- 285 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ZAMAN VE BİZ
Bir film sahnesinden veya yinelenmesi muhtemel senaryoların içinden herhangi birine ne de benziyor hayat. Bizim için var olduğunu düşünerek bir hayli zaman kendimizi merkeze aldığımız o dünlerden, bize rağmen bir devinime doğru değişmiyor mu duygular, düşünceler, davranışlar? Bütün yaşadıklarımız ve yaşamakta olduğumuz geçmiş ve günden ibaret ise, yarını sadece ümit mi ediyoruz? Esasında bir yarın mıdır bu akış yoksa anların birbirine eklenmesinden mürekkkep bir bütünün parçaları mı? Kuantum fiziği dahi zaman dediğimiz kavramı göreceli olarak ifade etmekteyken, onun içindeki özneler olarak bizler de bu kavramla duygulanmaya, düşünmeye ve bazı edimlerde bulunmaya çalışmaktayız sanırım. Sizlerin zaman algısı, bu kavrama dair tanımlarınız ve yine ona karşı tavrınız nedir bilmem ama, yüzlerce farklı sonucun ortaya çıkması pek muhtemeldir bu konuda.
Benzer şartlar altında farklı yaşamların ortaya çıkıyor olması, kader diye bize yutturulan ve esas anlamından da bir hayli ırayarak bambaşka ve köhneleşmiş ifadelerle insanlara dayatılan gerçek, kaderi ifade etmemektedir sanırım. Zîra, aklı başında birileri bütün kainatın yaratanı yine onun öznesi olarak insanı merkeze almış ise, kaderi doğru anlamak, anlamlandırmak ve hayata karşı duruşumuzu da esaslı bir çizgiye çalışmak durumundayız sanırım. Bütün görkemli başarı ve kazanımları, erişebildiği sayısız nimete rağmen, ölümü ile bu geçici mekânı ve hatta zamanı da terk edecek bizler, sorgulanma noktasında bu kavramın durduğu yeri iyi tarif etmeliyiz. Her bir kulu omurgasından yakalayan bu gerçeklik, sorgulanmadaki özün dayandığı yerin insanın kendi iradesi olduğunu nasıl ıskalayabilir? Hal öyle olsaydı, kader denilen soyut dayatmanın ve aslında somut gerçeğin ne olup olmadığını bilmemek bir keyfiyet olabilir mi? Eşyanın tabiatındaki her şey elbette kaderdir. Belli ısılarda mumun erimesi, donması, belli fiziksel koşulllar altında suyun ;donması, billurlaşması, gaz haline geçişi vb bütün bunlar o zeminin koşullarına ve maddedeki formülasyonun muhtevasına göre şekillenmez mi? Kader realitesi tam da bu olmalıdır. Yarın benim nereye gideceğimi, kimlerle görüşeceğimi, neleri iyi veya daha az iyi başarabileceğimi, nelerin beni üzeceğini ve veya duygulandıracağını bilememekle birlikte, bu tür olasılıkların özünde yine benim iradem özne değil midir, sorusunu sormak gerekir.
Hayata yön verebilmek adına tüm gayretleri takdirle karşılamak gerekir. Her gayret istenilen şekilde meyve vermese de bir sonraki anın daha muhtemel bir değişimini tetikleyebilir elbette. Hayat, vazgeçenlere göre bir zemin de değildir, sözünü çok beğenmemizin altında bu gerçeklik yatmıyor mu? Yapacak bir şeyler bulamayan, ana teslim olan ve stabil hayatın normal olduğunu sanmak yanılgısı nasıl da tüketir insanı. Oysa, dîni ritüelimizin felsefesinde de bir devinim yok mudur? “İki günü bir olan bizden değildir.” Anlayışını kendimize rehber kılamadıkça bizler de zamanın o ömrü törpüleyen mekanizması içinde savrulup gidebiliriz. Hayatı dolucasına yaşayabilmek de bir seçenek. Bunun için öyle büyük imkânların gelmesini, oluşmasını beklemek niyedir? Beklemek düşünüşü yani sabır, bu noktada yanlış bir yere tevci edilmiştir. Uğraşı ve gayretlerde sabırlı,iktikrarlı olarak değişimi başlatan ve veya başlatana değin ki faaliyetlerin toplamına sabır demek gerekir. Kısacası, sabır her şeyi olduğu gibi kabullenmek, razı olmak değildir. Koskoca bahçenizi bir plan dairesinde işler ve ona her geçen gün yeni bir şeyler eklemeye çalışırsanız, büyük olasılıkla çokça şeyi de değiştirmiş olursunuz. Ve o bahçede görkemli bir kamelya, yeşilin tonlarının yansıdığı türlü ağaçlar, orta ölçekli bir sera, garaj, müştemilat, kiler, ve kim bilir neler daha bütün görseli ve gurur veren görkemiyle sizin imzanızı taşıyabilir.
