- 487 Okunma
- 4 Yorum
- 4 Beğeni
BİR SAMAHTA KİRKOR YETEROĞLU'NU DÜŞÜNMEK
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Can Kirkor’un sesini işitemediğim ikinci bayram bu. Artık neredeyse hiç kimsenin gerek duymadığını yapar; kısa ileti dururken telefon ederek pürüzsüz gür sesiyle hatırımızı sorardı. “Biz, eski berberlere tıraş oluyoruz...” der, sonra gülüşürdük. Anadolu görenekleriyle beslenen, nesli tükenmiş kelaynak kuşuydu O.
Her şeyin ters gittiği, dertlerin bölük bölük geldiği bir anda arar, “Sıkma canını be yavrum, biz ne güne duruyoruz “ der, ardından;
“ kent kirletir kalbin gözelerini
rüzgâr kıyısına çekilir yalnızlığın”
Dal şiirinden iki dizeyle kötülüklere karşın bu dünyadaki varlığımızın, yine de kıymetli olduğunu duyumsatırdı.
Bu sabah da, hayatımın her ânında ‘Telli Kuran’dan bir Abdal dersi gibi dinlediğim samahlardan birine denk geldim. Radyodan “Arapgir’den, Yücel Paşmakçı’nın derlediği samah” dendiğini duyunca, katlandıkça katlandı hüznüm, kaynak kişi Âşık Süleyman Elver idi:
Muhabbet eyledim sadık yâr ile
Ne hoş yerde ırast geldik yâr yârâ
Müşerref olmuşam hub cemaline
Ne hoş yerde ırast geldik yâr yârâ
Meydanında dolu bade içilir
Didarından hakkın nuru saçılır
Bahçanızda gonca güller açılır
Ne hoş yerde ırast geldik yâr yârâ
...
O denli bağlıydı ki atatoprağına; bağına bahçasına, Şepik’in rüzgârına, onyıllarca yerel gazetesi Arapgir Postası’na sürdürümcülüğünü hiç bırakmadı, şiirler-yazılar gönderdi. Oralardan bir andaç gibi sakladı o sayfaları, ayrı sevinçlerle gösterirdi bana, sevdiklerine.
Ortak bir arkadaşımızın annesi ağır sayrılığa düşmüşse haber verip “İstersen ara, iyi olur” derdi.Ya da cenazesi için bilgi verirdi. 2016 Nisan’ında annemi kaybettiğimizde Ümraniye’deki babaocağına başsağlığı için gelen tek kişiydi edebiyatçı çevremden, kimileri telefon bile etmemişken. Salt benim cenazeme değil, yüzlerce insanın acısına ortak olmuştur. Kimin derdi varsa yardım etmek için koştururdu, onu yavaşlatan astımına aldırış etmeden.Yılda birkaç kez iki-üç gün yatıran sayrılığımda ulaşamayınca, annemi arayıp “İlhan’ı merak ettim, iyi mi?” diye sormuşluğu az değildir. İnceliği sürekli harlayan iyilik ateşi.
Türkçe konusuna hep özen gösterirdi, yanlış kullanımlara sinirlenirdi: Trafikte, “bekleme yapma ticari taksi” uyarısına. ‘Beklemek’ varken, ‘bekleme yapmak’ da neyin nesiydi! Ya da “saat 10.00 civarında” ya tepki gösterirdi. Okul mu, banka mı civarında olacak? “10.00 sularında, sıralarında” olmalı, derdi. Toplumdaki yaygın vurdumduymazlıktan, doğanın katledilmesinden, hayvanlara zulümden, benzeri şeylerden uzun uzun yakınırdı. Ben de “Sabaha dek konuşsak, hiçbirini değiştiremeyiz, yalnız kendimizi üzmekle kalırız” derdim.
Yeterince okuyup yazamadığından şikâyet ederdi, haklı olarak. Emekli olduğu halde, geçinemediğinden yıllardır Anadolu yakasından karşıya gidip gelirdi. Kendine uygun olmayan yeni bir işte yaşamın zor koşullarına direnebilmek için. İşhanındaki ortak tuvaleti kullananların kâğıtları acımasızca israf etmelerine, muslukları çok açıp kapamamalarına, çıkışta ışığı söndürmemelerine dertlenirdi. Onları uyarmaktan çekinmezdi hiç, ben de “Aman Kirkor, bin türlü insan var, dikkat et!” derdim. Son biriki yıldır işten çıkarılma endişesi, patronun iki dudağı arasında bir kararı beklemek, yıpratmıştı. Korktuğu başına geldi, -belki de- işsizlik kaygusu, beyin kanamasını tetikledi. Oysa yaşasaydı, rastlantıyla bir müjde kapısı aralanır gibi olmuştu. Kuzguncuk’taki kilisede onu yormayacak çalışma olanağı çıkmıştı. Parası az da olsa, İcadiye’den her gün yürüyerek gidip geleceği, okumaya zaman bulabileceği kadim bir mabet. Rahmetli şair ağabeyimiz Nahit Övünç’ün Yenigün Sokağı’na komşu, bitişiğinde cami bulunan yer. Çok sevinmiştim ama küçümencik torununa Dede olmanın bahtiyarlığı kısacık sürdü, güz oldu.
