- 160 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
İKİ MAYIS ACI GÜN
Mümtaz dayı, elli yaşlarında, kafasının üstü harman gibi açık, yanları tıraşlı, kır saçlı. Siyah, gür kaşlarının altında siyaha yakın koyu kahve, yumuk gözlü. Geniş, hokka gibi burnunun altında ince kesim, kır bıyıklı. İnce dudaklı küçük bir ağız ve altında fazla geniş olmayan bir çene. İnsanın içini ısıtan tontiş bir yüze sahip. Boynu kısa, hafifce şişman, ortanın biraz altında bir boya sahip.
Bir fabrika işçisi, sendikalı, bir buçuk yıl sonra emekli olacak. Yaşından dolayı sekiz - dört vardiyasına gidiyor. Evli, iki çocuk babası, umudu kırılmayan, tazminatı ve şimdiye kadar ki birikimi ile ev alma hayali olan bir kiracı. En önemlisi kimseye muhtaç olmadan şimdiye kadar geçinebilmiş olması.
O sabah, kuşluk vakti kalktı. Doğruca banyoya gitti. Elini yüzünü yıkadı. Elektrikli traş makinesi ile yavaş ve özenli bir şekilde traşını oldu. Yüzüne krem sonra losyon sürdü. Aynada yüzünü son bir kez kontrol etti. Yatak odasına geri döndü. Pijamalarını çıkardı, katladı, komidindeki yerine özenle koydu. Sonra dolaptan ütülü, kumaş siyah pantolonunu giydi. Yine komidinin üst gözünden deri kemerini çıkardı ve pantolonun kopçalarına özenle taktı, kemerin ucunu tokadan geçirdi, üçüncü delikte tokaladı. Oğlunun, doğum gününde hediye ettiği, gri tonlara sahip kazağını giydi. Çoraplarını da giydikten sonra mutfağa doğru gitti.
Hanımı ondan önce kalkmış ve kahvaltıyı hazırlamış. Çayı demlemişti. Mümtaz dayı mutfağa girdi. “Günaydın hanım.” diyerek kahvaltı masasında ona ait, kimseyi oturtmadığı yerine oturdu. Çatalla küçük bir parça peynir götürdü ağzına. “Hanım, çay olmadı mı daha?” diye seslendi. Hanımı “Beş dakikaya hazır olur.” diye cevapladı. Kısa bir sessizlik oldu. Mümtaz dayı “Hanım bugün Bir Mayıs, emekçinin bayramı, Taksim Meydanı’nda kutlayacağız.” diyerek sessizliği bozdu. Hanımı “Bu yaşta senin neyine meydanlar. Otur yerinde bey.” diye çıkıştı. Mümtaz dayı “Senin aklın böyle şeylere ermez hanım. Karışma benim işime.” diye sertçe yanıt verdi. Bu arada çay demlenmişti. Fabrikadaki çay molalarında su bardağıyla çay içmek alışkanlık olmuştu. Evde de su bardağıyla içerdi çayını, su bardağıyla çayı önüne kondu ve sessizlik içinde kahvaltılarını yaptılar.
Mümtaz dayı kahvaltısı bittikten sonra kalktı, mutfaktan çıktı ve evin kapısına yöneldi. Kapının önünde durdu, ayakkabılarını giydi. Hanımıda gelmişti. Hanımı askıdan Mümtaz dayının yeşil parkasını almış ayakkabısını giymesini bekliyordu. Mümtaz dayı doğrulduğunda, hanımı yeşil parkayı tuttu. Mümtaz dayı yarım dönerek, önce sol sonra sağ kolunu geçirdi. Parkayı vücuduna iyice oturttu, fermuarını çekti ve kapattı. Hanımına döndü “Akşama geç kalabilirim. Mitingten sonra arkadaşlarla takılacağız.” dedi ve kapıyı açtı. Sonra çıktı gitti.
Evi Gülbağ yokuşunun ortalarında, Çağlayan Meydanı’na on beş dakika yürüme mesafesinde idi. Yokuşu çıktı. Ara sokaklardan Mecidiyeköy’e çıktı. Ana yol üzerinde ikili, üçlü, beşli insan grupları Çağlayan’a doğru ilerliyorlardı. Kiminin elinde bayrak, kiminin elinde Bir Mayıs içerikli flamalar vardı. Mümtaz dayıda onlarla birlikte ilerledi Çağlayan’a. Çağlayan Meydanı’na vardığında, epeyce bir zaman, bağlı bulunduğu sendikanın toplanma yerini aradı. Çok geçmeden buldu. Aralarına katıldı. Tüm sendika üyeleri gibi kendine verilen üstü logolu, tek parça üstlüğü, kafasından geçirdi, yanlardan koltuk altı hizasından bağladı. Bir çoğunun eline, bayraklar, pankartlar, uzun uzun sendika flamaları verilmişti.
Bir süre sonra hareket zamanı gelmiş, her bir sendika ve grup kendi kortejini oluşturmuştu. Kortejler sırayla Taksim’e gitmek için Şişli’ye doğru hareket ettiler. Davul, zurnalar çalıyor, sloganlar atılıyor, marşlar söyleniyordu.
Tam bir bayram sevinci ile varılmıştı Taksim’e. Anıta çelenkler konuldu. Program dahilinde kurulan sahneden konuşmalar yapılıyor, bu esnada zaman zaman sloganlar yükseliyordu.
Ne olduysa tam o sırada oldu. Ortalık birden karıştı. Meydanın sağı, solu ve AKM tarafında, dörtlü beşli sıra oluşturan polisler harekete geçmiş. Meydanda tam bir kargaşa yaşanıyordu. Topluluğun orta kesimlerine gaz bombaları atılıyor. Joplar inip kalkıyordu.
