- 203 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
ŞİİRE YENİ BAKIŞ AÇISI
NOT: Şiir Sarnıcı (e-dergi) 18. Sayısında yayımlanmış bir denemedir.
Sanat yapıtının; ne olup olmadığını, üretirken dikkate alınması gereken ölçütleri, insanla ilişkisinin nasıl olduğunu, önemli katman ve tabakalarının (ögelerin) neler olduğunu ve bunların birbirleriyle ilişkilerinin durumunu çözümlemeye çalıştım beş kitabımda… Dahası sanat felsefesi ve diğer bilimlerin eşgüdümünde yapıtın içerdiği ayrıntılara yeni bir bakış açısı oluşturmak istedim. Açıkçası bugüne dek yapılmamış bir yaklaşımla sanatı/şiiri çözümlemeye çalıştım. Ne ilginçtir ki toplumumuz yazar-şair-çizerlerinden bir kişi çıkıp “Bu nedir”, diye merak edip sormadı. Uzayda ya da ayrı dünyalarda üretilen sanattan/şiirden söz etmiyorum kitaplarımda; dünyamızdan hatta ülkemizde üretilen şiirden-resimden-öyküden söz ediyorum… İki tane sanat kuramı saptadım, ilgili bilimlerinin eşgüdümünde bir sanat çözümleme tekniği ve bir edebiyat eleştiri sistemi ortaya koydum. Kısacası yapıtın; üretiminden çözümlemesine, ölçümlemesinden eleştirisine kadar olan süreci yeni bir bakış açısı altında incelemeye çalıştım. Ülkemizdeki şairi ve yazarları geçtim, yüzlerce sanat eğitim kurumunun olduğu, binlerce akademisyenin olduğu bir ülkede hiçbiri ne oluyor diye kafasını kaldırıp bakmadı, inanır mısınız? Öne sürdüğüm teknik ve kuramlar, bana göre önemli bir yaklaşım biçimi ve incelenmesi gereken ciddi tez konularıdır. Bunları dile getirmekteki amacım, yakınmak ya da şikâyet değil elbette. Araştırma ve incelemelerim sonucunda; sanat alanında özellikle şiirde ulaştığım, eksikliğini gördüğüm ve ivedi ele alınmasına gerek duyduğum birkaç ayrıntıya dikkat çekmek içindir.
Ortaya koyduğum şeyler; elbette gün yüzüne çıkacak, aranan ölçütler olacak, tez konuları ve kitapların referansı olacak ancak şu anda, sanat ve eğitiminde gecikiyoruz; benim kaygım bundandır… Var olan yapıtı bir diğeriyle karşılaştırmayla, var olanı değişik açılardan incelemeyle sanat eğitimi olmaz eğitimci dostlar. Bu tür yaklaşım, tarihsel bilgiyi didiklemekten hatta yinelemekten başka bir işe yaramaz. Öğrenciyi öykünmeye, eğitimciyi de tembelliğe ve alışılmışlığa iter. Edebiyat tarihçiliğini ve sanat tarihçiliğini bırakıp bu işin felsefesine girmek, bilgi ithal etmek yerine kendimiz sanatsal bilgi üretmek zorundayız? Örneğin, birazcık ayrıntıya girdiğinizde göreceksiniz ki şiir sanatı, söylenceler üzerine kurulu bilgi kirliliğine zorunlu bırakılmıştır. Genelleme ve şişirme tümcelerle sayısız metin yazılmıştır.
Bilgi evrenseldir; ne var ki sanat özelden/yerelden evrensele gelişen bir olgudur. Yeni bilgi üretilmedikçe dış ülke düşünürlerinin söylediklerine bağımlılık ayyuka çıkar. Bugün Türk şiirinde olduğu gibi… Diğer bir söyleyişle, yeni ve farkındalıklı sanatsal bilgi üretilmedikçe bir adım daha ileri gidilemez. Bırakınız yazar-şair yaşam öykü ve ritüellerini; neyi, niçin ve nasıl yaptıklarını; bunlardan bir sonuca varılmaz. Bunlar, edebiyat dünyasının çerezleridir. O değerleri yetiştiren ortam ile düşüncenin derinliğine ve zenginliğine dönülmelidir. Yapıtı var eden ögelerin dayandığı temellere gidilip incelenmelidir. Bu temele gidince görülecektir ki keşif bekleyen, doldurulması gereken pek çok açık alan ortaya çıkacaktır. Bu kadar bilginin ortasında “Şiirdeki boşluklara neden çözüm üretilememiştir” sorusunun yanıtı, her sanatçı ve sanat eğitimcisi sorumluğudur kanımca. Örneğin şiirin ses ve çağrışımı konusunda neredeyse hiç çalışma yoktur Türk yazınında.
