Keten Tohumu
Hastasın, derdine çare arıyorsun. Ölüm nihayet ama acıyla da yaşanmaz diyorsun. Doktor, doktor dolaşıyorsun. Paralar saçıyorsun ama ne derdin yok oluyor ne de acıların.
Hiç inanmadığın, her defasında kocakarı inanışları bu dediğin, alternatif tıbba yöneliyorsun. Keten tohumu… Ne bitkileri karıştırıp çay niyetine içiyorsun. Tadı acıymış, iğrenmiş demiyorsun. Ev nerdeyse samanlık gibi doluyor, yığılıyor kurutulmuş otlar, adını bilmediğin niceleri…
Belin bükülüyor, ağzında tat kalmıyor, gücün tükeniyor, hiç bir şeyden zevk alamıyorsun. Hatta ölsem diye senaryolar yazıyorsun. Ölüm sonrası öylesine karanlık ki… Bilmediğin bir yer, nelerle karşı karşıya geleceksin bilmiyorsun. Çektiğin acılara rağmen geçiyorsun!
Bu acı nasıl bir şey ki diye düşünmeye başlıyorsun. Seni esir etmiş ama nasıl bir canlıdır göremiyorsun? sanki seninle, sırrını saklar gibi saklambaç oynuyor diye düşünüyorsun. Ah ortaya çıksa da ne istiyor anlaşabilsek diyorsun. Hayatın ticaretle geçmiş, her istenilenin bir karşılığı yahut bedeli var diyorsun. Çağrılar yapıyorsun ortaya çıkar diye, utanıyor herhalde gelmiyor diyorsun. Çocuksu bir yaklaşım işte…
Seni seven sevmeyen her kişi bir çare üretiyor. Etrafında kuru bir kalabalık…Hani diyorsun bu sesler olmasa, şifa bulacağıma inandıran bu kuru kalabalık olamasa ne yapardım ki diyorsun. Acı çekmediğin bir anda yaşasan bu dedikleri aslında izin vermeyeceğin bir durumdur. Aslında umut veren yılan bile olsa, korkuyu bir kenarsa koyup ona sarılıyorsun.
Ne kadar her şeye sarılsan, umut kabuk bağlasa… Acı günden güne artıyor. Bu akan selin ve zamanın içinde, belki bir kasırga uçuruşunda yaşamdan tat almadan zaman akıyor. Neye inanmalı, inanmak gerekiyor mu? Kim benim gerçek dostum sevenim, aşığım… Ne melodi, ne mevsimler, ne başarılar… O an hayalin içinde heyelana karışıp yok oluyor. Eğer dünyada yaşayacaksam diyorsun, onu gerçekten yaşamalıyım. Bu acılarla yaşayamıyorum işte. Gözümü kapatsam, uyumaya çalışsam bir an, uyanır mıyım diye düşünmeye bile başladım durumundasın.
Nice bir zaman sonra bu acının ruhtan gelen bir iteleyiş ile geldiğini düşünmeye başlıyorsun. Ruhun anlaşılmadığı zaman tene feryadı mı acaba bu? Ağlayan bebeğin sesi gibi… Ağlamakla derdini anlatır ya… Ruhum ne istiyor diye düşünmeye başlıyorsun?
Ruh, İnsana Allah tarafından bağışlanmış ya… Herhalde ilahi bir sırra kodlanmış, Allah’a varışı isteyen bir yolculuk! istediği… Ancak o güne kadar, ne dindi derdin, ne de Allah… O sese kulak vermekte gaye olsa, ruhu nasıl ikna edeceğim diye düşünüyorsun. Beden olsa maddeyle ilgili ne varsa alabilir, onun derdine çare bulunabilir ama ya ruh?
Ruhta sırlarla dolu. Ne görünüyor ne de konuşuyor. Hep beden dili ile derdini anlatıyor. Ama derdinin ne olduğunu söylemiyor. Acı ile bedende hissettiriyor kendini. Biz bedeni acıdan kurtaracağım derken, geçen huzur kısa sürüyor. Çünkü ruhun mesajını çözemiyor işte. Onu ne tanımak istemiş, ne varlığını kabul etmiş, hep bedenin peşinde koşmuş. O acırsa çarede doktor da, otta, öğütlerde bilmiş. Ruh hep acı çekmiş ve hapsolduğu tene sinyal yollamış acılarla. Hani kim ruhunu tanıyor, yani Allah’ı. Ruh ancak, ilahi hedeflerin beşiği. Eğer ilahi bir hedef onu beşikte sallamazsa, bende acı çekiyor. Acı da dinmiyor. Hani falan virüs, filan mikrop girmiş tenine diyorlar, yalan ya… Yalan.
Açmış interneti, sorgulamış… Ruha varış veya tanıyış nasıl olmalı diye. Hep korku filmleriyle karşılaşmış. Hani bazıları mide bulandıracak kadar vahşi. Bu aramadan vaz geçmiş, dinsel arama yolunu seçmiş. İşte İslam… Son din. Fena Fillah’a kadar giden yol. Kalpten öteye, yokluğa… Ölmeden ölmek olan felsefeye… Bunu başaranlar olmuş. Ya nasıl olurda yemeden içmeden bu ereğe varır ki insan. Ruh yemiyor ki diyor bir yerde. Yiyen beden. Yiyip içtikçe zehirlenen… Ruhu sıktıkça sıkan! Beden ruhun içinde küçülüyor adeta kaybolurcasına. Bu acıyı yok etmek için, bedeni şımartan dünyalık nimetleri yok saymak! Bu nasıl mümkün olabilir ki? Ama yedikçe içtikçe de doyumsuzluk had safhada, fazlasını istettiriyor.
O kadar acı çekiyor ki, zaten dünyalık nimetlere uzak, İstese de tadamıyor. O cendere de ruh canlanıyor adeta, ilham yoluyla, “Allah’ı tanı, Kur’an-ı öğren. O bana ilaç. Eğer Allah’ın ilmini öğrenir ve yaşarsan beni anlamaya başlarsın. Bedeninde acılar sona erer. “
Uykudan uyanıyor. Öğlen olmuş, güneş sımsıcak bakıyor ona. Bedeni ıslak, yataktan fırlıyor… Bir ses işiyor, kurtuluşa ermek için gel aramıza diyor. Sendeliyor. Bedeninde acılar bitmiş… Yeniden doğmuş gibi ağlıyor, yine bebek gibi…
Saffet Kuramaz, 07.01.2024, sesiz bir gece vakti, Ankara
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.