- 290 Okunma
- 0 Yorum
- 3 Beğeni
GÂVUR KARINCALARI
Benim çocukluğum köyde geçti ve orada küçük büyük herkesin yapacağı bir iş bulunurdu.
Ailede her bireye yaşına göre görev dağılımı yapılırdı.
Evin en küçüğü olan çocuklar, (Erkek, kız farketmez) kuzuları veya danaları yaymaya götürürlerdi.
Bizde üç arkadaş, (kızkardeşde diyebiliriz) öyle yakındık birbirimize.
Her sabah kuzu yaymaya giderdik birlikte.
Aslında bizimde o kuzulardan pek farkımız yoktu, çünkü bizlerde altı veya yedi yaşlarındaydık en fazla.
Ama köy çocukları şehirde yetişen çocuklardan daha cevval, daha korkusuz ve daha güçlü olur haliyle.
Kuzuları götürdüğümüz meralar çok yakın değildi köye. O yüzden yanımıza azık alırdık. (Bir yazmanın içine ekmek koyup belimize bağlardık)
Tâbiki sadece biz değildik kuzu yayan. Köyün bütün çocukları getirirdi kuzularını.
Benim asıl anlatmak istediğim konu karıncalardı.
Nasıl oldu, nerden çıktı böyle birşey bilmiyorum, sarı karıncalara gâvur karıncası derlerdi köyde. Köyün çocukları olarak biz sarı karıncaları hiç sevmezdik. Gördüğümüz yerde hepsini öldürür ve yuvalarını darmadığın ederdik.
Kendimizi âdeta cihada çıkmış ve düşman askerlerinin tümünü öldürmüş birer kahramanlar gibi hissederdik.
Ama yanlış anlaşılmasın bizler bunu büyüklerimizden görüp, öğrenmiş değiliz. Tamamen çocukça bir yanlış anlama diye düşünüyorum.
Fakat ben kendimi sorgulamaya başlamıştım yaşım büyüdükçe.
Bir karınca nasıl gâvur olabilirdi ki.?
Arkadaşlarıma da açtım bu durumu.
Onlarda hak verdiler bana.
Babalarımıza sormaya karar verdik.
Onların bu konuyu babalarına açması imkânsızdı çünkü kaale almazlar, üstüne birde " ne saçmalıyorsun" diye kızarlardı.
Çocuk aklımızla bunları düşünüyor ve nasıl yapacağımıza dâir bir karar almaya çalışıyorduk.
Benim babam imamdı ve diğer babalara göre daha bilgili ve daha anlayışlı idi. Bunu akledebiliyordum az çok...
Arkadaşlarıma dedim ki:"Ben karıncaları babama soracağım, böyle birşey gerçekten var mı? diye. Babam kesin biliyordur."
Bir karara varmanın sevinciyle dağıldık evlerimize.
Akşam babama, köyde bütün çocukların sarı karıncaları, gâvur karıncası diye öldürdüğünden bahsettim.
Babam güzel bir dille onlara renginden dolayı gâvur karıncası dendiğini, onlarında kara karıncalardan hiçbir farkı olmadığını, onları öldürmenin çok kötü bir şey olduğunu, bir karınca bile olsa onunda bizim gibi bir can taşıdığını, hangi hayvan olursa olsun incitmememiz gerektiğini uzun uzun anlattı...
Çok üzülmüştüm, bir an evvel sabah olmasını diliyordum.
Sabah olur olmaz erkenden kalktım ve arkadaşlarımın yanına koştum.
Babamın bana söylediği herşeyi anlattım onlara.
O kadar çok üzülmüştük ki, kendimizi nasıl affettireceğimizi düşünüp duruyorduk. Köyün bütün çocuklarına da anlattık sarı karıncaların gâvur olmadığını...
O günden sonra gezdiğimiz her yerde sarı karınca yuvası arayıp bulur, yuvalarının etrafını temizler ve yuvaların etrafına azığımızdaki ekmekleri ufalardık.
Arazide bulunan su birikintilerine veya eşmelere düşmüş olan karıncaları kurtarır, ölmüş olanlara mezar eşip toprağa gömdükten sonra oturur duâ ederdik. Hatta bir karınca mezarlığı yaptık sonra. Bulduğumuz ölü karıncaları oraya gömüyor, başlarına küçük ağaçlar dikiyorduk.
Ve her fırsat bulduğumuzda onları ziyaret ediyorduk...
Bu durum büyüyene kadar devam etti.
Sonra unuttuk mu? Hiç unutmadık.
Büyüdük, yaşlandık ama gâvur karıncası diye canlarını yaktığımız o karıncalar için hala yüreğimiz yanıyor.
Biliyor musunuz, o günden sonra onlara asla gâvur karıncası demedik...
Sarı karıncaları o gün, bugün çok severim ve görünce içim cız eder.
Biliyorum, o yıllarda birer küçük çocuktuk, Günahtan, sevaptan haberimiz yoktu. Belki ölümün ne olduğunun bilincinde bile değildik.
Lâkin, aklıma hepimizin bildiği, Kanûn-i Sultan Süleyman ve Zenbilli Ali Efendinin kıssası geliyor ve çok üzülüyorum.
(HAYATİ İNANÇ HOCAMIN ANLATIMIYLA)
Kanûnî Sultan Süleyman merhum, Topkapı Sarayı’nın bahçesindeki ağaçlarda mebzûl miktarda karınca görülmesi üzerine, kurtulmak için çare araştırır ve ağaçların gövdelerine ve diplerine kireç tatbik edilirse meselenin çözüleceğini öğrenir.
Fakat ilim ehlinden izin almadan yapmak istemez ve Zenbilli Ali Efendi’ye meseleyi sorar. Çok iyi bir şair olan o kadar ki, bütün Osmanlı Şairleri içinde biri hariç (o biri Zâtî merhûmdur) hepsinden fazla miktarda gazel sahibidir Kanûnî ve şiirlerinde kullandığı mahlâs Muhibbî’dir
Sultan suali de vezne koyar:
Dırahtı ger sarmış olsa karınca
Zarar var mı karıncayı kırınca
Dıraht : Ağaç
Ger : Eğer
Cevap benzer şekilde gelir Zenbilli’ den:
Yarın Hakk’ın divanına varınca Süleyman’dan hakkın alır karınca
“Karıncaları kireç uygulayarak bertaraf edemezsin, buna izin yoktur” tarzında anlamamalı cevabı. Soran da cevap veren de pekâlâ bilirler ki, bunu yapmak caizdir, izin vardır. Ancak bu vesileyle Şeyhülislâm Zenbilli Ali Efendi, Padişaha demektedir ki, evet helaldir ammâ, hesâba da çekilirsin; zâten malûm değil midir ki, helâle hesap var, harama azap!]
Eşme: kumlu alanda yer eşilerek açılan göze, kaynak, pınar.
Cevvâl: Davranışları Çabuk Ve Kesin Olan. Hareketli ve canlı
Yaymak: Otlatmak.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.