Şiir, yaşamsal ilişkilerin derindeki ayrıntılarını saptayıp öz ve sindirilmiş söz biçimleriyle anlatabilme sanatıdır. Üretilebilecek pek çok tanımdan biridir elbet bu tümce… En azından genelleme bir tümce olmadığını söyleyebilirim. Bu kısa tanımdan yola çıkarsak, şiirle ilgili bugüne dek yazılmış çoğu metin sahibi, kendini sorgulamalıdır. Nükte veya mizah dışında, şiiriniz bir başkasını/başkalarını aşağılıyorsa, karalıyorsa, rencide ediyorsa, bağırıp çağırıyorsa anlamalısınız ki siz şiiri estetik değer üretmek için değil; yalan yanlış edinilmiş hırs, inanç ve öğretilerinizi okura dayatmak için kullanıyorsunuz demektir. Kısa bir soru soralım mı? Bu amaç dışında şiir yazan kaç şair vardır sizce? Şairin, toplumumuzda sanatçı kimliğinden önce politik kimliği ön planda tutuluyorsa elbette burada sanat felsefesine göre sorgulanması gereken önemli bir yan vardır. Bu durumda şiir ve diğer yazın dallarında keşif olmaz, açılım ve yenilik olmaz. Siz, şiirinizde gerçekliği tüm çıplaklığıyla dayatmalardan arındırılmış biçimde ortaya koyuyorsanız o şiir, zaten politik bir şiirdir. Gerçekliğin dile getirilmesi, politik davranışla özdeştir. Ürettiğiniz yapıt da… Öncelik sanatın temel ilkelerine verilmeli ki ilkelerden şaşıldığında nerede yanlış yapıldığı görülebilmeli. Özellikle şiirdeki çoğu yanlışlıklar, şiirin temel doğruları haline dönüşmüştür.
Şairi olumsuzlukların beslediğine dair bir kanı vardır Türk şiirinde. Şairin besin ve esin kaynakları olumsuzluklar değil; yoğun duygu, bilgi ve içselleşmiş kültür birikimidir. Ancak bu kanı, normal bir çıkarımdır, hak verilebilir; ne var ki savaş ve yokluk görmemiş bir kuşağa da olumsuzluklardan derlenmiş bir şiiri haklı gösterecek bir gereciniz bugün için yoktur. Çünkü onların duygularını sarsan şey, gerçekliğin insan ilişkileriyle doğru yönde mantık ötesi kullanılmasıdır. Değişik şekilde söylersek, onların duygularını ele geçirmenin yolu, yaratıcı zekâ gösterisi ve var olanı kendi gerçekliği içerisinde sarsıcı, duyarlı bir şekilde öne çıkarabilmektir. Zaten çağdaş sanatın temel yönelimi de bunu göstermiyor mu? Bu kuşak; derlenmiş öykülere, kulaktan kulağa aktarılmış ritüellere, gerçekliği kanıtlanmamış ön kabullere inanmayacak kadar dayatılan oyunlardan haberdardır ve bilgilidir. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu ayırt edebilen, bilgiye kolay ulaşabilen bir hedefle karşı karşıyayız. Kabulleriniz, öğretileriniz ve inançlarınız, siz yazar şairlerle ilgilidir. Sanat üretim süreci bunlardan tam anlamıyla soyutlanamaz ama en azından bilimsel davranıp daha mantıklı yollar bulunabilir. Geriden gelen kuşağı anlamaya çalışıp biraz kendimizi güncellememiz gerek, değil mi? Bunca yıl yaşamsal olgu ve olaylardan deneyimledik ki dayatılan hiçbir şey, kalıcı ve çözümsel değildir; dayatma sanat yoluyla olsa bile…
