi. Her mevsimin kendine hoş bir güzelliği vardı. Severdim kışın getirdiği bu güzellikleri .
Aklım aynı titreşimde fakat vücudum bir güvercin kılığına girmiş,
gökyüzünü mekan tutmuş uçuyordum. Beyaz bulutların içinde geçerken özgürlüğün ne kadar muhteşem olduğunu hissediyordum. Bu özgürlük bizlere özgü bir şey miydi? Yorulduğumda dinlenmek için çam ağaçların üzerine konar, o çamın reçine kokusunu içime çekerken hapşırmaya başladım. Az gittim, uz gittim, dere tepe düz gittim. Ne kadar gittiğimin farkında olmadan köyüme yaklaştığımı gördüm. Göksu nehri koyu mavi rengiyle kıvrım kıvrım nazlı bir ceylan gibi akıyordu. Kenarlarında bodur ağaçlar yemyeşil, yaprakları dökülen ağaçlar hemen hemen yok derecedeydi.
Doğup büyüdüğüm köyüme gelmiştim. O çocukluğumun sarayı zannettiğim, iki katlı toprak evimiz neredeydi? Bir aşağı bir yukarı etrafı dolaştım. Evin yerinde yeller esiyordu. Çocukluğumda zor tırmanıp çıktığım tut ağacı aynı yerinde heykel gibi duruyordu. Yalnız çok kocamış, dalları yerde sürünüyordu. Evler yıkılmış, köyümden hiç eser kalmamıştı. Evlerle beraber burada yaşayan insanlarda kaybolmuştu. Bu köydekilerin hepsi tahtalı köyü boylamadı ya? Neredeydi? Benim güzel köyüm ve sıcak kanlı hemşerilerim. Bu köyden küçük yaşta okumak için ayrılmıştım. Unutamadığım güzel anılarım, zihnimin bir köşesinde hala yaşamaya devam ediyordu. Karşı yamaçlardan kurt uluması, kesik kesik uzaktan geldiğini duydum.
Bu da onların aç kalıp yiyecek aradıklarını gösteriyordu. Kimseye yem olmayacaktım. İnsan yaşayarak kendine zarar vereni öğreniyordu.
Umudumu yitirmek üzereyken güneyin tepesinde birkaç evin sağlam kaldığını gördüm. Ah burada bir yıl önce deprem olmadı mıydı? Yıkıntılar depremin bıraktığı kalıntılar olduğunu son anda hatırladım.
Akşam kararmış, karnım acıkmıştı. Güneyin doğu tepesinde ahşap bir evde hafif bir ışık süzmesi gözüme çarptı. Kapıyı usulca çekinerek dövdüm. Heyecanım doruktaydı. Beklerken kapının açılmış olduğunu birden fark ettim ve küçük bir odaya girdim. Eski bir kuzine sobanın içinde çıtır çıtır meşe odunlar ha bire yanıyordu. Loş gizemli oda huzur doluydu. Tahta bir makat ve eskimiş bir kilim yerde seriliydi. Sobanın sol tarafında, kalın bir minderin üzerinde, yaşlı bir nine oturmuş, başını yere eğmişti. Yüzü başındaki beyaz tülbentin ucuyla kapalıydı. “ Hoş geldin kızım Feride “ dedi. Ben şaşkın bir vaziyette ayakta dikili kaldım“ Gel şu yanımdaki iskemleye otur, ben seni uzun zamandır bekliyordum zaten “ derken sesin bana yabancı gelmediğini fark etmeye başladım. Kimdi bu nine? Beni nerden tanıyordu? Ama konuşmaya cesaretim yok, dilim tutulmuştu. Köyde bu nineden başka kimseyi görmemiştim.
Düşünceler beynimin dağarcığında koştururken nine benim geçmişte yaşadıklarımı sanki görmüş gibi bir bir, güzel Türkçesiyle anlatmaya başladı.
“Acılarınla yoğruldun piştin. Çok sabırlı oldun. Seni çok incitip kırdılar sevdiklerin, hepsini affedip bağışladın. Bazen aynı kısır döngüler içinde tepelenim durdun günlerce. Kızım hepsi senin değişmen için gerekliydi. Bak şimdi dimdik ayaktasın. Güzel değil mi”? Artık daha akıllı olmaya çalışıyorsun. İnsanların taktıkları maskeleri net görmeye başladın. Kimse için kendini çok fedakar etme yavrum. Kendin herkesten önemlisin. Senin gibi bir dahası yok ki. İnsanlar zaman içerisinde çok değişti. Kızım mutlu olmayı bilmiyorlar. İnsan kendi kendine yettiği zaman mutlu olur. Bunu da yalnız kaldığında ulaşırsın. Kendine değer ver ve kendini çok sev yavrum. Benim gitme vaktim geldi. Hoşça kal güzel kızım “ derken ayağa kalktı.
“Nine sen kimsin beni nerden tanıyorsun” demeye kalmadan yüzündeki tülbent düştü. Babaanneme ne kadar benziyordu. Tatlı dilli ve nur yüzlüydü. O mu acaba diye düşünürken, ayağa kalkıp birden ortadan kayboluşuna şaşırmıştım. Benim kendine soracaklarım varken hepsi içimde kaldı. Kimdi bu bilge nine? Beni çok sevdiğinden babaannemin ruhu olabilir mi? Daha bana konuşacakları var mıydı? Bilmiyordum.
Dışarı çıkıp Göksu ırmağına doğru kanatlarımı açıp uçmaya başladım. Gri bulutların üzerinde dolaşırken güneşin doğuşu, damarlarıma taze enerji verdi. Sonsuz gökyüzü bana aitti. O an ki mutluluğum sonsuz sürecek gibiydi.
Oğlumun anne anne deyişiyle irkildim. Kafam karışık, ruhum dingin bir şekilde yataktan doğruldum. Gördüklerim ve duyduklarımın bir rüyamı gerçek mi olduğunu anlamaya çalışıyordum. Uzun uzun bu geceyi düşünecektim. Bana ne anlatmak istiyordu. Günlük rutin hayatıma, pembe çiçekli pijamamı çıkarıp, kod pantolonumu ve siyah yünlü kazağımı giyinip başladım. Bundan kırk sekiz sene önce ölmüş, babaannemin rüyada konuştukları satır satır aklımın duvarına yazılmıştı.
Feride
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.