- 338 Okunma
- 3 Yorum
- 3 Beğeni
ZAMAN___
En iyi yazardır zaman. Her zaman mükemmel sonu yazar…
Bu gün İzmir’den, sizlere, birçok filozof ve bilim insanının, birçok edebiyatçının kafa yorduğu ve eserlerinde işlediği "zaman” ve “zaman kavramı" üzerine yazmak istedim. Bunu yaparken öyle beylik laflar edip sizi yormayacağım. Yapmak istediğim tek şey, zaman denilen şeyin sıradan ve somut bir kavram olmadığını anlatmaya çalışacağım. Tabi bilgim ve becerim kadarıyla. Ve yazı içerisinde yazıyı mayalasın diye değerli kalemlerden alıntılarla süsleyeceğim izninizle…
Zaman bir nehir gibi tek yöne doğru,hep ileriye doğru akan bir şey…
Einstein izafiyet teorisini ortaya attığından beri fizikçiler dünya üzerinde dört boyut bulunduğunu kabul ediyorlar…
Uzunluk, Yükseklik, Genişlik… Ve dee zaman… Diğerleri üç boyutlu iken zaman tek boyutlu; yalnızca ileri gidiyor. Bir gün zaman makinesi bulunursa belki o zaman geriye gitmek mümkün olacak.
Nedir zaman? İdrak edebildiğimiz 60-70 yıllık bir ömür müdür? Kendi ömrümüzün sınırlarıyla tanımlamak zamanı; belki bir dağa uzaktan bakmak… İçerisinde ki patikaları, börtü böceği duymadan dokunmadan… O güzelim çiçekleri koklamadan.
Hiç şüphesiz ki, dostlarımızla, sevdiklerimizle veya akrabalarımızla görüştüğümüzde sorduğumuz soruların en klişe olanlarından biri, "Zamanın nasıl geçiyor "sorusudur.
Bu soruya genellikle şu kısa; "İyi, kötü, harika, su gibi, geçmek bilmiyor, acı veriyor, sıkıntılı" vs. cevaplar veririz.
Yani aynı zaman dilimine ilişkin olarak, kişiden kişiye değişen farklı cevaplar alınır. Yani, herkes zamanı kendi açısından tanımlar…
Amerikalı yazar, eğitimci ve din adamı olan Henry van Dyke’ın "zaman" hakkındaki bir sözü geldi aklıma. O sözünde Van Dyke zamanın tanımını şöyle yapmaktaydı:
Zaman; “Beklerken çok yavaş, geç kaldığında hızlı, kederliyken uzun, mutluyken kısadır.”
İnsanın hayatında karşılaştığı zorluklar, yaşadığı sıkıntılar, çektiği eziyetler, sorunlar, dertler, üzüntüler ve acılar zaman geçtikçe unutulur derler. Fakat ben bu söze katılmıyorum. Çünkü zaman sadece alışmayı öğretir, unutmayı asla...
Emmanuel Kant bir sözünde; "Zaman, sessiz bir testeredir" demiştir.
Moliere de; "Siz zamanınızı kaybetmiyorsunuz, zaman sizi kaybediyor" demektedir.
Yani her geçen zaman, ömrümüzden ve bizden bir şeyler alıp götürür. Farkına bile varmayız çocukluğumuzun bittiğini, gençliğimizin gittiğini ve ihtiyarladığımızın. Çocukluğumuz daha dün gibiyken, "Ne çabuk geçti yıllar" diye hayıflanırız. Hiç farkına varmayız zamanın bizi bir testere misali, yavaş yavaş ve sessizce tükettiğinin...
Weber’in deyişiyle, "Zaman su gibi akıp gidiyor derler hâlbuki zaman değil biz geçip gidiyoruz." Değerli ve sevgili Dostlarım…
Geçip giden ömürde her şeyi vaktinde yapmak gerek. Geciktirilmiş sözler, askıya alınmış hayaller, ertelenmiş itiraflar, gerçekleştirilmeyen buluşmalar size pişmanlık olarak geri dönmeden acele edin.
Hz. Muaviye bir sözünde ne güzel söylemiştir:
"Ey insan! Zaman sensin, sen iyi olursan zaman da iyidir, eğer sen kötü isen zaman da kötüdür."
Bir yıl daha kayıyor ellerimizden. Bu günü sayma, bu gün biteli çok oldu bence. Yılın bitmesine on sekiz gün kaldı.
Günler, haftalar ve aylar freni patlamış bir araba gibi baş aşağı hızla ilerliyor. Haftalar yedi gün değil de, üç günden ibaret sanki. Pazartesi… Salı… Bakmışsın Cuma. İşte size Pazar, bitti bitecek… Haydi yine Pazartesi… Ya aylar birden bire tükeniveriyor. Daha dün gibiydi bir önceki yılın Ocak ayına girişimiz. Mayıs sıkıntısını sanki birkaç gün önce yaşadık. Ağustos sıcağı henüz dökülmedi saçlarımızdan… Daha hangi yılda olduğumuzu tam anlamıyla kavrayamadan geçip gidiyor koca bir yıl daha.