Gözlemlediğim kadarıyla, sanatın bilimsel yönüne ve felsefi temeline kimse yaklaşmak istemiyor. Özellikle sanatın tam ortasında durduğu felsefe ve estetik bilimine. Sanat, bilimlerle ilişkili olmasa yüzlerce fakülte düzeyinde eğitim kurumu neden kurulur ve binlerce öğrenci buralardan neden mezun edilir? Lisansüstü eğitimine bile gerek var ki binlerce öğrenci buralarda dirsek çürütüyor. Tiyatro, heykel, müzik ve sinema dallarını geçiyorum, bunlar güzel sonuçlar üretiyorlar. Zaten bu alanların örgün eğitimi var. Örneğin yazın dünyasında, ortaya konmuş yeni ve bilmediğimiz bilgi üreten var mı, bunu sorgulamak gerekmez mi? Aslında bu alanın da Edebiyat Fakültesi adı altında örgün eğitimi vardır. Hatta ben, şu anda Türk Dili ve Edebiyatı öğrencisiyim. Dört yıllık ders programını incelediğimde, Türkçenin Ses Bilgisi ve Biçim Bilgisi derslerinden başka yazar ya da şairi eğitmeye yönelik neredeyse ders yok. Derslerin büyük kısmı edebiyat tarihi… Edebiyat, bir sanat dalı kabul ediliyorsa ki öyle, bu lisans programı içerisinde estetik bilimi ya da sanat felsefesi yer almadan edebiyat öğrencisine öğrettiğiniz konular bir temele oturur mu? Kanımca bu yüzdendir ki Türk yazınında dolaşan, kulaklarda yer etmiş felsefi yorumların büyük bir kısmı, dışarıdan ithal edilmiş bilgilerdir. Avrupa sanat literatürünü taradığımda, bizim usta bildiğimiz bazı şairlerimiz kendine yakın hissettiği yabancı şairlerden el almış izlenimi taşıdığını görürüz. Söylemleri bunu gösteriyor. Sanatta biriciklik en temel kuraldır. Üretilmiş her bilgi, değerlidir ve evrenseldir. Yadsıyamayız. Sormak gerekmez mi, bu yeni bilgiler, niye Türkçe konuşan birinin kaleminden değil de çoğu bir başka kültürden ödünçtür? Bizler, şiire dahası sanata neresinden nasıl bakıyoruz, sorgulamak gerekmez mi?
Sanatın hangi dalı olursa olsun, tarafsız ve bilimsel gözle bakmak ve bu çerçevede değerlendirmek, sanatçı ve eğitimci sorumluluğudur. Şiiri; yeni şiir, uyaklı şiir, garip şiiri, ikinci yeni ya da A-kuşağı, B-kuşağı şiiri gibi bir takım sınıflandırmaların çok da önemi yok bence. Bunları, bir kenara bırakalım. Daha doğrusu şiir sanatının magazinsel ve ritüel kısmını bir köşeye atalım. Onlar cebimizde bilgi olarak kalsın. Şiir, bir sanat dalıdır; bütünlüklü bir sanat dalı. İyi bir kazanç kapısı olmadığı için sığ kalmış bir alan. Öğreti ve inançlardan arınmış bir şiirle varılmak istenen sonuçları, inanç ya da öğreti dayatmaları üzerine kurulu şiirin yaratacağı sonuçlarla karşılaştıralım. Şiirde amaç, estetik değer yaratarak okur duyarlığını güçlendirmektir. Okurun inanç ya da öğretisine yoldaşlık etmek değildir. Daha doğrusu sanatın temel ilkesi, estetik değer ya da sanat değeri yaratmaktır. İşte biz burada estetik değer ya da sanat değeri kavramını öne çıkarmamız gerekirken her yer ve her koşulda geçerli genel kavramları şiir sanatına yamayıp geçiyoruz. Hatta ödülde, eleştiride ve incelemede… Gülünç şiir ödülü gerekçeli kararlarına, kavramları yalan yanlış tercüme incelemelere ya da eleştiri övgülerine çok sık rastlıyoruz; çoğunluk da bunları bağıra bağıra dile getiriyor.
