- 264 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
VAR OLMAK
VAR OLMAK
Ruhun kabına sığamamasıyla başladı her şey. Dar geldi bulunduğu kalıp. Dar geldi sıkışmış yüreğine, mücadele eden bedenine. Uçmak istedi yükseğin de yükseğine. Dokunmak istedi ışıkların her birine.
Yürümek istedi ıhlamur kokulu yollarda, meydanlarda, caddelerde; koklamak istedi taptaze gülleri. İzi kalsın istedi ruh; ismi kalsın istedi konanın göçtüğü bu diyarda. Solumak istedi mevsim mevsim tazelenen kokuları. Salınmak, akmak istedi çağlayan sularda.
Mücadelesi “var olmak” içindi. Var olduğunu duyurmak içindi cihana. Ben de varım, buradayım!
Ancak her var oluşun, bedeli vardı ödenecek. Üzülecekti ruh... Direnecek, sızlayacak, savrulacaktı bir yerden, bir yere. Bildiğinden bilmediğine... Sevdiğinden, sevmediğine... Yaşamdan ölüme...
Gülleri toplarken kanayacaktı narin parmakları... Gözbebekleri denize doyarken fırtınalar kopacak, sakince süzülen gemide dalgalarla boğuşacak, belki de batacaktı.
Bilemezdi ruh onu nelerin beklediğini. Bildiğinde, artık vazgeçemezdi girdiği çıkmaz sokaktan. Dönüşü yoktu net kararların. Sürdürecekti sonuna kadar... Nereye varacağını, ne kadar vakti kaldığını bilemeden.
Yorgun düşen ayaklara dayanak olacak, güneşsiz gecelere sıcak düşler serecekti. Gülümseyerek verecekti tüm yanıtları. Hiddetin faydası yoktu iniş çıkışlarla yolculuğunu sürdüren bu gemiye. Er geç varacaktı ufkun gerisindeki limana ya da alabora olup çekilecekti yorucu sahneden.
İnandı ruh... inandı. Deniz feneri ona yolunu buldururdu. Kutup Yıldızı tutardı ellerinden. Ve her sabah güneş, sıcacık bakardı yüzüne. Tükendiği merhalede, balıklar eşlik ederdi yürüyüşüne; ağlar toplanırdı gerilere, mercanlar selam verirdi uçsuz bucaksız mavilerde. Mücadelesi sürdükçe, yaşam sürprizlerini sererdi önüne. Dostane yunuslar arkadaşlığını, yumuşakçalar incilerini, kızıl yanaklı kaplumbağalar sevimliliklerini... Yeter ki görsündü ruh; hepsinin, onun için sevgiyle atan kalplerini. Geri çevirmeden, görmeden geçmesindi tek.
Ağaçların bahardan bahara değişen renklerine bezenirken, şelaleleri yudum yudum içmesiydi ondan beklenen. Saçlarını savuran rüzgâra tebessüm etmesi, yağmurda gizlenen arıları özlemesiydi. Görebilmesiydi, uyum’uydu, çığlıklarını gizlemesiydi sessizliğine. Dinginliğini sererken sığ sulara, derinlikleri okuyabilmesiydi. Hikâyenin sonunda, dönebilmesiydi uzaklardaki yurduna. Dopdolu, donanımlı, vakur, yücelmiş olarak...
Dönebilmeliydi ruh... Mücadelesini bitirdiğinde, kabına sığacak kadar büyüyerek; var olarak...
Haziran 2023
📌Bu yazı Mavi Yeşil Dergisi 143. sayısında yayımlanmıştır.
YORUMLAR
Ruh, kalıpların darlığında nefes alamayarak başlıyor serüvenini. Işıklara dokunma arzusu, ıhlamur kokulu yolların çağrısı ve taptaze güllerin özlemi, onun varoluşunu ilmek ilmek örüyor. Zorluklarla dolu bir varoluş, ancak bu mücadelede ruh, kendi melodisini çalmanın, kendi yolunu çizmenin ne denli kıymetli olduğunu keşfetmeye başlıyor…
Bu epik yolculukta, ruhun bedel ödemesi gereken anlar gelip çatıyor. Güllerin arasında dolaşırken acı çeken narin parmaklar, denizin derinliklerinde fırtınalara meydan okuyan gözler; tüm bunlar, varoluşunun altında yatan bedelleri temsil ediyor. Ancak ruh, kararlı adımlarla ilerleyerek, kendisini bekleyen bilinmezliklere meydan okuyor…
Deniz feneri, kutup yıldızı ve güneş; bunlar, ruhun yolunu bulma ve aydınlanma arayışında rehberler olarak parlıyor. Bu süreçte, yaşamın sürprizlerine karşı açık olmak, dostane yunusların, yumuşakçaların ve kaplumbağaların kalplerini keşfetmek, ruhun zenginleşmesine katkıda bulunuyor…
Anlatının doruk noktasına varıldığında, ağaçların renk cümbüşleri, şelalelerin yudum yudum içimi; tüm bunlar, ruhun bu muazzam yolculuğunun birer parçası haline geliyor. Ruh, çığlıklarını gizlediği sessizliğinde huzur buluyor, sığ suların dinginliğinde derin anlamlar buluyor…
Ruh ,kendi kabına sığacak kadar büyüyerek var olmanın ta kendisi oluyor. Bu epik serüven, sadece bir varoluş hikayesi değil; aynı zamanda yaşamın derinliklerindeki anlamları arayan, mücadele eden ve sonunda büyük bir zafer kazanan bir ruhun destanı…
Selamlar…