Ve yazık ki bu geçip giden zaman karşısında herhangi bir hüzne kapılmıyoruz. Bu akıp giden zamanı durduracak gücümüz ve irademiz yok gibi. Bilakis zamanı kendi avucumuzda kaybetmeye yeminli askerler gibi davranıyoruz. Zamanı bir an önce tüketme, yok etme adına elimizden ne geliyorsa acımadan yapıyoruz.
Ya biz zamanı düşman bellemişiz, ya da zaman bizi. Bütün gücümüzü zamanı eritip yok etmeye harcadığımız için zaman önemsiz bir mesele olarak geçiyor kendi kişisel kayıtlarımıza. Dakikalar, saatler, günler, geceler, haftalar hepsi birer birer kopuyor aslında hayat ağacımızdan. Ama biz umursamaz bir tavrı takınmaktan geri durmuyoruz. Ve elimizden kayıp giden bu sermayenin değerini bilemediğimizden olsa gerek, zamanın bizi terk etmesinden mutlu oluyoruz. Ya da mutlu olmaya zorluyoruz kendimizi.
İşte bir yıl daha geçiyor. Kim bilir her birimiz kaçıncı bir yılı daha devirdik, geride bıraktık. Dönüp bakmaya hangimizin cesareti var acaba?
Neyi kaybettik ya da ömür defterimize neleri ekleyebildik? Kendimizi hangi sayfalara açabildik ya da hangi karanlık sayfalarda kaybettik kendimizi?
Zamanı kaybettik oysa bu heyula içerisinde. Bu bağırış, bu çağırış, bu yeme-içme için yaşıyor olmanın sığlığında kaybettik koca koca yılları. Her şeyi birdenbire kaçırıverdik avucumuzdan. Yani zamanı.
Sığdıramadık bir türlü kendimizi zamana. Saati dakikaya, dakikayı saniyelere böle böle çoğaltamadık. Artamadık kendi içimizde, kendi dünyamızda çoğalamadık. Zaman içinde zaman nedir bilmedik. Bilemedik. Zaman zaman içindeymiş, duyumsamadık. Zaman zamana zemin, zaman ana muhtaç, idrak edemedik.
Zaman dünyanın en değerli kaynağıdır bence. Yerine konması, geri döndürülmesi, yenilenmesi, depolanması, satın alınması mümkün olmayan bir kaynaktır. Boşa harcanmaması gereken en değerli kaynaktır. Yaşamda hepimizin eşit sahip olduğu tek şey zamandır. Dünyada ki en büyük işleri başaran insanların da günü yirmi dört saatti. Atatürk’ün, Einstein ’nin, Cengiz Hanın, Mevlana’nın, Fatih Sultan Mehmet’in, Hz. Peygamberin de günü yirmi dört saatti…
Kaydedilen zaman… Kaydedilmeyen zaman… Şöyle bir anlığına da olsa gözlerinizi kapatıp bir derin nefes alsanız… Arkasından gidebildiğiniz en eskiye gitseniz… Çocukluğunuza dair ilk neyi hatırlayabiliyorsunuz?
Karıştırın karıştırın tozlu belleklerinizi… Yoksa restlerdiniz mi? Fark edeceksiniz ki duygularınızın eşlik ettiği her zamanda, “an” kaydedilen zaman iken… Duyguların eşlik etmediği her an kaybedilen zamandır… Kaydettiklerimizle biliriz zamanı… Kaydettiklerimizle anlamlandırırız…
Zaman mı su gibi akıp gidiyor yoksa biz mi zamanın içerisinden geçiyoruz hızlı hızlı? Takvimler saatler herkese somut bir şeyler ifade etse de zaman herkese başka başka deneyimler sunacak… Herkese başka başka yaşanmışlıklar… Yaşanacaklar… Her defasında her anında… Ancak ne getirirse getirsin, ne kadar çabuk geçerse geçsin, bir gün getirdiklerini götürecek bile olsa elimizde ya an var, ya anılar geriye kalan kaydedilen zamanlar…
Her gün bir gün daha azalıyor bu hazineden, her gün bir adım daha giriyoruz bir boşluğa. Ne biz kıyısında oluyoruz zamanın, ne de zaman bizim içimizde. İki ayrı otobüsteymiş gibi gidiyoruz bir muammaya. Önce zaman geçip gidiyor sonra koca bir sükut-ı hayal ile birlikte biz.
“ – Bir varmış, bir yokmuş; evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, pire berber iken, deve tellal iken…”.
“Zaman, zaman içinde zaman kalbur içinde.
Zaman mı akıp gidiyor, yoksa biz mi zamanın içinden akıp gidiyoruz?