Değinmeye çaba sarf ettiğimiz şeylerin tümünün özünde onu saniye, dakika, saat, gün, hafta, ay, yıl, asır gibi türevleriyle ölçmeye çalıştığımız ve bize rağmen giderek tükenen, kendi içinde de kümülatif olarak artan zaman yok mudur? Yaratılışımızdan bu yana zamanı nasıl değerlendirdiğimizi bir kez daha gözden geçirmenin zamanı belki de geçmektedir. Her birimize belli ölçülerde takdir edilmiş olan ve başı belli olsa da bu dünya için sınırı yine bizlerin son nefesimize değin cari bulunan zaman nasıl hoyratça kullanılır, anlaşılır ki?
“Vakit, nakittir.” Atasözünü bu anlamda düşünürsek, zaman olgusunu kendi planımızla yoğurmaya başladığımızı da anlarız. Kimine göre içi öylesine zenginliklerle dolarak anılara karışan zaman, kimilerindeyse geriye bir avuç kül bırakabilir. Bazı şeyleri söylemeye ne de geçtir veya bazı şeyleri yapmak için de öyle. Hal bu ise, hayatı daha fazla ötelemek yanılgısından bir an önce kurtulmalıdır. Ya zaman bize hâkim olacak ve kendi katı doğasıyla tüketecek bizi yahut ta biz onu kullanmaya başlayarak emrimize amade edeceğiz. Başlangıcı belli bu çizginin bir de bitimi var. Her şeyi son düzlüğe bırakmanın pişmanlığını kim yaşamak ister ki? Hele bir emekli olayım, gibi erteleme hastalığının yankılandığı hayatımızı, onu söküp atarak daha diri, renkli, üretken ve sevgi dolu hale de getirebiliriz oysa.
Bize verilen ve sağlığımız dışındaki belki de en değerli varlıktı zaman. Onu doğru anlamaya çalışmak, hayata da doğru açıdan ve gerektiği gibi yönelmek demekti. Nasıl olsa bir hayli vakit var yönlendirmeleri ya da yanılgıları güne geldiğimizdeki büyük yonsunlukların, yetersizliklerin ve güçsüzlüklerin de nedeni deği miydi? Bir binayı inşa etmek için plan doğrultusunda ve doğru yer ve zamanda işe başlamak, işte sürekliliği yakalamak ve kullanılan malzemede ve işçilikte de nitelikten taviz vermemek gerekiyorsa, hayatımızı inşa etmekle göreceli biz onu nasıl da öteler ve ıskalayabiliriz. Belki de hayatın önemli çıkarımlarından biri, asıl olmak zorunda olduğumuz şeye doğru yürüyebilmektir. Psikolojide “ideal benlik” olarak tanımlanana bu durum, biz ve hayatı, onunla mekân algısını sağlayan zamanı bir araya getirdiğinde, ciddi sorumlulukları yüklemez mi bizlere. Kimse kaderinden kaçamaz, derken, olmamız gerekenin hayata geçebilmesindeki en büyük verecek enstürmanı yani zamanı hayatla anlamlı şekilde yoğurmak durumundayız. Mayası doğru kıvamdaki bir hamurun doğru ellerde neleri ortaya koyabileceğin bir düşünün. Her şeyi yiyip içemeyiz belki ve fakat algılar, heyecan duyarız. Hayatı büyük bir fırsata çevirebilmede elden giden zamana bakarak hayıflanmak yerine, bitiş çizgisine kadar ki kısmı en görkemli şekilde işleyebilmek sizce kimin elinde?
