- 161 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Nebi’yi (S.A.V) Sevmeyi Öğretmek
Bu günlerde yıllarca kaimpederimin camlı dolaplarına hapsolmuş birbirinden kıymetli kitaplarla bambaşka iklimlere yolculuk ediyorum. Öylesine kıymetli kitaplar ki, birkaçının ismini zikretiğimde bana hak vereceğinizi umuyorum. Eskilerin meşhur bir sözü vardır; “Altının kıymetini sarraf, kitabın kıymetini sahaf bilir” diye. Bu kabilden olmak üzere ne yazık ki bu kıymetli eserlerin kıymetleri bilinememiş. Bir Allah’ın kulu merak edip okumamış, sayafalarını bile çevirmemişler. Hatta bir hocamızın tabiriyle; “ Gençler, içinizden herhangi birisi, Merhum Ömer Nasuhi Bilmen Hoca Efendi’nin ‘Büyük İslam İlmihali’ isimli kitabını baştan sona kadar okusa ve ana hatlarıyla aklına yazsa hemen hemen bizim kadar bilgi sahibi olur” dediği Büyük İslam ilmihali’ninde aralarında bulunduğu bu kitaplardan bazılarının isimleri şöyle: Kuduri Metin ve Tercemesi (Müeelifi: Ebu’l-Hasen Ahmed b. El-Kuduri el-Bağdadi, Terceme eden: Süleyman Fahir), Büyük Dini Hikayeler (Hazırlayan: İbrahim Sıddık İmamoğlu), Fetvalar 1, 2 (Hazırlayan: Mehmed Emre), Kalplerin Keşfi (Müellifi: İmam Gazali), Tam Miftah-ül Kulub-Kalblerin Anahtarı (Müellifi: El-Hac Mehmed Nuri Şemsüddin-el Nakşibendi), Altun Silsile (Abdülkadir Dedeoğlu), Hayat’üs Sahabe 1,2,3,4 (Müellif: M.Yusuf Kandehlevi, Terceme : Sıtkı Gülle)...
Yukarıda söyledğim gibi birbirinden kıymetli bu kitapları büyük bir zevk ve heyecan içerisinde okumaya gayret ediyorum. Her okumamda bambaşka bir hakikatle karşılaşıyor, bu hakikat karşısında kendimle hesaplaşıyorum. En son okuduğum Hayat’üs Sahabe isimli eserin ikinci cildinde geçen bir olay beni çok etkilediği için sizlerlede paylaşma gereği duydum. Özellikle çocukları olanlar bu olayı hafızalarına iyi kazımalılar diye düşünüyorum. Öncelikle Asr-ı Saadet’e yolculuk ederek bu hadiseyi öğrenelim ve akabinde de üzerinde biraz muhabbet edelim.
<<Said b. Müseyyeb şöyle demiştir: “ Allah yolunda ilk kılıç çeken Zübeyr b. Avvam’dır (r.a). Şöyle ki:
Bir gün öğle üzeri uyurken: “Allah Resulü (s.a.v) öldürüldü”, diye bir ses duyar. Hemen yalın kılıç sokağa fırlar, dışarıda Resulullah (s.a.v) ile karşılaşır. Peygamberimiz (s.a.v):
- Zübeyr, ne oldu? Diye sorar.
- (Ya Resulallah), katledildiğini işittim!
- Peki, ne yapmak istedin?
- Vallahi Mekke halkından karşılaştığımı öldürecektim! Cevabını verir.
Onun bu cevabı üzerine Nebi (s.a.v) kendisine hayır dua eder ve :
- Haydi geri dön, diye buyurur.>>
Bu hadise cereyan ettiğinde Zübeyr b Avvam’ın (r.a) yaşı henüz on ikidir.
On iki yaşında bir çocuk düşünün ki, Peygamberine (s.a.v) bir zarar verildiğini duyar duymaz, kılıcını kuşansın, tek başına düşmana doğru yürüyüşe çıksın. Bir çocuk nasıl böyle bir bilince ulaşabilir? Bunun tek bir izahatı olabilir. Onlar çocuk da olsalar Peygamberimizi (s.a.v) kendilerinden, analarından, babalarından daha çok seviyorlardı. Onların gönüllerinde Peygamber (s.a.v) sevgisi dünyanın bütün nimetlerinin önüne geçmişti. Ayrıca İslamiyetin yeni yeni yayıldığı o yıllarda bir avuç inanmış insanın birbirlerine bağlılığı Peygamber (s.a.v) sevgisi olmaksızın nasıl inşa edilebilirdi ki?
