- 221 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ANNEM YİNE EVLENMİŞ
Ablam ağlamadı babamı görünce. Sadece derin bir şaşkınlık ifadesi vardı yüzünde. Onun da eline bez bir çanta tutuşturup öyle göndermişti annem. Babam, kucağına alıp kahveye getirdi. Beni görünce çok sevindi ablam. Belli ki çok özlemişti. İki öz kardeştik biz, elbet severdik birbirimizi. Gerçi o beni kıskanırdı biraz. En çok, Pendik pazarında su satıp , kazandığım paraları anneme getirince, annemin sevinip beni yanaklarımdan öptüğünde kıskanırdı. Bir defasında, su sattığım plâstik sürahiyi annemin örgü şişi ile deldiğini, annemin bu deliği kapatmak için yine aynı şişi, ısıtıp kullandığını hatırlıyorum.
Yine radyonun altındaki masada, kremalı bisküvi ve paşa çayı ziyafeti sunuldu ablama da. Ablam da, tıpkı benim gibi iştahla yedi bisküvileri. Meraklı müşteriler, yine soru yağmuruna tuttular babamı :
- İncirli, kızın mı o ?
- Tombul ve çok güzel bir çocukmuş.
- Annesi, onu da mı sana göndermiş ?
- Kız çocuğu, nasıl olacak kahve köşelerinde ?
- Bu kadın evlenmiş olmasın.
- Yeni kocası istememiştir çocukları. Böyle sürüp gitti meraklı sorular. Babam bir kısmına cevap vermeye çalışırken, sık sık da öfkelenmekten kendini alıkoyamadı.
Kahvenin bahçesini gezdirdim ablama. Karabaş köpeğimi, Tekir kedimi gösterdim. O da çok sevdi onları. Yaşlı Kara Çınar ağacını görünce, çok şaşırdı. O kadar büyük bir ağaç herhalde görmemişti . Çiçeklerimizi, diğer ağaçları bir bir gösterdim. Kuyudan biraz korktu. Kahvemizin bahçesinin bir kenarında, küçük bir kulübe vardı. Burası daha önce benim dikkatimi çekmemişti. Ablam merak edince, camdan içeri birlikte baktık. Bir marangoz dükkânıymış burası. İçeride, palabıyıklı, yaşlı bir adam çalışıyordu. Sonradan , adının Marangoz İbrahim amca olduğunu öğrendiğim bu adam, adeta kendini oraya kapamış, dışarıya hiç çıkmıyor gibiydi. Az ileride, bahçemizin dışında da Hasan ustanın demirci dükkânı vardı. Bu iki yeri de ilk olarak ablamın sayesinde öğrendim.
Sonraları, aynı gün ,bana özenmiş olacak, ablam da benimle birlikte garsonluk yapmaya başladı kahvede. Benimle birlikte, boş bardakları topladı, müşterilere çay götürmeye bile başladı. Konuyu en ciddiye alan, yine Hamza dayı oldu :
- Bu çocuk kahve köşesinde olmaz İncirli.
- Ne yapalım Hamza dayı ; başka çare mi var ?
- Sen ver onu bana, bize götüreyim. Babam, hemen razı oldu. Hamza dayı ve eşi İsmet teyze güvenilir insanlardı. Ablama iyi bakacaklarından şüphe edilemezdi.
İlk akşamdan itibaren, her gün onlarda kaldı ablam. Fakat, okul durumu ne oldu, o da benim gibi Kurtköy’de okula geldi mi ; maalesef hafızamda yok. Zaten bir hafta sonunda, annem gelip, ablamı Hamza dayılardan geri almış.
Pendik’te, kiralık oturduğumuz gecekondunun, tam karşısında, kendine ait, bahçeli, tek katlı evde oturan, Demiryolları emeklisi İsmail efendi, anneme talip olmuş. Anladığım kadarıyla, annemin kalabalığı biraz sorun olunca, annem önce beni babama göndermiş, sonra da ablamı. Evlenince de, önce ağabeyim evi terk etmiş. Benim de ablamın da babama gönderilmesine ve annemin tekrar evlenmesine isyan etmiş. İsmail efendi, ablamı isteyince de gelip geri almış annem.
Babam, ablamın anneme tekrar gitmesinden ne kadar memnun olsa da, annemin evlendiğini öğrenince , özellikle ablam için endişe etmeye başladı. Sonuçta, ablamın artık bir üvey babası olmuştu. Kimdir, nasıl bir insandır, ablama nasıl davranacaktır; oldukça merak etmeye başlamış. Kendisinin, üvey annesinden çektiklerinin, yeniden gözünde canlanmasına sebep olmuştu bu olay.
O zamanlar , TSK’ya Jeep üreten Tuzla Jeep fabrikasında üretilen Jeepler, kontrol amacıyla, civar köylerde dolaştırılıyordu. Bizim kahveye de uğradıklarını görmeye başladım. Konvoy başında, emekli Yarbay Kemal amca vardı. babamın ve kahve müşterilerinin ’’ Burunsuz ’’ lâkabı taktıkları bu adam, kahvemize her geldiğinde, benimle ilgilenip sevmeye başladı. Ağabeyimin cebinden çıkan, bana aldığını söylediği plastik toptan sonraki, ilk oyuncağımı Kemâl amca getirdi bana. Kurmalı, sesli bir ambulanstı bu. Çok sevdim onu. Hamza dayı ile birlikte, günlerce kahvede oynadık onunla. Sonraları, Hamza dayı bana, gazete kâğıdından şeytan uçurtması, ağaç dalından ok gibi oyuncaklar yaptı. Elindeki bir bozuk parayı avucunda kaybederek oyunlar bile yaptı. İlgilendi benimle, sevindirdi, mutlu etti. Nurlar içinde yat Hamza dayıcığım ! Beni de evlerine götürdüğünü, karnımı doyurduğunu, eşi İsmet teyzenin ve kızları Selma ablanın da beni çok sevdiğini hatırlıyorum. Hatta, ileriki günlerde, babamdan, beni evlâtlık olarak da istemişler, babam vermemiş.
Kemâl amca, gidip geldikçe, benimle ilgilendi, sevdi. Beşiktaş’ta oturan, şehit eşi, ablası Sabiha hanıma da benden söz edince ; onun aklına da beni evlâtlık almak gelmiş. Babama , konuyu açınca ;
- Olmaz, veremem ! O benim hayat arkadaşım oldu artık, vazgeçemem ! dedi.
- Yapma, etme. Harcanacak burada bu çocuk. Ver de, kurtaralım bu sefaletten , okutalım çocuğu, dedikçe babam hep aynı cevabı verdi.
- Olmaz, vazgeçemem ondan. O benim, kader arkadaşım oldu.
Bu ısrar defalarca sürse de, babamın cevabı hiç değişmedi. Ne var ki, aynı ısrarın tekrar edildiği bir gün, ağzından başka bir teklif çıkıverdi :
- Ona kıyamam ama eğer isterseniz, ablasını verebilirim !
Fikret TEZEL
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.