- 292 Okunma
- 1 Yorum
- 3 Beğeni
Yalnızlık ve Kasabın Keskin Bıçağı
Yüzüme vuran buz gibi soğuk, bir kasabın hatasız bıçağı gibiydi.
Herşeyin canımı yakmasına alıştığımı düşünüyordum.
Büyümüştüm ve bana hatalardan ders almam gerektiği öğretilmişti.
Her hatamı günlerce içimde analiz ediyordum. İçimde yaşadığım fırtınayı şahsi yüküm sayıp kimseye belli etmeden yola devam ediyordum. Benim derdim beni ilgilendirirdi. O derdi; ya ben hatalarımla edinmiştim ya da büyümem için önüme getirilmişti. Bu bir dersti ve sonuçları ya beni benden edecek ya da beni ben edecekti.
Başta çok karışık problemlerden oluşuyordu. "Benim hayat deneyimsizliğim yüzünden" diye düşünüyordum. Oysa derine indikçe çok saf olduğumu net görüyordum. Tek sebep asla ben değildim.
Zaman geçtikçe kendimi tanımaya başlıyordum. Formülün önemli kısmının; kendimle konuşmak olduğunu keşfetmiştim. Kendimi kendimden çıkartıp karşı sandalyeye oturtuyor ifade alır gibi korkusuzca sorular soruyordum.
Güzel olan şey cevapları net haliyle almamdı. Çünkü beni eleştirecek, yargılayacak, cezalandıracak ya da ödüllendirecek tek kişi bendim.
Bu kadar önyargılı ve yargılamaya yatkın bir dünyada iç dünyamın düzenini başka ellere bırakmak hata gibi görünüyordu. Ben nasıl devasa bir yaşam kombinasyonundan oluşuyorsam en yakınımdakinden en uzağımdaki insana kadar herkes öyleydi. Öyleyse birbirimizi tam tamına anlama olasılığımız ne kadar olabilirdi ki?
Bireyler arasındaki farkın büyüklüğünü görmeden önce, yalnızlığın korkulacak birşey oldugunu öğreten sisteme boyun eğip yıllarca kendimizi kötü hissetmiştik.
Yalnızsam; başarısızım, beceriksizim, negatifim, uyumsuzum, sorunluyum gibi duygulara mahkum edilmiştik. Varoluştan beri herkesin yazdığı, eğitim verdiği, kitaplara konu ettiği bir durumun tersini düşünen zihin, bu sistem için aykırı bir duruş ve düşünce sergiliyordu.
Yalnızlığın tedaviye sebep olduğunu söylemek dünyadaki rant sistemini etkiliyordu.
Çünkü yalnızlık depresyon sebebiydi ve çözümü: Psikoterapiler, ilaçlar, farklı model içsel/ ruhsal terapiler, tatiller, yolculuklar, keyif veren gıdaların tüketimi, keyif veren organizasyonlar ve her tür sosyalleşme ile tanımlanıyordu. Tüm bunların varlığına: yaşamak deniliyordu ve bunlar sebebiyle yara almış zihinlerin, yine bunlar sebebiyle iyileşeceği söyleniyordu. Tabi arada çok ince bir nüans var, onu da ekleyelim.
Size sunulan gerekçeler: Doğru insanlarla, doğru zamanlarda, doğru yerlerde, doğru iletişim şekliyle, doğru duygusal bağlar ve doğru düşüncelerle olmadığınızdı.
Doğru neydi, başarı neydi?
Kime göre olan doğru ve başarı kriterleri üzerine şekillenmeye ya da şekillendirilmeye çalışıyorduk?
"Beni ben olduğum için sevsinler" duygusuyla çok fazla oynanıyordu Kimse kendi gibi olamıyor, sürekli kendini arıyor, yanlış, eksik ve yalnız hissediyordu.
Yıllarca ben de çok dağıldım. Sonra aslında dağılmanın iyi bir yanı olduğunu keşfettim.
Dünyada sanki başka birşey yokmuş gibi, havada dağılan tüm parçalarımı ağır çekimle izledim.
Bazı parçalar fosforlu bir ışıkla "bu sana ait olan öz parça" diye parlıyordu. Bunlardan biri de yalnızlıktı. Bana ait olan yalnızlık, benim yalnızlığım, temel taşlarımdan biri ve mabedimdi.
