- 403 Okunma
- 2 Yorum
- 3 Beğeni
NAZİRE-ÖMÜR HANIMLA YAZ KONUŞMALARI...
Hangi duygunun rengidir içimde anbean büyüyen hengâmenin hangi fısıltısında koyuldum yola ve düşlerim peltek bense bir balarısı gibi peteklerde sürdürürken ömrümü pekmez kıvamında bir düş gördüm dün gece içinde babamın saklandığı o örtünün uçuşan tülünde saklıydım ben de ve bir İstanbul kadını olan babaannemle evcilik oynarken hangi hasretti bileğimi d/işlediğim yoksa öpülesi bir bilek miydi olmayan biletimle kaçak yolculuk yaptığım trenin hangi vagonuna saklanmıştı çocukluğum ve dünde kalan neşem…
Tasfiye ettiğim bir düğümdür adına ömür denen ve o g/örüntü umurunda olmadığım kadar insanların ben umut teknesinde yol alan bir kazazedeyim.
Öncemden ayrı düştüğüm bir öykünün, giriş-gelişme-sonuç üçlüsünde saklı bir şakayık belki de bir duvar saksısı tenhada unutulmuş kalbimin muradı iken dikenlerimden azat olmak adına azadesi olduğum yalnızlığın da yazılası bir kasidesidir belki de an itibari ile d/okuduğum.
Bir fermanım yok benim zira binlercesi.
Tek lehçem yok benim çünkü ana dilim sevgi.
Tek mevsime denk düşmem bir günde seferisi olurum kâinatın bir günde bin yılı deviririm ve içinde saklandığım sürahiden ansızın firar edip bir bardak suda boğulur biriktirdiğim sevinçlerim.
Adım Fazilet.
Soyadım Asalet.
Hükmen verilen her sorunun cevabı bense muğlak bir kesirim belki de devasa bir defteri kebir veresiye verdiğim düşlerimde saklı o ç/engelli bulmaca ve işte döktüğüm gözyaşı mademki sevginin büyüdüğü ortam nemlidir.
Eksik bir sayıyım belki de esaretim kendime.
Kesirli doğamda.
Kasideler saklı hulasamda.
Kaynakçam mademki duygularım ve hikmeti hüznün bozguna uğradığım kadar bahtiyar bir yıldızım ben.
Şairin de dediği gibi hem:
‘’Kimseler görmedi Ömür Hanım, bu dünyadan ben geçtim.’’
Alıntı mahiyetinde bir iz düşümü hayatın grafiklere sığdıramadığım hayallerim ve gün bitiminde noktayı koyup çekildim mi köşeme bir köşegen mahiyetinde çözülür dizlerim ve ben hep dizelerimi dövdüm mademki dövmem gereken biri yoktu yanı başımda ve işte zevki sefa içindeyim artık nasıl bir ruh hali ise benimki iflah olmadığım kadar mütereddit doğamla ve bakın işte, tensiye ediyorum bir önceki hayatımı.
Ve de tasfiye ediyorum ruhumun katlarını.
Saklı tutulası bir silecek gibi gözlerimi ovalarken göz göze geldiğim kendimden kaçasım geliyor madem ve işte şimdi de matemle örüyorum şiirlerimi ve saçıma yağan karın izinde sevdalı şehrin sisinde saklı tutulası hüviyetimle bir kör kurşun gibi sekiyorum.
Acıya mahal veren değil.
Açmaza her düştüğümde.
Devasa bir açının tanıklığında ve işte iç açılarımın toplamından çıkıp da yola acılarımla ihya olduğum kadar açık oynuyorum kartlarımı.
Ne Kupa Kızı be Papaz.
Belki de hayli iyi oynadığım tavlada Mars yaparken uzaylıları.
Meşkinde ömrün.
Miadı da dolmuşken dünün.