Türk Sanatı, özelde Türk şiiri hakkında yukardakiler gibi daha pek çok sorun sıralanabilir. Ayrıca bunlara çözüm önerisi de sunulabilir. Ne var ki ülkemizde bu sorunları ciddiye alıp değerlendirecek eğitimcinin ya da sanatçının/şairin olduğuna inanasım gelmiyor. Öyleyse uzatmadan bu denemeyi birkaç soruyla bitirelim isterim: Onlarca şair ve yazarın üzerinde çalıştığı bir sanat dalında; bugüne dek neden güvenilir, bilimsel normlara dayalı, tarafsız ve yapıtın sanat değerini daha nesnel ölçümlemeye yönelik bir ödül sistemi kurulamamıştır? Neden sağlıklı, güvenilir bir eleştiri yöntemi ya da sanat çözümleme tekniği ortaya konulamamıştır? Daha kapsamlı bir soru daha soralım: Türkçe gibi birikimi ve tarihsel kökü yüksek bir dile sahip yazar-şair, neden sanat üzerine felsefi ve kapsamlı araştırma/inceleme ortaya koyamamıştır? Son soruya kısa bir yanıt: Kendi kültür ve birikimine güvensizlik… Diğer bir anlamda, şark ve garp kültürü arasına sıkışmak da diyebiliriz buna… Tutuculuğun çok yüksek olduğu bir yerde, özellikle sanatta gelişim, dönüşüm ve yenilik çok zordur. Çünkü sanat; tarihi bilgi, öykü ve ritüellerden beslenmez; yaratıcı zekâdan güç alır. Yaratıcı zekânın da kaynağı, bilgi ve özgüvendir. Eylül 2023, Narlıdere
YORUMLAR
Yazı hayli ilginçti. Sakız kağıtlarından çıkan karalamalara öykünen, hele yazılarının başında şair yazar titrini kullanan kimseler de ilginç bulur mu acep? Kendisi olamamışların herkesleşmesi ve dahi herkes gibi olması ki bu herkes kimlerden oluşur orası da ayrı. Şimdi yıllardır buradaki yazıları okuyorum. Hepsi birer yazı. Bir şairden yazardan yazılar değil. Bir şair yazar kimdir? Onu kim şair yazar yapar? Kitap yazana yazar denilir mi? Şu halde seviyorum ama kimi en tatlı birisini nasıl anlatsam sana ilk harflere baksana hangi şiir kategorisindedir bu tarz yazılan yazıları yazanlara şair denir mi? Teknoloji sonrası hepimiz içimizdeki yetenekleri ortaya çıkarmaya çalışma yarışındayız haliyle. Geçenlerde gündüz kuşağı programlardan birinde soruyor sunucu mesleğiniz nedir diye, yayıncıyım diyor. Hani kitap dergi falan yayınlıyor sanılıyor ilk bakışta, meğer şu sürekli videoların yayınlandığı sosyal medya platformuna içerik gönderen biriymiş. Fakat yayıncıyım diyor. İyi de kızsak da yayıncı değil mi? Yaymıyor mu? Yayınlamıyor mu? Kimlere neyi ne kadar nasıl bu ayrı. Galiba her durumu kendi doğasında irdelemek de gerekiyor. Ne olacak bu gençlerin hali sorusunun taaa eski çağlardan felsefi bir tartışma konusu olduğuna dair bir yazı okumuştum. Günümüzde de teknoloji bağımlılığı ile teknolojinin doğru kullanımı birbirine karıştırılmıyor mu? Sanırım sanatın ve şiirin anlamı ve anlaşılması hali de bu karmaşadan nasiplenmiş. Güzeldi yazı. Aslında bir ara acaba yazının yazanı şair yazar titri kullanmış mı diye geçti içimden, bu yapılmamış. Üstelik yazan, beş kitaptan söz ediyor kaleminden dökülen. Bu da yazıya ilgi duymamı sağlayan unsurlardandı...