Peki ya günümüzde durum nasıl? Bizim çocuklarımız Peygamberimiz’i (s.av) gerçek manada seviyorlar mı? Bırakın çocuklarımızı bizler sevebiliyor muyuz? Biraz özeleştiri yapalım, hepimiz vicdan aynamızla, gönül dünyamızla yüzleşelim. Bir bakalım orada neler göreceğiz, nelerle karşılaşacağız.
Mesela çocuklarımıza kitap okumamız, masallar, hikayeler anlatmamız, onlarla zaman geçirmemiz gerektiği psikologlar tarafından sürekli tembih ediliyor. Bizler de bu tembihlere kulak vererek çocuklarımıza ‘bir varmış, bir yokmuş...’ cümleleriyle başlayan masallar anlatıyoruz. Bu masalların arasında neler yok ki... Kül Kedisi’nin araba olan bal kabağından tutun da, kukladan insan olan, burnu uzayan Pinokyo’ya, Kaf Dağı’ndan uçup gökleri kaplayan kanatları olan Zümrüt-ü Anka Kuşu’na, kurdun tuzağına düşen Kırmızı Başlıklı Kız’dan çikolatadan evde tutsak edilen Hansel ve Grater’e, kötü kraliçeden kaçarak ormanda cücelerin yanına sığınan Pamuk Prenses’e varıncaya kadar onlarca masal anlatıyoruz, okuyoruz, çizgi filmlerini seyrettiriyoruz. Bunlar çocuklarımızın gelişimi için faydalı mıdır, zararlı mıdır, gerekli midir, değil midir, pek bilemeyeceğim. İşin uzmanları anlatın diyor, bizde anlatıyoruz. Fakat bu masalların, hikayelerin neticesinde küçük yaşlardaki çocuklarımız zaman zaman kendilerini o karakterlerin yerine koyarak değişik oyunlar üretebiliyorlar ki bu da normal olsa gerek.
Peki, acaba bizler, yine o yaşlardaki çocuklarımıza anlattığımız o çocuksu hikayelerin, masalların dışında, çocuk aklına uygun bir şekilde Peygamberimiz’i (s.a.v) anlatamaz mıyız?
Dinimizi öğretemez miyiz? İlla da birilerinin gelip Kur’an Kursları açmasını, çocuklarımızın o kurslarda okuyacak yaşa gelmesini mi beklememiz gerek?
Yeri gelmişken ifade etmeden geçemeyeceğim, Peygamberimizi kendi canından, anasından, babasından çok sevmek şöyle dursun, henüz Peygamberimiz’in (s.a.v) adını bilemeyen, falanca sanatçının, futbolcunun, artistin ne yediğini, ne giydiğini nerede yaşadığını, ne zaman doğduğunu vs. bilip de Peygamberimiz’in (s.a.v) doğum tarihini bilmeyen, abdestten, namazdan, gusülden bihaber çocukların olduğunu biliyoruz. Tüm bunları bildiğimiz halde işin sorumlusu olarak hep başkalarını gösteriyoruz. Çinlilerin dediği gibi; “başkalarını işaret ederken dikkat et, üç parmağın kendini gösteriyor”
Sözlerimi daha fazla uzatmadan toparlamaya gayret edeyim. Peygamberimiz bir hadis-i şerflerinde: "Çocuklarınızı şu üç haslet ile terbiye ediniz; peygamberlerini sevdiriniz; onun ehl-i beytini sevdiriniz. Kur’an okumasını öğretiniz." Diye buyuruyor.
Sevgilisi uğruna canından geçebilen, bir anlık sinirle katil olabilen, anasına, babasına asi evlatların arttığı, öğretmenini, hocasını tartaklayan öğrencilerin bulunduğu bir toplumda yaşıyoruz. Oysaki atalarımıza kulak verebilsek ne kadar isabetli bir iş yapmış oluruz. Ne diyor atalarımız: “Ağaç yaşken eğilir”. Hani uzmanlar diyor ya; “Çocuk, anne karnıdayken bile konuşulanları dinler, anlar” diye, bizler de bunun gibi yavrularımıza daha anne karnındayken Peygamberimiz’i (s.a.v) ve ehl-i beytini anlatıp, sevdirmeye gayret edersek, belli bir yaşa geldiklerinde Kur’an okumasını öğretirsek, bunlara ilaveten vatan ve millet sevgisini aşılarsak, evlatlarımızdan yine de şikayet edebilir miyiz?
Dünya ve ahiretin kurtuluş reçetesi,
Aşk ile sevmektir can-ı gönülden Nebi’yi (s.a.v).
Her şeyiyle dört dörtlük nesiller yetiştirebilmek dilek ve temennilerimle…
yusuf akkaya
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.