Ölümünden kısa sıra önce görüştüğümüzde, Gata’daki tahlil sonuçlarını getirmişti. D3 dipteydi, B12 ile demir değerleri de düşüktü. Hekim, takviye yazmıştı. İlaçları, düzenli almasını, halsizliğinin bu eksiklikten kaynaklandığını, söylemiştim. “Tamam” demişti ama...
Bazen isim yapmış bir şairle tanışmasından söz ederdi. “Beni biliyormuş, adımı duymuş” derdi belli belirsiz sevinçle. Ardından Kırık Çan’ın ikircimiyle eklerdi,
“Benim bir yerim var mı, bilinirliğim var mı edebiyatımızda, sence? “
Yaklaşık dört yıl önce, yıllardır dergilerde kalmış ya da inci gibi elyazısıyla dosyada bekleyen düzyazıları, değerli dostumuz Şenol Gürel’in büyük emeğiyle, bilgisayara aktarılmıştı. Kirkor’un bilgisayarla arası hiç yoktu. Bir yıla yakın süre içinde pekçok kez biraraya gelinerek ya da telefonla, tümce tümce, özenle çalışılarak, o inanılmaz titizliğe yaraşır bir dosyanın yayıma hazır hâle getirilmiş olması benim tek tesellimdir.
Adı: Selinti Yıllar, ya da benim önerdiğim biçimiyle: Selinti.
Ömrümüz de bir bakıma Selinti, değil miydi?
Sahi, biz ne zaman ‘ırast gelmiştik’ Can Kirkor’la, ilk nerede? O, ayrı bir yazının konusu olur, uzun olur, ömrümüzün yarısından çok olur.
“bağlarbaşı’nda bir ev
saçaklarında güvercin teleği
fıstıkağacı’ndan geçer mi yine tramvaylar”
diye sormuştu Güz Fırtınası’nda. Ne 60’lı yıllardaki tramvayların çın sesi kaldı ne cumbalı evler ne “yeşil erik yolduğumuz bahçeler” ne de Kardeşim’in usul boylu yürüyüşü.
Sevgili Kirkor,
seni düşündükçe
ilkgençliğimin geçtiği yerlerdeki o gizemli gömütlükte
toprağında ‘gonca güller açılır’, ılgımlar ağar anılarımızdan...
İstanbul, 28 Haziran 2023
YORUMLAR
Çok içli bir yazı; Ermeni asıllı ve işsiz, herhalde "emekli" de değil. Ortak kullanılan tuvalet temizliyor ve bu işi kaybetmemek, yani var olabilmek için çırpınıyor. Arapgir ve Eğin( Kemaliye) 1915 öncesi Ermeni yerleşkeleri. Arapgir, Divriği'ye bağlı benim köyüme sadece 45 Km. Her yıl Malatya'dan köyüme giderken Arapgir'in içinden geçerim. Arapgir'den Malatya'ya giderken Konak köyünün hemen üst tarafındaki acısu ? denilen yerde topluluklar yok oldu (Birkaç yıl önce oraya Konak köylüleri dubleks evler yaptılar) Civar köylerden talan için gidenler beşikteki kız bebekleri evlerine getirmişler. Bunlara "gavur kızı" deniliyordu. Benim köyüme getirilen kız çocuk 6-7 yaşlarına gelince kıskançlık krizine giren öz çocuklar göle atarak boğmuşlar. Komşu iki köydeki kız çocukları büyüyüp evlenmişler. Bir köydeki Gavur kızının erkek çocukları çiftçilikle uğraşırlardı; onların çocukları İstanbul'da yaşıyorlar, ama kız kardeşlerine köyde ev yapacak yer vermemişler, kız kardeşleri de mahkemeye vermiş, onlar da kardeşimi avukat tuttular. Diğer köydeki Gavur kızının torunu Çorap fabrikatörü olmuş, Fransa'da soydaşları ona çok yardımcı olmuşlar. Birkaç yıl önce Arapgir'den köyüme giderken yol üstünde Gavur kızının torunu babasına jip kullanımını öğretiyordu. Sonuç olarak, Arapgir, Eğin, Divriği ve belki başka ilçelerin köylerinde yaptıkları karasaban, semer, palan, nalbantlık, keçe, vb işlerle tarımsal üretime katkı yapan bu güzel halk ...
