Eğitimde İlginç Bir Ceza Yöntemi ve Şok Eğitim Metodu
2
O yıllarda eğitimde bu günkü gibi sadece ödüllendirme yöntemi değil cezalandırma yöntemi de sıklıkla uygulanırdı. Eğitim için gerektiğinde cezalandırmayı da kabul eden, “Eti senin kemiği benim” diye öğretmene teslim edilen talebeye, büyük veya küçük bir yanlış yaptığında, gerekirse okkalı bir tokat ta eğitim yöntemi içinde hoş görülürdü. Bunu o zamanki kamuoyu ve toplum, hatta bizzat vicdanlarımız da sanki gerekli görürdü. Ama haksız ve boş yere de asla hiçbir kimseye ceza verilmezdi.
İşte o günlerde ilkokul 2. Sınıfın sonlarında bir ders sırasında 4. Sınıftan sınıf başkanı öğretmenle konuşarak beni çağırıyor. Öğretmen beni onun yanına katıyor ve ne olduğunu anlamaya çalışarak o sınıfa gidiyorum. Daha önce o sınıfta sorulan bir matematik sorusunu bana soruyorlar. Cevaplıyorum. Öğretmen aferin, diyor beni tutarak arka sıralara doğru götürüyor. Orada iri yarı uzun boylu Hüseyin adlı bir çocuğa kalk ayağa, diyor. Öğretmen beni onun yanına götürüyor ve ona bir tokat atmamı istiyor. Anlaşılan benim cevapladığım soruyu o bilememiş. Ben aşağıdan yukarı bakıyorum, korkuyorum. Çünkü bana, “sana dışarda gösteririm” der gibi kızgınlıkla bakıyor. Boyum kısa gelince öğretmen sıraya çıkarıyor beni ve “sen tokat atmazsan ben seni tokatlarım” diyor. Önlerden biri “ama öğretmenim dışarda acısını çıkarır” diyor. Öğretmen “hele bir kıntık (parmakla hafifçe vurmaktır.) vursun da göreyim. Ben ona gösteririm” diyor. Ve bana tekrar “hadi” diyor yüksek sesle. Mecburen yavaşça bir tokat atıyorum. Neyse ki öğretmen "tekrar at", yahut "daha sert vur", filan demiyor Allah’tan ve o sınıftan tekrar kendi sınıfıma dönüyorum.
Bundan tam 11 yıl sonra Erzurum Edebiyat Fakültesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü 1. sınıf öğrencisiyim. Eski Türk (Klasik, Divan) Edebiyatı dersi için ilk hafta kır saçlı, heybetli şöyle babacan bir adam geliyor. Sınıfta 100 kişiyiz. Ancak sınıfta kalanlarla 120, 130’u buluyor bu rakam. Anfilerde ders yapıyoruz. Hoca kendisini tanıtıyor ve bu derse girecek hoca olduğunu, dersi nasıl işleyeceğini ve hangi kitabı takip edeceğini söyleyerek elindeki Hurşitname başlıklı kitabını gösteriyor ve kitabı Kütüphane’nin yanındaki kitap satış yerinden alabileceğimizi söylüyor. Sözü çok uzatmadan çekip gidiyor. Ertesi hafta aynı gün ve saatte o hocanın dersi geliyor ve sınıfı dolduruyor hocayı bekliyoruz. Hoca ağır adımlarla kürsüye geliyor şöyle aşağıdan yukarıya sınıfı iyice bir süzüyor ve "Beyzadelerim (sınıfın yüzde 90 ı erkek ve yüzde onu sadece bayan) hanımefendiler! Hoş geldiniz, niçin öyle boş geldiniz, hanı sizin kitaplarınız defterleriniz, siz tatile, gezmeye mi geldiniz" diyerek gitgide yükselen dozda bir kısa konuşma yapıyor ve konuştukça kızıyor çehresi kızarıyor ve gazapla "kitabı olanlar el kaldırsın" diyor. Açıktan sayıyor ve 11 kişi çıkıyor. Ya sizlerin kitabı nerde beyzadelerim hanfendiler diyerek peşpeşe sorularla bizi sıkıştırıyor ve en son "Sizi gidi kitapsızlar ben sınıfımda kitapsız öğrenci istemiyorum diyerek "Çıkıınn, defoluunn" diyerek hepimizi anfiden kovuyor. Tabi o zamanlar bizim geleneğimizde hocaya karşı çıkmak diye bir şey yok ve üstelik 12 Eylül 1980 girişli öğrencileriz. Asker her şeyi zabtetmiş vaziyette. Kuzu kuzu sınıftan çıkıyor ve hemen kitabımızı alarak sonraki haftalarda derslerimize kaldığımız yerden devam ediyoruz.