En olumsuz anlarda bile çok tuttuğum şu cümleyi de paylaşmadan geçmeyeyim. “Çaresizsesiniz, çare sizsiniz.” Ne kadar net bir ifadedir bu. Başlangıç noktasındaki meşaleyi ateşleyecek ve onu olması gereken yere her türlü zorluğa inat taşıyacak olan da bizi. Bu yolda doğru insanlarla karşılaşmak işimizi bir hayli kolaylaştırır elbet. Benzer ülkülere yönelmenin vereceği güçle, olması gerekenden daha büyük adımları da atarak kendimizi gerçekleştirebileceğimiz gibi, bu ivmenin verdiği haz ve ışıkla başkalarına da idol alabilmek pek mümkündür aslında. Her birimizi şu ya da bu şekilde yiten onca zamana rağmen tetikleyen motivasyon unsurları yok mudur? O halde mesele, doğru adımlar, için ulaşılabilir hedefler koymak ve düşünmeksizin harekete geçmektir kanımca. Beklemelerin şimdiye kadar bir faydası olmadığına göre, bundan sonra da olmaması muhtemeldir. Harekete geçmek için hayat denklemindeki bazı şeylerin halen yerine gelmesini umut etmekten vazgeçmelidir. Mekân soluduğumuz mekân, zaman şu andır.
Bizden de yansıyan, yankılanan bir hayatın olduğu gerçeğini bir yana koymamk mümkün değil. Bu hakikat, ömrünün çokça yılını tecrit altında şu ya da bu sebeple feda etmiş insanlar için de elbette geçerli. Mesele, neleri ve niçin yankılamak zorunda olduğumuz. Birileri ustalık seviyesinde bu yankılanışa yön veriyor, diğeri şaheserlik tabloları ortaya koyan fırçasıyla renk cümbüşü ve çizgilerin diliyle. Siz hangi yeti ve berinizle bu yankılanışı ortaya koyacağınıza karar verin sadece. Nihayetinde bizlerden geriye de bir hoş seda kalmasıyla noktalanacak ise hayat, onun yüründüğü bir nevi merdiven anlamındaki zamanı da öyle kabul etmeli ve içini de alabildiğine bizden bir şeylerle zenginleştirmelidir. Kim ki dedesinin el oyması bir bastonunu nostaljik ütün ve geçmişle bağı bakımından değersiz görebilir. Ninemizin işlediği göz nuru el sanatlar nevinden dantel işleri de böyle değil mi? Kaldı ki bizden yankılanan güzel herhangi bir obje veya eserin yankılanmamamsı söz konusu olsun. Niçin var olduğumuzu sorguladıkça, nelere hizmet etmemiz ve neleri elememiz gerektiğini de daha bir berrak gösteren duruş, hayata bir amaçla tutunuş, zamana da yenilmemek demektir.
Zamanın ezerek tükettiklerinde mi zamanı alabildiğine fırsata çevirenler mi olacağız. Ben, zamana imza atabilmek adına, kendi olanaklarımın verdiği her şeyi de işe koşarak ve fakat içinden de o “erteleme” sakatlığını derhal atarak yaşamayı tercih ediyorum. Tercihlerimiz yarınlarımızın da şekillenmesine vesile olacaksa, şu anı daha da ötelemek niyedir? Beklemelerden bir menfaat sağlayamayacağımızı da bir kenara koyarak, eklemeleri tercih edelim o halde. Yorulmadan ve fakat olabildiğince de devamlı. Her eklenen tuğlasıyla hayatımızın mimarisine yön vermek ve onu daha görkemli zirvelerden izlemenin hazzını yaşamaya var mısınız?
Oğuzhan KÜLTE
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.