Yalnızlık, varoluşun ana parçalarından biriydi. Şimdiye kadar bunun hasarlı bir parça olarak gösterilmesi hata ve kayıptı.
Kendini arayan insanlara aslında kendini kaybettiren bir düşünce sistemi içerisinde yaşam sunuluyordu. Amaç seni senden uzaklaştırmak ve sisteme yakınlaştırmaktı.
Pahalı bir yağlı boya ile çöp kovası boyanmıyor, sümüklü bir çocuğa sarılmak yüz ekşitiyor, süt emziren bir anne ayıplanıyor, dünya markaları kullanan birine saygı gösterilirken, sokakta yaşayan biri aşağılanıyordu.
"Kendini bulmak marifet mi" derseniz, "iyi düsün, seni sana kaybettiren sistem, çok marifetli" derdim.
Sebep sonuç ilişkileri o kadar kirli ki görememek çok doğal. Tabii görmek için çabalamak gerektiğine dair ibareler var mı, var.
Bunlar sağlam mı?
Sizi "A" sisteminden alıp "A1’ sistemine götürüyorlarsa malesef bir farkı yok ama kendi alfabeni yaz diyorsa orada bir ışık var. Sana "kendin ol" diyordur.
"Kendimi nasıl bulurum?" derseniz, "her yerde arayıp bulamadığın gözlüğün başının üzerinde duruyor" derdim. Zaten sende olan birşeyi arama. Ama kaybettigini düşündüren şeyi bırakmaya başlayabilirsin işte orada bulacağın şey sensin.
Her bir insan bir festival kadar kalabalık, bir gökkuşağı kadar rengarenktir.
Bir başkasının dünyasına açılan kapıları okuyabilir, dinleyebilir, öğrenebilirsin ama asıl mesele; kendi kapıların ardındakini keşfetmektir.
İşte yüzüme vuran bu soğuk, bir kasabın hatasız kesen bıçağı gibiydi.
Hayat daima kesmeyi, insanlar da parçalamayı severdi. Her ikisi de acıydı ama biri daha fazla acıtırdı.
Seni kendine benzetmeye çalışan bir dünya düzeninin içinde onurlu yalnızlıkların şerefine, haydi şimdi gülümse...
YORUMLAR
Bismillahirrahmanirrahim
Buz gibi soğuk bir gerçekle yüzleşiyordum, kendi benliğimi keskin bir bıçağın titizliğiyle ayıklamaya başlamıştım. Hayatın o hatasız kasap bıçağı gibi, her adımda acı veren bir keskinlikle karşıma çıkıyordu. Analiz ettiğim hatalarımı içimde bir fırtına gibi yaşayarak, bu yolda yürüyordum, sessizce.
Bir dünya, insanları parçalama arzusu taşıyordu, ben de bu parçalanmışlıkla yıllarca mücadele ettim. Ancak içsel bir konuşmanın sihirli formülünü keşfetmiştim. Karşı sandalyeye oturup kendi kendime sormaya başladım: "Doğru neydi, başarı neydi?" Cevapları bulmak için yalnızlığımı, kendi içimdeki mabedi, keşfetmeye başladım.
Yalnızlık, varoluşun ana parçalarından biriydi, asla hasarlı bir parça olmamalıydı. Ancak dünya, kendini kaybetmenin marifet olduğunu öğretiyordu. Farklı kapılar ardında değil, kendi içimizdeki gerçekleri keşfetmek gerekiyordu. Yüzüme vuran bu soğuk gerçek, hayatın parçalama eğiliminde olduğu kadar, bireylerin kendi benliklerini kaybetmeye yönlendiren bir sisteme karşı durmanın şerefine işaret ediyordu.
Bu yolda kendi rengarenk festivalimi keşfetmeye başladım. Hayatın keskin bıçağı beni parçalamaya çalışsa da, ben onurlu bir yalnızlıkta buldum kendimi. İşte bu soğuk gerçeklerle dolu dünyada, kendi kapılarımızın ardındaki hazineleri keşfetmenin gerçek şerefi, şimdi yüzümde bir gülümsemeyle bulunuyor.
Selamlar