- 427 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Kurtdereli Mehmet Pehlivan ve AhlâK
Günümüzde ortadan kalkan güzel geleneklerimizden birisi de düğünlerde, yayla şenliklerinde ve ulusal bayramlarda köyümüzde yapılan karakucak güreşleridir. Davul zurna eşliğinde yapılan bu güreşlerde küçük çocuklardan başlayarak köyün en acar güreşçileri güreş tutardı. Güreşte köyün yaşlı eski güreşçileri hakemlik görevini üstlenir adilane bir biçimde güreşleri yönetirdi. Güreşlerde taşkınlık yapan olursa sert şekilde uyarılır haksızlıklara meydan verilmezdi. Müsabaka sonunda yenenle yenilen kardeşçe sarılır dostça ayrılırdı. Ata sporu güreşleri seyretmenin hoşnutluğunu doya doya yaşardık.
İsmail Habip Sevük Türkü Güreşi adlı eserinde anlatır: Kurtdereli Mehmet Pehlivan Avrupa ve Amerika’da katıldığı güreşlerde rakiplerini sürekli yenerek Dünya’nın hayranlığını kazanır. Bir güreş öncesi İngiltere’de Güreş organize edenler ülkelerinde yaşayan bir Türk doktoru tercümanlığıyla Kurtdereli ’ye güneşi birinci gün kazanmaz, ikinci güne bırakırsa, ikinci gün de kazanmaz üçüncü güne bırakıp üçüncü gün İngiliz güreşçiye yenilirse beş yüz altın önerirler. Doktorun ısrarı üzerine Kurtdereli öneriyi kabul eder.
Güreşin birinci gününde güreş başlayınca seyircilerin ön saflarında oturan doktora Kurtdereli öneriye katılmayacağını belirtir ve rakibini kısa süre içinde yener.
Güreşten sonra doktora şu sözleri söyler Kurtdereli: “Güreşirken bütün Türk milletini arkamda hisseder ve onun şerefini korumak için her şeyi yapardım ve bütün Türk milletinin kuvvetinin arkamdan dayandığını hissederdim.”
Kurtdereli’nin bu sözlerini duyar Atatürk; Cihan pehlivanı ünvanlı güreşçiye içinde 1000TL olan şu mektubu gönderir.
Kurtdereli Mehmet Pehlivan,
Seni, cihanda büyük ün almış bir Türk pehlivanı tanıdım. Parlak muvaffakiyetlerinin sırrını şu sözlerle izah ettiğini de öğrendim:
"Ben her güreşte arkamda Türk Milletinin bulunduğunu ve millet şerefini düşünürüm."
Ben, dediğini en az yaptıkların kadar beğendim. Onun için senin bu değerli sözünü, Türk sporcularına bir meslek düsturu olarak kaydediyorum. Bununla, senden ve sözlerinden ne kadar çok memnun olduğunu anlarsın.
Gazi Mustafa Kemal
Ulusumuzun geçmişinde hatırladığımızda göğsümüzü kabartan çok örnekler vardır. Taçsız kral diye ünlenen Metin Oktay’ın sözlerini unutabilir miyiz?
“Galatasaray’da kaptanlık yaptığım zamanlarda yazı-tura yapılacağı vakit hep tura derdim. Varsın Ata’mın silueti yere değmesin.”
Çocuklarımıza ve gençlerimize böylesi nice güzel örnek yaşanmışlıklar varken yaşadığımız yıllarda giderek artan hoş olmayan olaylara sıklıkla tanık oluyoruz. Yıllarca top koşturmuş kariyerleri ulusal takımımıza kadar yükselmiş ve milyonlar kazanmış bazı futbolcuların karıştıkları para olayları sporumuza kara bir leke olarak silinmeyecek biçimde yapıştı maalesef.
Artık spordan öte bir sanayi kolu haline gelen futbolda gün olmuyor ki, yüz kızartıcı olaylar yaşanmasın. Güzide bir spor kulübünün başkanı hem de milletvekilliği görevi yapmış bir başkan yeşil sahanın ortasına kadar koşup hakeme yumruk atıyor. İnsanlığımızdan utanacağımız sahneler yaşanıyor. Bu olayda yere düşen hakem hunharca tekmeleniyor başkaları tarafında.
Geçmiş yıllarda bakanlık bile yapmış bir spor kulübümüzün başkanı transfer yaptığı tanınmış zenci kökenli futbolcu bir kaç maçta gol atamayınca: “Bizim yamyam gol atamıyor.” Mealinde sözler etmişti. Bu sözleri duyan futbolcu: “Benim ırkımın aşağılanmasına bigâne kalamam.” Diyerek ülkemizi terk etmişti.
Yüz kır artıcı, ulusumuzun adet ve geleneklerine ve de onuruna yakışmayan söz ve davranışlar sadece futbol alanında rastlanmıyor. Yaşamımızın her alanında nahoş olaylar gözlemliyoruz üzülerek. Genç bayanların karıştıkları parasal olaylar adeta normal olaylar gibi yaşanmış bu güzel topraklarda.
Ülkemizde yaşayan bir gazeteci şöyle bir söz söylemişti bir tv. programında. “ Avrupa’daki gazetemize Türkiye’de güzel bir olay yaşandı diye haber geçiyoruz.” Alın teri ile para kazanan normal yurttaşlarımız; polisiye olayların artış göstermesi, kısa yoldan klasik deyişle köşeyi dönenlerin oranının artması yaşananlardan büyük üzüntü duymakta.
Giderek çoğalan, toplumumuzun soluduğu temiz havayı kirleten kişilerin, olayların önü alınamaz mı? Elbette alınır. Çare yok mu var elbette. Japon Ulusu’nun iş ahlâkı ve çalışma disiplini hayranlık uyandırmaktadır Dünyamızda. Peki, Japonlar nasıl böylesi dürt olabiliyorlar. Onların DNA’ları bizlerden farklı mı? Değil haliyle.
Araştırılınca şu gerçekle karşılaşıyoruz; bu halk daha ilkokuldan başlayarak bütün okul kademelerinde kapsamlı bir şekilde ahlâk eğitimi veriyor genç kuşaklarına. Bilindiği gibi Japonya’da üç farklı din var ve Müslüman da değil dünyanın bu çalışkan insanları. Evet, Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Bizler de zaman geçirmeden eğitim öğretim müfredatımıza Japonlardan örnek alarak ahlâk eğitimini ayrı bir ders olarak okutmalıyız okullarımızda. Sözün özü eğitim öğretimimize gerekli yatırım yaparak müfredatlarımızı bilimsel, nitelikli yöntemlerle çalışmalara göre planlamalıyız. İşte o zaman Atalarımızdan aldığımız terbiye, gelenek görenekleri yetesiye içselleştirip kural dışı yaşanmışlıklara en az düzeyde karşılaşırız.