Mümtaz dayı herkes gibi şaşkınlık içinde sağa sola koşturuyor. Arada bir jop hissediyordu, omuzunda, sırtında. keskin biber gazı nefesini tıkıyor, gözleri acıyla karışık yaş içinde, itişmeler kakışmalar içinde ne yapacağını, nereye gideceğini bilmez bir halde ordan oraya savruluyordu.
Bir müddet sonra dengesini yitirdi ve yüzükoyun yere yıkıldı. Genç bir polis memuru başına dikilmiş, elindeki copu acımasızca indiriyordu. Bir, iki, üç. Mümtaz dayı bu arada zar zor yüzünü polise döndü. Biber gazının etkisiyle net göremiyordu ama avazı çıktığı kadar bağırmaya başlaşladı: “Vur, daha sert vur, emek hırsızının eli, vur.” Polis memuru Mümtaz dayının yüzünü gördüğünde joplu eli havada asılı kaldı. İtişmeler, kakışmalar arasında Mümtaz dayı nasıl olduysa o curcunanın içinden kurtulmuş ve kendini Menekşe Sokağı çıkmazına atmıştı.
Gözleri yanıyor, göz yaşları yanaklarından süzülüyordu. İnanılmaz ağrılar içindeydi. Polis jopları, üstüne basanlar, morluklar ve bir kaç ufak yara ve sıyrıklar vardı. Üstü başı perişan, toz toprak ve kan içindeydi. Kafasını sokağa doğru uzattı ve meydana doğru baktı. Tamsim Anıtı karşısındaydı. Tekrar kafasını çekti. Dayanamadı bayıldı.
Gözlerini açtığında hastanedeydi. Yaraları pansuman edilmiş, bandajlanmıştı. Hemşire kalıcı bir hasar olmadığını, evi gidebileceğini söylerken eline üç günlük bir rapor tutuşturdu. Ağrılar, sızılar içinde hastaneden çıktı. Hastane durağından bir taksiye bindi.
Eve geldi, kapının ziline bastı. Kapıyı hanımı açtı. Mümtaz dayıyı o halde görünce, feryat figan “Ne oldu bey, bu ne hal, birşeyin yok ya.” diye bağırdı. Mümtaz dayı salonda çekyata ayaklarını uzattı. Mümtaz dayının hanımı arada bir “Sana vuranların elleri kırılsın, gün yüzü görmesinler.” diye söyleniyordu. Ara ara da Mümtaz dayıya bir şey isteyip istemediğini soruyordu. Mümtaz dayı suskunmu suskun. Sadece kafasıyla istemediğini işaret ediyordu. Mümtaz dayı o geceyi çekyatta geçirdi.
Ertesi gün ağrıları biraz hafiflemiş, doğrulmuştu. Bir kaç parça bir şey atıştırdı. Televizyonu açtı. Dünkü Bir Mayıs olaylarını izliyordu. İzlerken kızıyor, bazen kendi kendine söyleniyordu. Canı iyice sıkılmıştı. Hışımla kumandaya sarıldı ve televizyonu kapattı. Bir müddet yine suskun oturdu. Vakit geçiremiyordu.
Saat iki civarında kapının zili çaldı. Mümtaz dayının hanımı kapıyı açtı. Karşısında sivil, iyi giyinimli, kırkbeş yaşlarında, bıyıklı, uzun boylu biri ve resmi kıyafetli iki polis komseri vardı. Sivil kıyafetli olan bey “Girebilir miyiz, önemli birşey için geldik.” diye konuştu. Mümtaz dayının hanımı, eliyle işaret ederek “Buyrun.” dedi. Ayakkabılarını çıkardılar. Mümtaz dayının hanımı yol gösterdi. Salona Mümtaz dayının yanına geçtiler. Sivil olan Mümtaz dayıya “geçmiş olsun.” dedi. Mümtaz dayı karşısındaki çekyatı göstererek “Buyrun, oturun.” diye yer gösterdi. Sivil kıyafetli bey oturunca, resmi kıyafetli komserlerin biri sağına, biri soluna oturdu. Hanımı içecek bir ve kurabiye türü bir şeyler getirmek için mutfağa gitmişti.
Bir müddet suskunluk oldu. Mümtaz dayı suskunluğu “Niçin gelmiştiniz?” diyerek bozdu. Sivil bey “Ben emniyet müdürüyüm. Oğlunuz Yağız Keser için gelmiştik.” dedi ve tekrar sustu. Kısa bir suskunluktan sonra Mümtaz dayı “Evet benim oğlumda polistir. Birşey mi oldu oğluma?” Sivil kıyafetli emniyet müdürü “Nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum ama söylemek zorundayım. Oğlunuz, bugün on bir sularında, emniyetin tuvaletinde tabancasıyla intihar etti. Başınız sağolsun.” derken başını önününe eğdi.
Mümtaz dayı beyninden vurulmuşa döndü. Gözleri bir noktada sabitlenmiş, öylece kalakalmıştı. Etraf kararmış, tansiyonu düşmüş, oturduğu yerden sendeliyordu. Mümtaz dayı gayri ihtiyarı kafasını salladı. Emniyet müdürü yerinden kalktı. Elinde bir kağıt vardı. Ortadaki sehpanın üzerinden uzanarak; “Bu notu size bırakmış.” Mümtaz dayı zar zor uzandı, aldı kağıdı. Dörte katlanmıştı. Yavaş yavaş açtı ve kağıdı okudu. Şöyle yazıyordu:
“Baba, artık senin oğlun emek hırsızının eli olmayacak."
Sadık UYGUR (26 . 04 . 2022)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.