Zamanın içinden biz mi geçiyoruz, yoksa zaman mı bizim içimiz den geçiyor?
Akıp giden zamanın kaysında mı, yoksa merkezinde miyiz?
Zamanın içindeki zamanı biz mi hızlandırıyoruz, yoksa zaman mı bizim içimizdeki zamanı hızlandırıyor?
Zamanın içinde dönüp duran biz miyiz, yoksa bizim içimizde dönüp duran zaman mı?
Zamanın içinde eriyen biz miyiz, yoksa bizim içimizde eriyip giden zaman mı?
Zamanın arkasında olamadığımız önünde duramadığımız, zaman izafiyetini biz mi oluşturuyoruz yoksa?
Zaman mı bizi oluşturuyor, yoksa biz mi zamanı oluşturuyoruz
Zaman mı bizi sınırlıyor, yoksa zamanı biz mi sınırlıyoruz
Zaman mı kalbur, yoksa zamanın içinde biz mi kalburuz?
Kalburda biz mi zamanı eliyoruz, yoksa zaman kalburunda biz mi eleniyoruz?
Kara delikler mi zamanı yutuyor, yoksa zaman mı bizi ve kara delikleri yutuyor?
Biz mi zamanı çalıyoruz, yoksa zaman mı bizi çalıyor?
Biz mi zamanı harcıyoruz, yoksa zaman mı bizi harcıyor?
Zaman mı acımasız, yoksa zamana karşı biz mi acımasızız?
Zaman mı dar, yoksa biz mi zamana dar geliyoruz?
Boş zaman mı var, yoksa zamanın içinde biz mi boşuz?
Yaşadığımız zaman mı hoş, yoksa zamanın içinde biz mi hoşuz?
Yaşananları zamanla zaman içinde biz mi unutuyoruz, yoksa zaman mı bizi içinde zamanla unutuyor?
Yaşadığımız zaman mı güzel, yoksa zamanın içinde biz mi güzeliz?
Zamanla olgunlaşan biz miyiz, yoksa zamanı olgunlaştıran mı biziz?
Güzel geçen zaman mı, yoksa zamanın içinden geçerken biz mi güzeliz?
Zaman mı sonsuz, yoksa yaşanan zaman içinde biz mi sonsuzuz?”
‘Sonlu olan zamanda, sonsuz olan “sevgi, gönül, hoş sedadır.”
Zamanın sonsuzluğu bunların içinde yok olur.’
Yok olmayan sadece ve sadece!.. SEVGİ, GÖNÜL, HOŞ SEDA ve RUHTUR.
Ne mutlu ki onlara! Sevgisi, gönlü, hoş sedası olup da bunlara ruhlarını da katabilenlere!.
Amma velakin bakıyoruz bakıyoruz da kaçırdığımız zamanlara velhasıl boş, geçip gidiyor ömür. Dün dünde kalıyor. Yarına da kimsenin gücü yetecek gibi değil.
O halde bugünden başlayarak, yani şimdi, şu an, vaktin değerini bilmek, en azından bilmeye çalışmak. Zamana değer biçmek ve zamanı hazine bilmek.
Yeni bir yıla on sekiz gün sonra girecekken; Ömer Hayyam’ın diliyle söyleyelim, bakışıyla bakalım. Belki değişir bakışlarımız, kim bilir…
“Her sabah yeni bir gün doğarken
Bir gün de eksilir ömürden
Her şafak bir hırsız gibidir
Elinde bir fenerle gelen”
Zaman fark edebileceğimizden daha hızlı geçiyor, bu yüzden her saniyenin tadını çıkarın ve sevin yaratılanı Yaratandan dolayı, mutlu olun, ne kadar zamanın kaldığını bilemezsin.
İnsanın, ömrünü yarısını tartışmayla geçirecek kadar zamanı yoktur. Geçmişi unutup geleceğe bakmalısınız.
Günün her saatini dün olduğundan daha iyi olabilmek için kullanmanız dileğiyle sevgiyle, sevdiklerinizle tüm kirlenmişliklerden uzak, mutlu gülen bir yüzle, sevin, sevilin, hayat sevince güzel ve diyelim her bir cümleye; atalarımızdan emanet aldığımız bu Vatanın sahipleri yalnızca bu Vatanı karşılıksız seve bilenlerdir…
Mutlu, umutlu, acısız, gözyaşsız her bir anı sevgi dolu bir hafta sonu ve devam edip gelecek güzel, sağlıklı günler dilerim...
Gönül soframdan gönül sofranıza sevgi ve muhabbetler gönderiyorum… Hoş kalın, hoşça kalın hep sevgiyle dostça kalın…
#öskurşun#
YORUMLAR
beğeni ve ilgi ile okudum
yeniden de geleceğim sayfanıza
günümün yazısıdır
içten saygımla hocam