- 217 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Niye Ağladım
NİYE AĞLADIM?
Mevsim yaz, hava sıcaktı. Yanıyordum. Sadece sıcaktan değildi bu yanıklığım. Plaja giderken yolumun üstündeki evde güzel bir kız vardı, oydu asıl yanıp yakıldığım. Sıcaktan yanmanın çaresi soğuk bir duş almaktı ama aşk yanıklığına pek çare yoktu. Çekingen olduğum için sevdiğim kızla bir türlü konuşamıyor, ona aşkımı anlatamıyordum. Kedinin ciğere baktığı gibi bakmakla yetiniyordum sadece. Ne yapacağımı bilemiyordum...
Gene her zamanki gibi, plaja gitmek için yola çıktım. Sevdiğim kızın evlerinin önünden geçerken onu görebilmek umuduyla o tarafa doğru baktım. Pencerede kimse yoktu. Üzüntüye geçip giderken arkamdan bir ses geldi. Onun sesiydi bu. Rüya mı görüyordum acaba, yoksa başkasının sesini onun sesine mi benzetmiştim? İyi ama benim adımı niye söylesin o ses... Kulaklarıma inanamadım ama umutla arkama bakmaktan kendimi alamadım.
Gülerek selam verdi sevgilim. Aman Allahım!
“Plaja mı gidiyorsunuz?” diye sordu.
Şaşırdım, heyecanla “eve... evet, niye sor... dunuz?” diye kekeledim.
“Beni de götürür müsünüz?”
Yanlış mı duyuyordum. Bugün şanslı günüm herhalde...
“Plaja götürecek kimsem yok da ondan sordum.
Nasıl götürmem? Sırtımda bile götürürüm.
Sevincimden ne diyeceğimi bilemedim. Belki vazgeçiverir diye hemen:
“Götürürüm tabii. Niye götürmeyeyim? Şeref duyarım!” diye bağırdım.
“Bir dakika bekleyin öyleyse” diyerek içeri girdi.
“Sizi bir değil, bin dakika bile beklerim” diye mırıldandım.
Ne güzel bir beklemekti bu. Sevilen bir kişiyi umutla, sabırla beklemek kadar güzel bir şey var mıydı? Beklemek özlemine umut eklemekti bir bakıma; eğer boşuna değilse bekleyiş. Yaşamayı çiçeklemekti sevdiğinin yolunu gözlemek. Aklıma bir şiir geldi, onu beklerken: “Çirkini kimse sevmez
Gönül güzeli arar
İçinde sevgi( ya da bir beklediğin) yoksa
Yaşamak neye yarar?”
Bu günü nasıl da beklemiştim günlerce, aylarca. O kadar bekledikten sonra üç beş dakikanın, hatta saatin lafı mı olurdu yani? Sevincimden içim içime sığmıyordu...
Sevgilim bir süre sonra geri geldi. “Tamam. Hadi gidelim” dedikten sonra plaja niye benimle birlikte gitmek istediğini açıklayıverdi:
“Geçenlerde plaja tek başıma gitmeye kalktım. Yolda kimsecikler yoktu. Peşime terbiyesiz gençler takıldı, taciz ettiler. Ellerinden zor kurtuldum. Sizin yanınızda buna cesaret edemezler, çekinirler herhalde.” Dedi.
“Hiç merak etmeyin. Korurum ben sizi. Bir şey yapamazlar” diye konuştum.
Gerçekten de öyleydi. Onu korumak, başına bir şey gelmesini önlemek için elimden gelen her şeyi yapmaya hazırdım. Ölümü bile göze almıştım.
“Size güveniyorum. Güvenmesem birlikte denize gitmek istemezdim” diye gözlerimin içine baktı, gülümsedi. İçim eridi. O ne güzel bakıştı, bakış değil kalbe bir akıştı...
Yan yana yürümek, birlikte denize girmekle o kadar sevinmiş, mutlu olmuştum ki, dünyalar benim olmuştu sanki. Sevincimden göbek atıp oynamak geliyordu içimden. Güldük, gülüştük, şakalaştık, dostluğun, arkadaşlığın doruğuna ulaştık. Senli benli olduk. Plaja gidip gelirken yolda kimseye rastlamadık. Tacizci gençler benden çekinmişlerdi herhalde...