Ve zaferimi ilan ediyorum altına saklandığım atlas yorganımın her miliminde uçuşan yıldızlar gibi hem soğuğum hem uzak ve tuzak addedilen aşka her düştüğümde kendime yakınlaşıyorum ya da tam tersi uzağımda olduğum kadar uzayan bir zincir duyguların eklentisinde tehir ettiğim hayatın da dama taşı iken yüreğime pelesenk duygularla sözlenip şiirlere akıtıyorum yaşlarımı…
Müdavimi olduğum yalnızlar koğuşu.
Kulvarında tek olan yine benim mademki benden içeri nice ben var…
Asam iken kalem hem de en dev/asa asam.
Mahremim iken kale duvarlarım.
Sancılandığım gün doğumundan geceye koşuyorum hızlıca ve esen rüzgâra kızgın öylesine bir ruh hali içindeyim ki ve yaza yaza yaz mevsimini çağırdığım kadar gün batımında içimde saklı o alametifarikayı da şiirlerime taşıyorum.
Kışın soğuk duvarları.
Kışla bildiğim iç sesim.
Kışkışladığım dış sesin isyanı.
Nemalandığım kış güneşi.
Sarkacı kırık iken gezegenin bir sembolmüşçesine cesaret toplayıp içimde biriktirdiğim bozuk parayı bozdurup ak akçemle kara gün dostu olmaya muktedir bir ruh hali ile konuyorum akan çatı kanına ve balkonda uçuşan çamaşırlardan derlediğim bir bohça ile yola düşüyorum.
Her rengin mubah.
Her acının da iflah olduğu.
Yalnızlığın belimi büktüğü kadar yağan yağmurda eriyorum ve içimdeki buz dağından devasa bir bina inşa edip bir bir yerleştiriyorum içimde saklı benleri ve kışın ayazında yalnızlığın da aymazlığında gözlerimi kapatıp hayal ediyorum çocukluğumun mutlu günlerini mutlu anlarını…
Bir yaz masalı olmasını dilediğim yaza dair tüm beklentimle yazmanın verdiği huzurla eşleşiyor hayallerim ve de şairin dediği gibi:
‘’İçimde bir çocuk, yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru binlerce kez yenilmiş umut ölülerini çiğneyerek. Sahi, yaşlılık, derin bir iç çekiş, yanılmış bir çocukluk olmasın, Ömür Hanım?’’
Duruşumu sabit kıldığım kadar.
İçimde yanan ateşte kavurduğum yüreğimle…
Leb demeden leblebiyi anlamış olsam da bir ömür…
Sahi, bu hüznün bir çıkış yolu var mıdır, Ömür Hanım?
Ömren.
Yiten hayallerden de arda kalan.
Ve işte içimde saklı o sessiz çığlığı harflere kaleme de mahal vermişken ve de ömrümden ömür giderken…
Yoksa sen de bir hayal misin, Ömür Hanım…
YORUMLAR
Ne zaman, Ömür Hanımla konuşmalarını dinlediğimi hatırlasam, bir de Edip Cansever in
"Seni günlere böldüm, seni aylara
Daha yıllara, yüzyıllara böleceğim
Ve her zaman söyleyeceğim ki beni anla
Böyle eskitilmiş de olsa bu kalbi
Minesi çatlamış bir diş gibi durduracağım karşısında."
Şiiri de aklıma gelir ki, nerden nereye dedirtten
Her zamanki gibi, akıp giden dokunası yolculukta...
Var olun hep. Selam, sevgi ve hürmetlerimle ...
Bir düş iklimi adeta yaşamın sırlarında saklı iken hikayeler.
Göz gözü görmezken ne muhteşemdir kalp gözünün himayesi.
Sözcükler hatta harflerin yetmediği yazarın da iç cebinde saklı iken kalemi ve hüznü.
İçimdeki iklimde seken heceler günü yaşanır kılan diğer yandan yaşanası onca şey dile gelmeyen bu bağlamda:
YAZMAK=NEFES ALMAK