Krikor'a Tanrı'dan rahmet, atalarına kavuşmasını diliyorum.
bohun tarafından 9.1.2024 21:05:06 zamanında düzenlenmiştir.
güzel bir yazı. dost kahvesi içer gibi okudum, bir yerlerden tanıyormuş gibi satırları araladım. çok vefalı. Eski İstanbulun gizemli sokaklarında gezinir gibi . kaleme sağlık
ilhanbuyukcebeci
Sizden bir yankı gelmesi anlamlı, ardından.
Sağ olun Dost.
Okumadıysanız,
Burada Nisan 2023'te paylaştığım yazımı da önermek isterim.
Daha yakından tanımak için onu.
Kardeşin Aramaz, Kirkor Yeteroğlu Arar(dı)...
ilhanbuyukcebeci
O denli az yankı geldi ki kuyuya attığımız
bu çiçek dalına...
Var olun.
Okumadıysanız,
burada Nisan 2023'te paylaştığım
önceki yazımı da önermek isterim:
Kardeşin Aramaz, Kirkor Yeteroğlu Arar(dı)...
Hayat, zamanın dokusunda nakış nakış işlenen bir hikaye gibidir. Can Kirkor, bu hikayenin özgün karakterlerinden biriydi; gür sesiyle, Anadolu'nun esintisiyle, kelimelerle resmedilen bir tabloydu. Bugün, onun yaşamının bir selinti gibi geçtiği zamanın izlerini takip ederek, bu hikayeye bir saygı duruşu yapalım…
Can Kirkor'un sesinin kaybıyla birlikte, hayatın ritmi değişmiş, telefon ederek duyulan pürüzsüz gür sesiyle hatır sorma geleneği zayıflamış.Anadolu'nun derinliklerinden beslenen, nesli tükenmiş kelaynak kuşu gibi özgün bir kişilikti. Şiirin ete kemiğe büründüğü anlarda, kent kirleten kötülüklere karşı direnişi, dalından koparılmış iki dizeyle dile getirirdi…
Her köşesine dokunduğu Anadolu'nun, Arapgir'in ve kendi bağının sevdalısıydı. Yerel gazetesi Arapgir Postası'nda sürdürdüğü kalemiyle, şiirleriyle yaşamını taçlandırdı. Dostlarının sevinçlerini, dualarını ve hüzünlerini saklayan, paylaşan bir dosttu. Onun yardım eli, sıkıntıların ve kayıpların zamanında en çok ihtiyaç duyulan bir teselli kaynağıydı…
Tutkulu bir dil savunucusu olarak, Türkçe'ye özen gösterir, dilin doğru kullanımına titizlikle dikkat ederdi. Anlam yitimlerine karşı bir direniş, doğaya, hayvanlara karşı duyarsızlığa karşı duyarlı bir duruş sergilerdi. Onun bu duyarlılığı, yaşamı boyunca süren emekliliğine rağmen Anadolu'nun karşı yakasından karşıya geçişini sürdürmesine neden olmuştu…
Can Kirkor, dostluklarını, insan ilişkilerini değerli kılar, dostlarının acılarına ortak olmayı bir görev olarak görürdü. Annesinin kaybında, onun yanında olan tek kişi olması, insana duyduğu derin sevgi ve sorumluluğun bir yansımasıydı. İnceliği, iyilik ateşiyle sürekli harlanan bir samimiyetle kaynaşırdı…
Son yıllarında sağlık sorunlarıyla boğuştu, işsizlik endişesi onu yıprattı. Ancak umut ışığı, Kuzguncuk'taki kilisede bulduğu huzurlu bir çalışma ortamında belirdi. Ne yazık ki, bu yeni başlangıç kısa sürdü, güz mevsimine dönüştü…
Hayat, anılarımızın kalbinde "gonca güller açan" bir selintidir. Can Kirkor'un gür sesi, dostluğu ve sevgisiyle dokunduğu her an, bu selintinin izlerini taşır. Onu anmak, geçmişin melodisini duymak ve yaşamın kıymetini fark etmek demektir. Unutulmaz bir dost, yaşamın selintisinde bıraktığı izlerle hep yanımızda…
Selamlar…
ilhanbuyukcebeci
Bu emek ürünü derkenar, içten bir yankı olmuş.
Çok teşekkür ederim Dost.
*
Okumadıysanız,
Nisan 2023'te burada paylaştığım başka bir yazımı da önermek isterim,
Kardeşin Aramaz, Kirkor Yeteroğlu Arar(dı)
Kirkor'u, biraz daha yakından tanımak için.
bir önceki yazım