Dönüşte bir ağaç dibinde oturduk. Etrafta kimsenin olmamasından yararlanarak kendisini ne kadar çok sevdiğimi anlatmak, açıklamak istedim ama onun “size güveniyorum” sözü ağzımı dilimi bağlamıştı. Ya, “Size güvenmekle hata etmişim. Diğer erkeklerden bir farkınız yokmuş” derse ben ne yaparım? Yerin dibine girerim. Bir daha yüzüne bakamam. Onun güvenini yitirmektense ölmeyi yeğlerim. İyi ama böyle bir fırsat ne zaman ele geçer bir daha? Gözlerim kiraz dudaklarına, dolgun bacaklarına, iri göğüslerine takılıyor, yutkunuyordum. Hem bu kadar yakın olmak hem de bu güzelliklerden uzak kalmak kötüydü “Ayıp, günah, yasak, yanlış anlaşılmak, güveni kötüye kullanmak” gibi sözler bağlıyordu elimi kolumu ve de cesaretimi. Kendimle savaşıyordum. Karacaoğlan’ın bir dizesini anımsadım o anda: “Ak göğsünün altı zemzem pınarı/ İçsem öldürürler, içmesem öldüm...”
Şuradan buradan konuşurken söz istediklerimiz konusuna geldi. Sevgilim yazın hiç bitmemesini istediğini, yaz mevsimini ve denizi çok sevdiğini belirtti. Ben içimi çekerek bir mani söyledim: “Haine bel bağladım/ Yıktı gönül sarayım/ Başka bir şey istemem/ Seni bir yol sarayım.” Dedim. Böylece dolaylı yoldan onu istediği belirtmeye çalıştım. Ya anladı ya da anlamazlıktan geldi, “Kimmiş bu hain bakayım?” diye bir kahkaha attı. “Sensin” demek istedim ama kendisine hain dememe kızar diye sustum.
Bir süre sonra ayağa kalktı. Kalkarken iri göğüsleri olduğu gibi meydana çıktı.
“Değirmen sala benzer
Dudağın güle benzer
Terlemiş memelerin
Petekte bala benzer.”
Aklıma bu mani geldi ama gene söyleyemedim, niyetin kötüymüş senin de dememesi, hakkımda kötü bir şey düşünmemesi için. Tehlikeyi sezmişçesine hızla evlerine doğru yürümeye başladı. Ben de ister istemez onu izledim. Yolda hiç konuşmadık. Ben bu mutlu gün biteceği için üzülüyordum. O neler düşünüyordu bilemiyorum...
Evlerinin önüne gelince bana döndü, teşekkür etti:
“Başka biri olsaydı etrafta kimsenin olmamasından yararlanır, üstüme saldırırdı. Siz böyle bir şeye teşebbüs dahi etmediniz. Sizin gibi çıkarını düşünmeyen, dürüst, namuslu bir kişi az bulunur. Masum bir öpücüğe dahi razıydım. Keşke yarın dönecek, buradan gidecek olmasaydım da yaz boyunca plaja gidip gelseydik birlikte” diyerek yanaklarıma bir öpücük kondurdu. Bu öpüş içimdeki yangını daha da alevlendirdi. “Demek yarın gidecektiniz ha, bunu daha önce niye söylemediniz?” diye kekeledim. Bir duygu patlamasıyla gözlerimden yaşlar boşandı. “Geç buldum, çabuk kaybettim” şarkısı tercüman oldu hislerime.
Kız hayretle yüzüme baktı, dudak bükerek:
“İyi ama niçin ağlıyorsunuz, sizi üzecek bir şey mi yaptım, kötü bir söz mü söyledim?” diye sordu, yanağımı okşadı.
“Ağlamamın nedeni enayiliğim, aptallığım, siz değilsiniz” demek istedim ama bir şey söyleyemedim. Nutkum tutulmuştu. Konuşamadım.
Daha fazla gülünç duruma düşmemek için kaçıp gittim.
Sardı amansızca her yanımı hüzün bulutları;
Dörtnala koşarken tökezleniverdi umudumun atları...
********
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.